insanın gelişimini 7li yıllara ayrırsak *üçüncü yedilikte yani 14-21 yaş arasında en kalıcı arkadaşlıkların ve en sahici aşkların yaşandığını yılların başları.
bu aralık tam olarak liseye ve biraz da üniversitenin ilk yıllarına denk gelir. dikkat ederseniz en iyi dostlar ne ilkokuldan ne unıversıteden , ama liseden cıkar.
o yüzden lisede bulamadıysanız da üniversitede hemen buldunuz buldunuz. yoksa evde kalırsınız. kanımca yaşıt olarak evlenip çok mutlu olanlar bu aralığı tutturdukları için böyleler .kalanlar genelde aşık olmadan mantık için, dördüncü yediliği pas geçip 30lara yaklaşıldığında evleniyor
insanın ayaklarının yera basmaya başladığı yıllardır. her türlü insanla karşılaşılır. her türlü duygu yaşanır. hayal kırıklıkları, aşklar , arabesk.....ve yıllar gelir geçer hemde çok çabuk...
zihinde kalanlar : kimseye gereğinden fazla değer verme...
lise sonda bir edebiyat hocamız vardı, gülten hoca. hep derdi ki üniversite hayatında daha çok özgürlük bulacaksınız daha yeni bakış açıları kazanacaksınız hayata. ama unutmayın derdi, hiçbiri lise yıllarındaki anılar gibi olmayacak...
üniversite bitti, epey de oldu. arkamıza dönüp baktığımızda lise anıları daha başka. çünkü daha masum, her şeyin ilkinin yaşandığı yıllar... çocukluğun büyüklükle aptal kargaşası.
aileden ayrı ilk yıllar..yanında yatan 15 yaşında gözlüklü bir yabancı..küf tutmuş ranzaların sidik kokan nemli yatakları..parasızlık, soğuk ve yine soğuk..ideoloji kaosundan rastgele seçmeceler..ve kelek çıkan karpuzlar..tarikat evleri..ve alkol ve sigara ve yine alkol...tütün kullanmanın cezaya tabî olmadığı şehirler arası otobüsler...camın buğusuna anne yazmacalar..bitmeyen yollar...platonik aşklar...porno dergiler..ve merhaba ey yalnızlık..
adamdan sayılmadığınız son zamanlar, çocukluğa yakın durur bu durum. bittiği an artık kendi yükünüz omuzlarınızda (sorumluluk): (bkz: hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.) yaşla mı alakalı, birlikte büyümekle mi; niyeyse ordan sonrası daha sivri bir hayat.
birey olmanın dayanılmaz hafifliği dersek, elbette zevkli, değerli ama işte yine de...