kesinlikle izlenmesi gereken, başından sonuna kadar yüzünüzde bir sırıtmanın duracağı ama bu sırıtmanın film boyunca hüznü emdiğini bitince farkedeceğiniz tadı damakta kalan filmlerdendir.
filme sığ bir gözle bakarsak kaybedenlerin filmi ama yönetmen burada devreye girerek bu kaybın esasında karakterlerin kazancı olduğunu vurguluyor ki bu açıdan şahane bir filmdir.
boşanma, başarısız intihar girişimi, iflas, pilot olmak isteyen elemanın sağlık sorunu ve son olarak da küçük, sevimli oyuncunun güzellik yarışmasını kaybetmesi işte bunların hepsinden bir zafer çıkıyor aslında filmde o da sanırsam insanın kendi olması ile ilgili.
Herkesin kaybetmeyi öğrendiğini ve kendine güven kazanabilmeyi öğreten tatlı mı tatlı bir yol filmidir. Üzücü olaylar dahi iyimserlikle kapatılmış ve her sahnesiyle büyük bir mutluluk vermiştir. Büyük beklentilerle izlenilmemesi koşuluyla sevilesi bir filmdir. Requiem for a dream gibi filmlerin aksine insanı bir anda gülümsetebilecek bir etkiye sahiptir. filmi izledikten sonra bünyede o sarı minübüsle doğaçlama bir yolculuk yapma isteği doğurabilir.
gelmiş geçmiş en tatlı film desem abartmış olmam sanırım? birbirinden tamamıyla farklı kişilikteki karakterlerin bir araya gelince ne denli sevimli sıcak ve sevimli bir film çıkabileceğinin cevabı işte.
filmin final sahnesini gözleri dolu dolu ve yüzünde kocaman bir sırıtışla izlemeyen bir insan bile görmedim şu ana kadar.
"hayatta kaybeden kişi olmak" üzerine eglenceli,ve cok güzel bir filmdi."holivuttan" sıkılanlar için gercekten basarılı bir bagımsız yapım denilebilir.ayrıca filmdeki repliklerde içi bos konusmalardan değil,gercekten güzel sözlerden oluşuyor;
edwin:do you know what a loser is? a real loser is somebody who is so afraid of not winning they don't even try.
diğer filmlerden ayrı bir yere konulur bu film. ne tür film severseniz sevin ama bunu da bir kere izleyin.
ayrıca film müzikleri devotchka tarafından yapılmıştır ki onu da bir dinleyin.
şimdiye kadar çekilmiş bütün yol filmleri düşünüldüğünde herhalde en iyisi bu filmdir. herkes ayrı bir telden çalar filmde. elbette dede ve şirine little miss sunshine en favori tiplerdendir. filmin en kopan yeri olan küçük kızın yarışmadaki performansını övecek kelime bulamıyorum şahsen, o derece sevimli ve güzel. bi de devamında herkesin bi güzel balataları koparıp sahneye fırlaması tam olmuştur.
frank'in marcel proust hakkında söyledikleriyle dikkatimi proust'a yöneltmeme sebep olmuş,izlendiği esnada ve sonrasında yüzünüze güzel bir gülümseme armağan eden çok iyi,çok çok iyi bir ölmeden önce izlenmesi gereken film.
her karakterin ayrı tat verdiği değişik ve eğlenceli bir film. ergen gencimizin tripleri annenin ve babanın küçük kız çocuğu tripleri çok enteresandır. ama asıl o yaşlı dede yok mu '' amca daha neyin peşindesin '' diye boynuna atlayıp sarsasım gelmiştir.
izledikten sonra yüzde garip bir tebessüm bırakan mükemmel film. bir sahneye tam üzülürken öyle absürt bir olaya bağlamışlar ki konuyu, gülmeden yapamıyorsunuz. özellikle son yarım saati epey güldürüyor, duygusal olmasına rağmen.
başından sonuna kadar, başına sürekli daha kötü, daha trajik olaylar gelen bir ailenin yol hikayesini anlatıyor olmasına rağmen, nasıl bu kadar iyi hissettirebildiğini çözemediğim film. düşünüyorum, düşünüyorum yok. bir tane bile iyiye giden bir gelişme olmuyor film boyunca. ama final dansında kahkahaları tutabilmek imkansız. üstelik bir yandan da gözlerim dolu olmasına rağmen...
ayrıca 70 yaşından sonra uyuşturucu kullanmamanın aptallık olduğunu iddia eden ve beni ikna eden film.
dwayne dwayne.. yaşadığı herşey özetidir hayatın.birşeyi çok istersiniz sırf bu yüzden ağzınıza kilit bile vurursunuz ama olmaz bazen.olmaz ama devam eder yaşam.daha çok sallamamaya başlarsınız çünkü ''o'' yoktur artık.**
süresinden başka hiçbir şeyini bilmeden izleyince oldukça hoş netice bırakan film. mesela müzikleri ayrı dikkat çeker ki*, şahsıma bir filmin ilk defa "müziklerini de edineyim!" bölüşünü yaşatmıştır. karakterlerin haller de, oyunculukları da güzeldir..
genel havası özellikle, gülümseterek sürekli saçma salak şekilde..