lise ve üniversite arasında sadece 3 ay olmasına rağmen, kafa-ortam olarak arada uçurumlar var diyebiliriz.
nedir bu alışkanlıklar? misal, bu yazının girişi olan yukarıdaki cümle. hani, kompozisyon yazarken giriş gelişme sonuç olması gerekiyordu ya, edebiyat hocaları kafama nasıl kazımışsa artık, lise bitti üniversite bitti hala unutmamışım.
neyse... lisede alışmışız garip bi disipline. üniversitenin ilk yılı sanki rektör bi yerden çıkıp enseme tokadı yapıştırıverecekmiş gibi bi korkuyla geçti. neden? lisede hep öyle oluyordu! dekanı da müdür yardımcısı gibi konumlandırdığımdan olsa gerek, it gibi tırstım dekanlardan! bunlardan biri de ali atıf bir idi. varın siz düşünün korkumun düzeyini!
lisede alıştığım bir diğer konu da -ki aslında s.ke s.ke alıştım- kızlara pek yaklaşmamak gerektiğiydi. neden? hocalar bi yana, kızın amcaoğlusu/dayıoğlusu dolu okul! kızla konuştu diye pıçaklanmış arkadaşlarım vardı lisede. bu sebepten, kızlarla ilişki kurma sürecim (ilişki derken, iletişim manasında) bi hayli geç başladı..
bunu yapan başka kimse var mıdır bilmiyorum ama, hoca sınıfa girince ayağa kalkmaya teşebbüs etmişliğim var benim!
lisede yapıyorduk diye fakülte koridorunda uzun eşşek oynama girişimimiz de olmuştu. başarısızlıkla sonuçlandı tabii...
bizim bölümde hemen her hafta araştırma ödevi olurdu. yani nedir işte, kütüphaneye gidilecek, yabancı kaynaklardan faydalanılacak filan... ama ne yapıyordum? ödev teslim gününün sabahında kantinde saçma sapan bişeyler yazıp veriyordum. bu yüzden de zaten bölümün en boktan öğrencilerinden biriydim.
sap arkadaş grubu var ya. ben onu da liseden gelen alışkanlığa bağlıyorum! ulan sınıfta 50 tane kız var, biz 5 sap en arkada oturuyoruz!
daha çok şey var da aklıma gelmiyor şimdi. ama liseden taşıyamadığım tek alışkanlık kopya çekmek oldu. gotüm yemedi kopya çekmeye!
birinde kampüste çocuğun biri -yeni öğrenci olduğu belliydi- rektörü nerede bulabileceğini sordu! görüşmek istiyormuş! ulan rektörü kim kaybetti ki sen bulasın? ben iki kere televizyonda gördüm o kadar...