birçok insanın utandığı, kimselerle tanıştırmak istemediği, hatta 'neden böyle bir annenin evlâdıyım' diyerek sorguladığı bir konudur.
oysa ki anne cana can katandır, o da yetmez ömüründen ömür eksiltendir. annedir en nihayetinde.lise mezunu olmasa bile dokuz ay karnında taşır, uykusundan olur büyütene kadar, üstelik lise mezunu bile değildir.
emzirir, besler, korkar, tasalanır, uyurken baş parmağını burnuna yaklaştırıp nefes alıp almadığını kontrol eder, ders verir, emek harcar, ecel terleri döker, azıcık öksürseniz ömründen ömür gider. düşüp dizlerinizi yaraladığınızda, içi sizden daha çok sızlar ve yerden kaldırdığında gözlerinize bakıp "annem benim" deyip sımsıkı sarılır size. yıllar sonra o düşme anınızı her hatırladığında "kurban olurum nasıl düşmüştün öyle" diyerek acı çeker yeniden.
en büyük sırdaşınız olur.tek arkadaşınız. yıllarını hebâ eder kısaca ve lise mezunu bile değildir. tüm bunları hissederek yapabilen annedir, o lise mezunu bile olmayan anne.anneliği diplomasında yazmaz hiç bir annenin,zira yüreğindedir annelik...
lise mezunu bile olmayan bir anneye sahibim...candır,candan ötedir.uğruna ölebileceğim tek varlıktır o ve ben gurur duyuyorum onunla.
annem enteresan bir kadındır. hayatında hiç okula gitmemiş. ama giden komşu çocuğunun kitaplarına bakarak okumayı öğrenmiş. ilkokulu 30 lu yaşlarının başında ortaokul ve liseyi de 40 lı yaşlarının başında dışarıdan bitirdi. sonuç itibarı ile ben hayatımın bir kısmını lise mezunu olamayan bir kısmını ise lise mezunu olan bir anne ile geçirdim.
tecrübeme dayanarak size şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ; liseden mezun olmadan önce de ve sonrada hep iyi yemek yapardı. kısaca pek bir şey değişmedi.
çok gurur verici birşeydir hiç utanılıp sıkılacak bir yanı yoktur. zamanında okutmayanlar utansın.
not: annem gerçekten okuma yazma bilmiyor.ve bunda utanılacak hiçbirşey yok.*
ne yalan söyleyeyim üniversiteye gelesiye utandığım hadise. annem anlatırdı hep okuyamadım diye.. 1930'larda bizimkiler bulgaristan'dan göç ettirilmiş, manisa civarında muhacir köylerinden birine yerleştirilmiş. köyde 10 sene öncesine kadar 1,2,3,4 ve 5. sınıfların aynı sınıfta olduğu bir okul vardı o da kapandı. annem de bu okuldan mezun olmuş, diplomasını da saklamış 35 senedir. ortaokul için 3 km ötedeki kasabaya gitmesi lazımmış tek başına, o zaman bizimkiler de araç da yokmuş, tabi otobüs de yok o sıralar. hergün tek başına karda kışta 3 km gidip gelmeye cesaret edememiş. çok isterdim der hep ortaokulu okusaydım diye. ama hem ablamın hem de benim okumam için hem annem hem de babam varını yoğunu koyarak okutmaya çalıştılar, hala da çalışıyorlar. hayatının neredeyse üçte ikisini size ayırmış birinden utanmak riyakarlığın daniskasıdır.
geçenlerde gayet iyi giyimli ve iyi bir işi olduğu anlaşılan bir ağabeyin memleketten anasıyla babası gelmiş lüks bir lokantaya getirdiğini gördüm. anası ve babasının alışkın olmadığı belliydi öyle yerlere, çekingendiler. ama oğul öyle ilgileniyordu ki, özel olarak aşçının yanına gidip annesinin istediği şekilde yaptırıyor, gelince de elinle yediriyor, babası doydum demesine rağmen babam 1 tane de benim hatırın için ye diyodu. herhalinden belliydi onları çok sevdiği. o ara çok duygulandım. acaba ben de ileri de böyle bir evlat olabilecek miyim annemle babama diye.. öyle ya lise yıllarına kadar annemin toplatılara dahi gelmesini istemiyordum.. arkadaşlarımın anneleri lise, üniversite mezunu şıkken; benim annem ilkokul mezunu ve kapalıydı. açıkça olmasa da zımnen çevre baskısı vardı yaşadığım çevrede.
neyse ki o günleri geç de olsa aştım, canım anam şimdi 800 km ötede şuan belki de yarınki sınavım için bana dua ediyor.
o istemez miydi sanki okumayı. ama kahrolası kader! tam okul çağına geldiğinde bulunduğu köye okul yaptırıldığı için ilkokulu okuyabilmiştir. buna da şükreder.