lise egitimi

entry2 galeri0
    1.
  1. Türkiye'deki siyasal egemenlik kavgaları, bir bakıma da psiko-sosyolojik bir tümör...
    Kışla parfümlü siyasal egemenlikle, cami parfümlü siyasal egemenlik tokuşması; durup dururken çıkmadı ortaya.
    Olup bitenlere bilimsel bir büyüteçle bakıldığında görünen o ki; iskeletsiz ve bilinçsiz, amorf bir “sınıf” çatışması bu...
    * * *
    Osmanlı dönemindeki çağdaşlaşma girişimleri; Fransa’dan, hiçbir meslek eğitimi vermeyen lise eğitimi modelini de kopyalamaya kalkınca; değişik türden, sınıfsal bir kutuplaşmanın da tohumları atılmaya başlandı.
    * * *
    Fransa'daki lise eğitimi modeli, 1802'de Napoleon Bonaparte tarafından biçimlendirilmişti.
    Daha çok toprak köleliğine dayalı eski ekonomik bir yapı; gitgide makinelerin üretimine dayalı el tezgâhlarıyla, fabrikaların ağırlığı altında kalıyordu.
    * * *
    Aristokrasinin dışındaki yönetilen halk kesimi içinden; makinelerle fabrikaların mülkiyetine sahip, yeni zenginler çıkmaya başlamıştı.
    Ne var ki, yeni zenginler; bir hayli hırt, görgüsüz ve yontulmamıştılar.
    * * *
    Napoleon, makinelerin mülkiyetine sahip yeni zengin aile çocuklarının genel bir kültür donanımıyla, biraz daha törpülenip süzülmüş olarak yetişmeleri için gerçekleştirmişti, hiçbir meslek eğitimi vermeyen lise eğitimini.
    * * *
    Lise eğitiminden geçmişlerin, yaşam ve kazanç topoğrafyası belliydi; tezgâh ve fabrika patronluğu ile çevresindeki yönetim kadrosu.
    Onların ayrıca bir meslek sahibi olmalarına gerek yoktu.
    * * *
    Sultan Abdülaziz döneminde, Fransa'daki lise eğitimi modeli, istanbul'da da kopya edilmeye başlayınca...
    Bir yığın lise diplomalı mesleksiz genç, gün günden pıtıraklaştı gitti.
    Ve onların aileleri de, fabrika sahibi değildiler.
    Lise diplomalı gençlerin, geçimlerini ve kazançlarını sağlayacak bir yerleri yoktu; üstelik meslekleri de yoktu.
    * * *
    Lise eğitimi, Hazine'den geçinmeli bürokratik kesimin dallanıp budaklanmasına yaradı.
    Ve mevki sahibi her liseli, bir kamu görevlisi olmak yerine; devleti temsil eden küçük bir padişah olmaya başladı kul yığınlarına karşı.
    * * *
    Cumhuriyet döneminde de, Hazine'den geçinmeli bürokratik kesim; çağdaş bir burjuva görünümüne sokuldu.
    Sonra da büyük bir yanılgıyla, taşradaki köylü ve kasabalıların da; lise eğitimine benzer bir eğitimden geçtikçe, burjuvalaşacakları sanıldı.
    * * *
    Her türlü ilkellikle, tutarsızlığın ve yamukluğun gerekçesi, hep aynı nedene bağlandı:
    - Eğitim sorunu efendim.
    * * *
    Durumun sosyo-ekonomik bir tablosunu çıkarmak; yoksul yığınların acılarını, şiirleştirip romanlaştırarak dile getirmek de, ağır bir suç sayıldı.

    1945'den sonra ismet Paşa’nın, dış politikanın rotasını ABD'ye çevirmesi ve Washington'un da dayatmasıyla; çok partili düzen ile karayolları seferberliği”ne geçilince...
    Hiç beklenmedik bir kutuplaşma çıkmaya başladı ortaya:
    Kışla parfümlü bürokratik siyasal egemenlikle; ona karşı tepki mayalanmasının koyulaştığı cami parfümlü köy-kasaba olgusunun egemenliği...
    * * *
    Anayasa Mahkemesi'nin AKP'yi kapatma kararı vermemesi ve sadece kendisine parmağını sallayarak bir uyarı ihtarında bulunması sonucu; ağız dalaşına dönüşmüş kutuplaşmalar, biraz mayna olur mu?
    Ne diyelim, inşallah diyelim.
    * * *
    Bir de Ergenekon davası var...
    Cadı tırnaklarının, örümcek ağlarına dönüştüğü izlenimini veren bir Ergenekon davası...
    * * *
    Bütün bunlar çok mu çağdaş, çok mu uygar, çok mu kaliteli tablolar?
    Onlar-biz ayrımlarıyla, kendi kendine övünüp durmak ve tüm dünyaya posta koymak özlemleri; hangi sorunu ne kadar çözümledi?

    * * *
    Türkiye'nin kendi meslek ve uğraş alanlarında, evrensel bir değer olan kadroları çok cılız; eski ezberleri ve tabularla dogmaları ırgalamaya yetmiyor ağırlıkları.
    Şeffaflık ise; hiçbir kesimde bir amaç, bir hedef, bilimsel bir pusula değil.
    * * *
    Oysa Türkiye'nin de, dışarıdan kimsenin karışmaması istenen gizli bir iç sömürge görünümünden kurtulması şart.
    AB üyeliğinin koşullarını, yürekten benimsemek tek çare...
    * * *
    Gerçekte Türkiye, içeride kutuplaşır ve bir çalkantı dönemine doğru kayarken; 21. yüzyılın ulus-devlet modelinin aşıldığı, bir küreselleşme dönemiyle çatışıyor.
    Bunun bedellerini de, ne yazık ki genç kuşaklar ödemeye aday görünüyor şimdilik; henüz farkında olmasalar bile...
    * * *
    Böyle gelmiş, böyle gider mi, diyorsunuz; biraz zor...

    çetin altan
    0 ...
  2. 2.
  3. zamanımız itibariyle türkiye'de bir halta yaramayan eğitimdir. zira öğrenciler ilköğretimden direk üniversiteye geçse zaman açısından daha yararlı olacaktır. tabii eğitim-öğretim ayrımını iyi yapmak lazım. bu önermeler sadece öğretim kısmı içindir. nitekim eğitim açısından bir çok lisede öğretmenler öğrencileri hayata çok iyi hazırlamakta dünya görüşü kazandırmaktadır. Ha yok lise öğretimini iyileştirelim üniversitelerin yükü azalsın, amacına hizmet etsin diye düşünülebilir. gönülden bu geçer ama, ne zaman olur acaba?
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük