yer londra. sehrin kuzeyindeki bir mahalle. zengin olarak bilinen semtlerden biri. bir market, her kosebasinda subesi olanlardan, sainsbury. kasada bir kiz var siyah, yakasinda da adi yazili lavinia. yirmibesinde falan olmali. gana'li oldugunu ogreniyorum aldiklarimi buralarda artik cok yayginlasan kenevirden yapilmis alisveris cantama tikistirirken. hiim diyorum ne guzel bir adin var. manasi nedir? var midir cok bu isimden sizin diyarlarda diye sorusturuyorum. ahh, icimdeki bu herseyi bilmek isteyen merakli cocuk zipzip ziplamasana, bir dursana sen! kizin yuzunde, sesinde nasil da durgun, duz bir ifade. hani olse biri gozunun onunde verecegi tepki ile, dogursa bir kadin oracikta ve de o sahit olsa bebegin ilk cigligina verecegi tepki oylesine tipatip ayni olacaklardan. duz iste, bir cizgi gibi, bir duvar gibi. mirmir konusarak, anlatiyorum bir yandan diyorum ki ben turk'um, bizim oralarda da vardir bu isimden. yazilisi biraz farklidir ama biliriz bu kelimeyi. diyor ki ayni duzlukteki sesiyle, bizim oralarda yoktur bu isimden, manasini bilmiyorum ben de! herkes soruyor burada manasi nedir diye, ogrenmeliyim bir ara.
nasil ozeniyorum birden onun icinde bulundugu ruh haline, ona adinin bile manasini merak ettirmeyecek kadar meraksiz yasamina. nasil hos ve bos bir huzur olmali o duzlugun arkasinda. evet evet ben de gana'dan gelmis, londra'da bir markette kasiyer olan o yirmisindeki kiz gibi adinin bile manasini merak etmeyecek kadar meraksiz olmak istiyorum. yasasin az merakin, az bilmenin, cok huzuru. *
Bu aksam saatlerinde South Kensington'a gitmek icin King's Cross'tan trene binerken gordum onu. Onumde duran vagonun acik kapisindan atlayip, binip gitmek varken acaip bir miknatis gibi cekti beni bulundugu yone ve kosarak onun bindigi vagona attim kendimi. Inanilmaz bir malzemeydi, yol boyunca aval aval etrafi seyretmekten sapikca
bir keyif alan benim gibi birisi icin.
Ben oturuyordum, o ayaktaydi. Trenin gidis yonune dogru, vagonun on kisminda ayakta duruyordu. Onu gordugum andan itibaren gercekle baglantilarim koptu , sanki gercek yasamin kiyisindan, bir filmin icine dusmus gibiydim. O oyle gercek disi olunca onunla ayni vagonda olmak bir insani en az onun kadar gercek disi yapiyordu. Gozumu zorla kacirmaya calistim zaman zaman ama buyulenmis gibi baktim coklukla.
Uzun boyluydu, veya oyle inceydi ki, oldugundan daha da uzun gorunuyordu bu nedenle. Yuzu ince, cenesi sivriydi. Ya da sakallarinin sekli yuzunden cenesi daha incecik, daha sipsivri gorunuyordu. Naylon krem rengi, jokerlerinkine benzeyen modelde bir pantalonumsu seyin pacalari kahverengi suet bir cizmenin icindeydi. Uzerinde kahverenginin bir baska tonu duz kadife uzunca bir ceket vardi. Ceketin kollarindan ve icindeki kahverengimsi deri yelegin acik kisimlarindan dantelleri fiskiran beyaz gomlegi vardi. Basinda kenarinda kahverengi kadife serit gecirilmis yuvarlak hatli kahverengi bir fotr benzeri sapka vardi. Ellerinde kahverengi eldivenler. Ve sanki bu goruntunun tamamlayicisi gibi, aksesuari gibi duran kopegi. Omrumde yakindan gordugum en buyuk kopekti. Boyu ayaktaki uzun boylu bu tuhaf adamin neredeyse beline gelen, sirtinin uzunlugu akla gelebilecek en abartli uzunluk olan, upuzun bacakli, upuzun beyaz ve yer yer de kahverengi tuylu o kopek. Yuzu tuhaf bir sekilde sahibinkine benziyordu. Ince ve sivri. Sanki insanlar bir sure sonra kopeklerine benzer tezinin ispati icin yan yana getirilmislerdi. Ya da tersi mi idi, kopekler mi bir sure sonra sahiplerine benziyorlardi?
sabah sabah londra sokaklarinda dolasirken yurdum insaninin actigi bir lokantanin camindaki karson araniyor yazisi gozumu tirmaladi fena halde. Takikim ya yazim hatalarina! sahibini tanimanin verdigi cesaret ile, girip, uyarayim diye bakinca kapidan bir koylu dilberi genc kiz buyrun dedi. baktim baska da kimse yok, olabildigimce kibarlasarak, incelerek (ki bu epey zordur, direk mevzuya dalan kaba bir yanim vardir fena halde) sordum yazidaki yanlisin farkindalar mi diye? aciklama icimi baydi ama dinledim. bir arkadas bilgisayardan cikarmis dedi. kafasinda bilgisayardan cikan seylerin kutsal ve degistirilemez oldugu imaji var nerden ciktiysa? sabrimin sınırlarını zorlayarak anlatmayi denedim bilgisayardan dogrusunun da cikabilecegini. Ancak elimle, kolumla, dilimle yokladigim duvarin her tarafi cehalet cesaretiyle bir guzel kaya gibi orulmus oldugundan geri puskurtuldum. Geri cekildim, boynu bukuk bir red kit ati olaraktan. Iste o zaman tas kafama dank etti ki, cehaletin cesaretine yenik duser cogu zaman cok bilmenin ukalaligi. Yenildim, mutsuzum sabah sabah nedeni de karson araniyor yazisi bilgisayardan cikmis, bir lokantanin caminda londra'da.
londra'nin en meshur otobuslerinden biri. victoria'dan cikip yola, butun merkezi londra'yi gecip dogu londra'nin hackney bolgesine giden 38 numara. coktandir degistirdiler o guzelim iki katli, arkasinda acik inip, binme yeri olan cift katlilari. simdilerde bu 18 metre boyundaki kirkayak gibi uzun ve yollari donerken egrilip, bukulen koruklu otobuslerden var artik.
sabahin ogleye dondugu saatlerde pek kalabalik degil otobusler. cogu bos koltuklarin. arkalara dogru yasi henuz 20 olmamis bir ingiliz genc kiz. beyaz tenli, isci sinifi evladi. ne garip, bazen nasil da yuzune vuruyor insanin sinifi. ayaginda beyaz spor ayakkabilar, siyah bir kot pantolon bacaklarini zor sokmus icine. Uzerinde kisa bir mont, beli mutlaka acikta birakacak kadar kisa. koltuklar arkalara dogru dorderli. iki koltugun yonu otobusun gidis yonune donuk, diger iki koltuk da karsisinda yonleri arkaya donuk. kizimiz otoubusun gidis yonune dogru birine oturmus bu dortlu koltuklarin, ayaklarini da ondeki koltugun ustune uzatmis. toplu tasima aracalarinda koltuk uzerine ayak koyan insan modeli var bir cesit. bunlar yataklarina da ayakkabiyla cikan insanlar genellikle. Hayir, gordum gozlerimle ayakkabilariyla yatak uzerine cikanlarini da. biraz kulturle alakali tabi. ayakkabiyi yatarken cikaran insanlardansaniz, onunla gunluk hayatinizda hemen hemen herseyi yapmaya da alisiyorsunuz haliyle. garipsemisimdir hep, ayaklarina ayaklarimla tekme atip, indirmek isterim gordugumde. icimdeki fasist heyecanlanir vahset fiskirdigini gordukce derinlerimden.
o otobusun, o guzergahinda bir yerlerden bir yerlere yirmi dakika kadar suren yolcugum boyunca elindeki kitabi okuyacak konsantrasyonu olmayan bu genc kizimiz bana neler dusundurtmedi neler. insan akli ne acaip! insana neyi, nerede, ne ile benzestirecegi, hatirlatacagi belli olmuyor. buralarda kitap her yerde, her zaman okunan birseydir. Nedense ortasina bir kagit koydugu kitabi oyle eline yabanci bicimde tutuyordu ki, aklima sozlukteki metroda kitap okuyan artist, otobuste kitap okuyan artist turu basliklar geldi. Ahh, sozluk sen ne kadar da luzumsuz yere ruhuma islemissin! Halbuki burda kitap okuyana artist muamelesi yapmaz kimse. Off, icimdeki dogulu yanim. Aslinda sorun bende degildi sanirim, sorun genc kizdaydi. O kizin kitabi tutusu, kitapla iliskisi ve elinde o kitapla davranis bicimi idi benim icimden dogulu yanimi cikaran. Kitaba kitap muamelesi degil de, kitaba canta, telefon, tirnak torpusu muamelesi yapiyordu sanki. Ne mi okuyordu? Beyaz kapak uzerine gri ve kirmizi ile yaziyordu kitabin adi. C gri, harm ise kirmizi ile yazilmisti. Charm Syndrome ama harm'i kirmizi yazilmis bir charm Syndrome. Inerken gordum tam.
yer şehrin kuzeyi. geceleri dışarı cıkmaktan çekinilecek kadar adı çıkmış, pis bir yer. Ülkedeki ilk senemiz olduğundan neyin nasıl yapacağını pek bilmez haldeyiz. Gece geç saatlere kadar dışarıda olunduğundan, bazı otobüsler çoktan kaçırmışız. Tube station desen 12 de zaten kapanmış çoktan. Night bus'lar 20 dakikada bir geçer. Dışarısı muhteşem soğuk.
Yürümeye karar veririz. Bekleyip donmaktansa, bunun daha iyi bir seçenek olacağını düşünürüz. Issız, karanlık ve gizemli sokaklardan geçerken yanımızda bir araba durur. arabanın içi neredeyse fuldür. '' bırakalım mı beyler sizi'' diye ingiliz serserinin biri rica edermişcesine bir cümle kursa da aslında ses tonundan ''piç''liği anlaşılır. Biz bu nazik(!) teklifini geri çevirirken yürümeye devam ederiz. yaklaşık 5 dakika daha durduktan sonra az önce arabayla bizi bırakmak isteyen genç, şiddetle arkadaşımından para ister. Bizimkisi kibar olacağından ''yok, kusura bakma'' gibi cümleler kurarak olayın geçeceğini düşünür. arabanın içindeki onca kişiyi görüp yardım için security'e bağırmam bir olur. Koşuşturan security'i gören şerefsizler, arabaya atlayarak olay yerinden kaçarlar. işin kötüsü arkadaş yumruk yemekten kaçınamaz.
Bu olay üstünden 3 sene geçti. Kimse bana serseriler, itler sadece türkiye'de demesin. Avrupanın her yerinde, her köşesinde durum pek farklı değildir.