Çok film vardır, anormalliğe övgüler düzen, "normal nedir, kime göredir ?" 'i sorgulayan. Ama bunların bir çoğu, bunu, little miss sunshine kadar doğal, bu derece özel ve aynı zamanda sıradan, en önemlisi
de "normal standartlarını yermek adına absürdleşme tuzağına düşmeyen" bir tarzla sunamamıştı. sadece bu yüzden bile çok ayrı bir yerde "little miss sunshine".
tek kelimeyle, izleyicinin gözünün içine baka baka, "belki de bu izlediğin değil sensin anormal olan" diyor bu film. övgüye layık..
tam anlamıyla anormal bir ailenin belki de en normal üyesi olan küçük kızları oliver'in hayalini gerçekleştirmek için çıktıkları yolculuğu anlatan seyri keyifli filmdir.
--spoiler--
abinin renk körü olduğunu ve bu yüzden hayallerini süsleyen meslek olan pilotluk yapamayacağını öğrendiğinde yıkılışı yüreğimi dağladı.
daha sonra aynı abinin sarfettiği bir söz var ki takdire şayandır. "pilot olamıyorsam uçmak için başka yollar bulurum" gibi bişeydi. yürü be koçum.
küçük kızların barbie bebek gibi süslenip yarıştırılmasına da dikkat çekmektedir ki o sahnelerde gerçekten iğrendim.
--spoiler--
Senaryo,aktörler,müzik,prodüksiyon,sanat yönetimi ve diyalogların aynı anda bu kadar kusursuz olmasına insanın akıl erdiremediği özgün,zeki,umutlu,sıcak ve gerçek bir film.Alan Arkin en iyi yardımcı erkek oyuncu,film ise en iyi özgün senaryo dalında oscar almıştır.Her izlendiğinde oyunculuklardaki incelikleri daha iyi algılama ve bir kat daha keyfine varma şansı veren,hiç bir sahnesi hiç bir repliği doldurma,boş olmayan,eleştirisini en doğal ve zeki yolla izleyiciye ulaştıran sapasağlam bir yirmibirinci yüzyıl sanat eseri.Film bittiğinde insanın kendini 'gerçekten' mutlu hissetmesi çok sihirli bir duygu.
--spoiler--
tüylerimi diken diken edip, mutluluktan ağlatmaya ramak bırakan sahne, olive'in striptiz yaparken, dışarı atılmasına tepki olarak amcası, babası ve abisinin de sahneye fırlayıp, olive'in arkasında dans etmeye başlamalarıydı.
--spoiler-- dwayne: bazen 18 yaşıma kadar uyumak istiyorum. herşeyi okulu falan atlayıp geçmek. geçip gitmek. frank: marcel proust'u tanıyor musun? dwayne: hakkında ders verdiğin adam mı? frank: evet. fransız yazar. tam anlamıyla bir kaybeden. hiç gerçek bir işi olmamış. karşılıksız aşkları var. ayrıca homo. 20 yılını kimsenin okumadığı bir kitabı yazmak için harcamış, ama shakespeare'den beri en iyi yazarlardan biri. neyse, hayatının sonuna geldiğinde arkaya bakmış ve acı çektiği onca yılın en iyi yılları olduğuna karar vermiş ve o yıllar onu kendisi yapmış. mutlu olduğu anlar? boşa giden zamanlar ve birşey öğretmiyorlar. yani 18'ine kadar uyursan kaçıracağın acıları düşün.
--spoiler--
kendilerinin ulasamadiklari mutluluga kizlarinin ulasmasi icin olabilecek en komik durumlara dusen, en zorlu yollardan gecen ailenin anlatildigi cok sicak bir filmdir.
ayrica, "boyle dedem olsun 5 milyar borcum olsun. kadin satar oderim." dedirten filmdir.
--spoiler--
let me give you some advice son. fuck a lot of women. not just one. a lot of women.
--spoiler--
yapımcılarının yeni filminin adı ise sunshine cleaning (günışığı temizleme şirketi olarak çevrilmiş); bu yıl istanbul film festivalinde gösterimde. fakat ne yazık ki tüm biletler tükenmiş.. ben de yetişemedim *
konusu ise şöyle;
"hayatın zorluklarıyla cebelleşen bir aileyi anlatan, son derece karanlık, hatta ölümcül bir duygusal komedi. iki kız kardeşin büyüğü rose, çocuğunu tek başına büyüten bir annedir, küçüğü nora ise yetişkinlikten kaçmak için her şeyi deneyen bir dumanlı kafa. birlikte rose'un oğlu oscar'a bakarlar, babalarını (alan arkin) da beladan uzak tutmaya çalışırlar. ama geçinebilmek için çalışmaları gerekir, iş icabı ölüm vakalarında olay mahallini temizlemeleri gerekse bile. çok geçmeden kendilerini intihar, cinayet ve daha pek çok vakanın içinde bulurlar, ama gelecekle ilgili parlak hayaller kurmaktan ve birlikte vakit geçirmekten mutludurlar."
tam otelden ayrıldıkları esnada bana ''bitme yaa!'' şeklinde bir tepki verdirmiş olan enfes film.. müzikleri de en az kendi kadar harikadır.. en beğendiğim looser ise dwayne'di.. hele ki amcasıyla bir marcel proust konuşmaları vardır ki süperdir..
şiddetle izlenmesi gereken, aldığı oscarları sonuna dek hakeden film..
yeni izlemiş olmanın gazına mı geldim bilmiyorum ama, hayatımda izlediğim en güzel film. bu filmden sonra hayata bakış açım değişti. öyle övmek için söylemiyorum. ciddiyim lan, izleyin bu filmi.
olive mikrofonu alarak: bu gösteriyi büyükbabama adamak istiyorum.
sunucu: ne kadar güzel... büyük baban nerede? o burada mı?
olive: minibüsümüzün bagajında.
izlenesi filmdir. şirin bi ufaklık, arıza bi dede, intihara teşebbüs etmiş ve eşcinsel bir dayı, sessizlik yemini etmiş bi abi, takıntılı bi baba ve normale yakın bi anne. ortaya çıkan müthiş bir film.
karakterlerin hepsi ayrı ayrı eğlencelikli. "itinayla rol kesilir" dediklerini de duyar gibiyim. "Sen bir kazanan mısın, yoksa kaybeden mi?" replikli, bembeyaz dişli, diş macunu reklamı gülümseyişli, plaza insanı duruşlu bizınısmen aile babası özellikle, iyi oynuyor. Kendinden nefret ettirmeyi o kadar iyi beceriyor ki, bence iyi oyunculuk bu olsa gerek. "olsa gerek" kalıbının da ayrıca hastasıyım...
Yol olsun macera olsun mavra olsun absürtlükler olsun, tebessüm hanenize birer artı puan olarak yazılacak çok şey var. yine de, daha dolgun diyalogludur ve daha mavrakardır diye tahayyül etmiştim. o yüzden büyük beklentilerle gitmemek lazım filme. Gitmemek derken? arkadaşınızın evinde izlemeye filan yani... kamuoyunu yanıltmak istemezük.