türkçe'ye tutku oyunları olarak çevrilen bir todd field filmi. aksiyon sahneleri olmamasına rağmen beğenerek izlediğim film. başrolde sarah rolünde kate winslet var ; ama bence filmdeki en dikkat çekici karakter çocuk tacizcisi rolündeki jackie earle haley.
Geçenlerde bir öneri üzerine izlediğim ve etkisinde kaldığım filmdir. Biraz zaman geçsin tekrar izleyeceğim.
Başlarda sıkıcı mı acaba diye soruyor insan sonra etkilenmeye ve gerilmeye başlıyor. Sonuna kadar bi gerilim hakim oluyor. Ancak ilk olarak önyargılı insanlara ayna tutuyor. Hayallerinin peşinden gitmeyip evli fakat mutsuz bir anne tutkuyu ve aşkı yanlış zamanda doğru insanda buluyor. Harika bir baba fakat henüz olgunlaşamamış çocuk ruhlu adam da tutkuyu eşinden başka bir kadında buluyor. Daha önce bazı duyguları yaşamayan bir adam internette gördüğü kadın fotoğraflarına asılıyor. Eve ekmek getiren bir kadın bütün gücü ve hakimiyeti kendi ellerinde sanıyor. Bir polis suçsuz yere bir insanı öldürebiliyor, pedofili hastası bir insan ise kendi cezasını kendi kesiyor. Küçük bir mahallede, şu zamana kadar duyduğumuz ve düşünmeden eleştirdiğimiz hayatları 2 saatte ustaca anlatıyor. Patrick wilson ve kate Winslet zaten mükemmel oyunculuklarını konuşturuyor.
Filme başlandığından itibaren sorgulatan ve düşünmeye iten Harika bir film.
--spoiler--
öncelikle filmin başlarındaki sarah ile madame bovary benzeşmesi üzerine gideceklerini düşünerek sevinmiştim. sarah rolündeki kate winslet bovary'nin bir tür güncellemesi gibi film içine yayılacak zannettik, olmadı. ama olmasa da oldu. sarah yaşadıklarının bir kısmıyla kapana kısılmış insan, sıkıştığı kapanı kırmaya çalışan bir kadın olarak yeterince dikkat çekici...
filmdeki narrator* filmin özellikle the guardians'ın ilk maçındaki mağlubiyetlerini anlatış ta oldukça sürükleyici bir etkiye sahipti. filmin geri kalanında da rahatsız edici bir vasfa hiç ulaşmıyor. gerçi, desperate housewives'ı biraz hatırlattı bana ama o kadar da olur..*
kate winslet* ve jackie earle haley filmin harika oyunculuk gösteren isimleri. bu oyunculuğu göstermelerini sağlayabilecek karakterleri üstlenmiş olmalarını geçersek bence layığıyla yerine getirmişler işlerini... bunun dışında patrick wilson ve jennifer connely* vasatın biraz üstünde bir oyunculukla işi kotarmışlar.
kitabını okumadım filmini de hakkında araştırma yapmadan izledim.. çat diye denk geldi aa kate wınslıt dedim izlemeye başladım.. bizdeki meşhur masumiyet barda gemide ve niceleri gibi yapılmaya çalışılan "iç darartıcı , daraltırken hayatın öteki yüzünü göstermeceli" filmlerden daha çok içim daraldı onu bi baştan söliyim..
çünkü masumiyetteki hayat bana uzak , o adamların yaşadıklarının başıma gelmeyeceği de aşikar * ( büyük ihtimalle).. fakat bu sarah , yeri gelince çocuğuna bile ayakbağı diye bakabilen kadın profiliyle çok tanıdık bana..
brad karısının dominantlığı ve parası altında ezilmiş esasında çoğu erkek gibi , ne bok yiyeceğini bilmeyen birazcık daha özen ve ilgi arama telaşında yeri geldiğinde kendi eşinden çok daha azına bile razı olan tipik bi adam..
bu film çok kritik bi mevzuuyu da içeriyo.. bi pedofiliyi şirin ya da umutsuz gösteriyo derken , parka bakarak otuzbir çekme sahnesiyle "evet bunlar cidden hasta ve kapatılmaları gerekiyo" dedirtiyo.. aslında pedofili mevzuu beni rahatsız etti.. yani o havuz başındaki hatunlar sanki adama boşyere kızıyolarmış gibi bi izlenim aldım.. benim çocuğum parkta pedofili olduğun bildiğim bi adamla rastgelse , adamı ben de polis çağırttırıp içeri attırmaya uğraşırdım.. bu işler böyle..
evet pedofili olmak da başlı başına bi sıkıntı ve aynen şizofreni gibi ne biliyim parkinson gibi insanın elinde olan bi durum değil.. ama maalesef ellerinde olmaması onların hasta ve topluma zararlı olduğu gerçeğini değiştirmiyo.. gene aynı yere çıktık hayat adaletsiz..
ronnie'ye büyük ihtimalle ronniede kendini gördüğü ve ürperdiği için aşırı tepki gösteren brad'in öfkeye eğilimli arkadaşı en az ronnie kadar hastalıklı.. şahsım adına polislerden tiksinen biri olarak , adamın polis olması benim polislerin bok olduğuyla ilgili düşüncemi haklı çıkarttı o yüzden mutlu oldum itiraf ediyim..
kitaptaki madame bovary göndermesi ve tipik banliyö hatunuyla "yoldan çıkmış orospu" tartışması biraz yüzeyseldi..
brad ve sarahın çok tanıdık gelmeleri yani aslında orta üst sınıfın kendi içindeki kısırdöngüleri kopuklukları amatör ruhu kaybetmeleri ve yırtmış orta sınıf ailesindeki içten içe , bunca ev bunca araba bunca kariyer bizi mutlu etmiyo amk hissiyatı güzel yansıtılmış.. onun dışında filmi maalesef çok beğenmedim..
fakat şu gerçek bi kere daha yüzüme sert sert vurdu.. kariyer uğruna eşine ilgi göstermezsen , o da seni ilgi gösteren kadına tercih eder.. bu kadar basit..
seyirciyi mutlu etme amacıyla saçma sapan mutlu sonlarla biten filmlere inat, konuyla bütünleşen bir sonla bitmiş olan süper film. o esas oğlan, yeniden başka türlü bir rutin hayata başlasa şaşılması gerekirdi zaten. olmuş diyor, 10 üzerinden 9.0 veriyoruz. 1 puanı nerden mi kırdım? jennifer connely ve esas oğlanın vasat oyunculuğundan. jackie earle haley kişisi de kate winslet ile beraber filme çok büyük katkı sağladı not etmek gerekir.
tom perrotta'nın ''aşk bir varmış bir yokmuş'' isimli kitabından uyarlanan todd field'in 2. uzun metrajlı filmi.genelde sıkıcı, bunaltıcı, kopuk şeklinde yorumlar almış ama son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden.yalnızlık üzerine, farklı olmanın zorluğu üzerine harika bi drama..in the bedroom'u beğenenler kaçırmasın..
Teknik olarak kusursuz olsada başta cesurca söylediği bir çok şeyden vazgeçen her şeyi kadere teslim eden filmdir. Ne kadar özgürlükten yanaymıs gibi yapsada sonuna kadar muhafazakardir.