--spoiler--
bir varmış, bir yokmuş. evvel zaman içinde kalbur saman içinde zenginler az, yoksullar çok imiş.
bundan çok zaman önce, memleketin birinde iyiliksever bir padişah varmış. o kadar iyi bir insanmış ki bu padişah, onun iyiliği dillere destanmış. yoksullara yiyecek, giyecek dağıtır; oksulların, kimsesizlerin gönlünü alırmış.
yılda bir gün de sarayının karşısına yaptırdığı çeşmenin bir musluğundan yağ, bir musluğundan bal akıtır; herkesin hayır duasını alırmış.
gene böyle, çeşmeden yağ ve bal akma günlerinden biriymiş. halk sıraya girmiş, testisini kapan çeşme başına koşmuş. bu arada kentte yaşayan yoksul ve yaşlı bir kadın da sıraya girip elindeki ağzı kırık testiyi yağ ile doldurmuş.
o sırada, padişahın yaramaz oğlu da sarayın penceresinden çeşmeye gelip gidenleri izliyormuş. yaşlı kadın çeşmenin yanından uzaklaşırken okunu attığı gibi onun testisini parçalamış. zavallı kadının testisine doldurduğu yağ yerlere dökülmüş.
şehzade, kadıncağızın bu durumuna kahkahalarla gülmeye başlamış. yaşlı kadın, başını kaldırıp şehzadeye doğru seslenmiş:
- hey oğlum! ben sana ne yaptım da testimi kırdın? dilerim allah'tan, limon kız'a aşık olasın da onu göremeyesin.
o günden sonra şehzade bir düşünceye dalmış ki düşman başına... "acaba bu limon kız nasıl birisi? kim, neyin nesi?" diye akşamlara kadar düşünüyor, meraktan çatlayacak hale geliyormuş.
oğlunun bu düşünceli haline canı sıkılan padişah, bir gün onu yanına çağırmış, ona sürekli düşünmesinin nedenini sormuş. şehzade de limon kız'ı çok merak ettiğini, eğer kendisi izin verirse gidip buluncaya kadar arayacağını söylemiş.
padişah, oğlunun bu isteğini çaresiz kabul etmiş. şehzade, hazırlandıktan sonra babasıyla annesine veda ederek yola koyulmuş.
az gitmiş, uz gitmiş. dere tepe düz gitmiş. günlerce yol almış. sonunda bir dağ başında ihtiyar bir adama rastlamış. selam verip ihtiyarın elini öpmüş.
bu delikanlının kendisine saygı gösterip elini öpmesine pek memnun olan ihtiyar sormuş:
- hayrola çocuğum, böyle tek başına nereye gidiyorsun?
şehzade cevap vermiş:
- bir limon kız varmış baba. onu çok merak ediyorum da aramaya çıktım. ama günlerden beri yol yürüdüğüm halde hala izini bulamadım. ne kendisini tanıyan var, ne de yerini bilen.
ihtiyar gülerek konuşmuş:
- bak oğlum. ben bu limon kız'ın yerini biliyorum. sana tarif edeyim. şuraya doğru yürü. karşıki dağın arkasına git. orada önüne bir gül bahçesi çıkacak. gül ağaçlarının iri iri dikenleri vardır. "ne güzel güller" diyerek bir gül koparıp kokla. oradan çıkıp yürü. suyu simsiyah akan bir dere ile karşılaşacaksın. yanına gidip "aman ne temiz su!" diyerek biraz iç. yoluna devam et. bir köşe başında, zincirlerle ağaçlara bağlanmış bir at ile bir köpeğe rastlayacaksın. atın önündeki eti köpeğin önüne, köpeğin önündeki otu da atın önüne koy. oradan uzaklaş. ileride karşına iki kapı çıkacak. biri kapalı, öteki açıktır. kapalı kapıyı aç, açık kapıyı kapa. açılan kapıdan geçerek yürü. burası devin sarayının bahçesidir. bahçede binlerce meyve ağacının arasında bir tane de limon ağacı vardır. o ağacı arayıp bul. ağacın yanında üç tane kız göreceksin. bu kızları yanına al. sonra geldiğin yerlerden tekrar geç. yanına aldığın kızlar senden bir şey isteyecekler; istediklerini yaparsan iyi. yapmazsan hemen ölürler. dikkatli davran. haydi yolun açık olsun.
şehzade, ihtiyar adama teşekkür etmiş. elini öpmek için eğildiği zaman karşısında kimseyi bulamamış. ihtiyar birdenbire ortadan yok olmuş.
şehzade, yola çıkarak yürümeye başlamış. çok geçmeden dağın arkasına varmış. biraz sonra gül bahçesine ulaşmış. güllerin arasına dalmış. canı acısa da ellerini dikenlerin arasına sokup bir gül koparmış ve "ne güzel güller!" diye koklamış. oradan çıkmış. suyu simsiyah akan dere ile karşılaşmış. kenarına gidip eğilmiş, "aman ne temiz su!" diyerek biraz içmiş. kalkıp yoluna devam etmiş. bir köşe başında, zincirlerle ağaçlara bağlı at ile köpeği görmüş. köpeğin önündeki otu atın önüne, atın önündeki eti de köpeğin önüne koyarak oradan uzaklaşmış. biraz sonra karşısına iki kapı çıkmış. açık kapıyı kapamış, kapalı kapıyı da açarak içinden geçmiş ve devin meyve bahçesine girmiş.
koca bahçede araya araya limon ağacını bulmuş. gerçekten de ağacın yanında üç kız varmış. üç kızı da yanına alıp geriye dönmüş. tam bahçenin kapısına yaklaştığı an; dev, bahçesinden kızların kaçırıldığının farkına varmış. yeri göğü inleten sesi ile bağırmış:
- tutun kapılar! şu oğlanı tutun!
açık kapı dile gelip deve cevap vermiş:
- ben kaç yıldır kapalı duruyordum. kimse bana "halin nedir?" diye sormadı. bu delikanlı beni açtı, biraz ferahladım. ben onu tutamam. güle güle gitsin.
şehzade, kapıdan rahatça geçmiş. dev, bu sefer at ile köpeğe seslenmiş:
-at, köpek! şu oğlanı tutun, bırakmayın!
at ile köpek birlikte cevap vermişler:
- biz onu tutmayız. yıllardan beri birimize zorla et, birimize de ot yediriyorsun. o, bizi bundan kurtardı. etle otun yerini değiştirdi. biz ona fenalık yapamayız.
şehzade, atla köpeğin önünden de geçmiş.
bu sefer dev, dereye seslenmiş:
- kara dere, kara dere! şu oğlanı bırakma!
dere, dile gelip cevap vermiş:
- ben ona fenalık yapamam. sen her zaman pis, diye benim suyumu içmezdin. halbuki o, "aman ne temiz su" diyerek içti, gönlümü hoş etti. varsın geçsin, yolu açık olsun.
şehzade, dereden de geçerek gül bahçesine girmiş.
dev, arkadan yine seslenmiş:
- dikenli güller, dikenli güller! şu oğlanı tutun, bırakmayın!
güller de dile gelip hep bir ağızdan deve cevap vermişler:
- sen de bir gün olsun bizi koklamadın. her zaman dikenli, diye bize hakaret ettin. halbuki bu delikanlı dikenlerimize bakmadı. bizden bir tane kopararak "ne güzel güller!" diye kokladı, bizi sevindirdi. onu tutmayız.
şehzade gül bahçesinden de çıkıp yola koyulmuş.
dev, çaresiz kalınca bahçesinden çıkarak oğlanın arkasından koşmaya başlamış. kapılardan, sonra da atla köpeğin önünden geçmiş, dereye gelmiş. fakat dere ona yol vermemiş. sularını kabartmış, kabartmış. her tarafı kaplamış, devi boğmuş.
şehzade, her şeyden habersiz olarak yol alırken kızlardan biri ile konuşmayı düşünmüş. yol kenarına oturarak bir kızı yanına çağırmış. kız son derece güzel bir kızmış. şehzadeye bakıp "su, su!" demiş.
şehzade, kızın su istediğini anlamış. etrafına bakınmış. aksilik bu ya, oralarda ne bir dere ne de bir çeşme varmış. zavallı kız, susuzluktan ölmüş.
şehzade, buna çok üzülmüş. ama ne çare? yerinden kalkmış. kederli kederli yol almaya başlamış. biraz yorulmuş. bir ağaç altına oturarak dinlenmeye koyulmuş. bu sırada ikinci kızı yanına çağırmış.
bu kız da göz kamaştıracak kadar güzel bir kızmış. o da önceki kızın yaptığı gibi, şehzadeden su istemiş.
telaşlanan şehzade, sağına soluna bakınarak su aramış. fakat yakınında ne bir pınar ne de bir dere varmış. çaresizlik içinde bu kızın da susuzluktan ölmesine tanık olmuş.
o kadar üzülmüş ki "neden bu ikinci kızla su kenarında konuşmadım?" diye kendi kendine kızmış.
böylece epey zaman yol almış, sonunda bir şehre yaklaşmış. şehre girmeden yol kenarında bol ağaçlı bir bahçe görmüş. bahçenin ortasında kocaman bir havuz varmış. etrafta da kimsecikler yokmuş.
gidip havuzun kenarına oturmuş. sesi titreye titreye üçüncü kızı yanına çağırmış:
bu kız, evvelkilerden daha güzel, ayın on dördü gibi bir kızmış. tıpkı diğerleri gibi o da "su, su!" demeye başlamış.
şehzade hemen onu tutup havuzun içine atmış.
bol suya kavuşan limon kız, kana kana su içmiş, doya doya yıkanmış. şen kahkahalar atmaya başlamış.
limon kız'ı ölmekten kurtardığı için şehzadenin sevincine diyecek yokmuş. neşe içinde limon kız'ı seyrediyormuş.
limon kız havuzda yıkanıyormuş:
- sultanım, demiş şehzade. sizi bu halde sarayımıza götüremem. burada bekleyin. ben gidip size güzel bir giysi getireyim. askerlerimi de alayım. saraya öyle döneriz.
limon kız kabul etmiş.
- peki şehzadem, demiş. ben sizi şuradaki ağacın üzerine çıkarak beklerim. ama saraya gittiğiniz zaman kendinizi annenizle babanıza, alnınızdan öptürmeyin. sonra beni unutursunuz.
şehzade, parmağındaki yeşil taşlı yüzüğü çıkarmış.
- limon kız! diye seslenmiş. al bu yüzüğü parmağına tak. birbirimizi kaybedersek bununla kolay buluruz.
yüzüğü havaya doğru fırlatmış. limon kız yüzüğü yakalayarak parmağına takmış. şehzade de oradan uzaklaşıp gitmiş.
şehzadenin saraya ulaşmasıyla oğullarına yeniden kavuşan padişah ile sultan, onu kucaklamışlar, önce alnından, sonra da yanaklarından öpmüşler.
o andan sonra da şehzade, limon kız'ı unutmuş.
şehzade onu unutadursun, biz gelelim limon kız'a.
şehzade uzaklaştıktan sonra, limon kız sudan çıkmış. havuzun kenarında yüksek bir çınar ağacı varmış.
limon kız, ağaca çıkarak yaprakların arasına gizlenmiş. bir taraftan da başını uzatarak havuzun durgun suyunu seyrediyormuş.
o sırada, şehirdeki evlerden birinin arap hizmetçisi havuza su almaya gelmiş. elindeki testiyi havuza daldıracağı sırada birdenbire durmuş. havuzun suyunda limon kız'ın güzel hayali varmış. arap kız, bunu kendi hayali zannederek seyre dalmış. sonra, kendi kendine söylenmiş:
- ben bu kadar güzelim de bana ne diye hizmetçilik yaptırıyorlar?
testiyi doldurup havuz başından uzaklaşmış. eve geldiği zaman hanımına seslenmiş:
- havuzdan testiyi doldururken suda kendimi gördüm. ben çok güzel bir kızmışım. ne diye bana hizmetçilik yaptırıyorsunuz? bundan sonra ben su getirmeye falan gitmem.
hanım gülmüş:
- hay aptal kız! demiş. bir kere başını kaldırıp da ağaca baksaydın, o zaman kimin güzel olduğunu anlardın.
arap kız, bu söz üzerine evden çıkarak doğruca havuzun kenarına gitmiş. düş gördüğü yerde başını kaldırarak ağaca bakmış. dallar arasında ayın on dördü kadar güzel bir kız görünce hanımına hak vermiş. hemen limon kız'a seslenmiş.
- güzel kız! cici kız! ne olur, beni de yukarı alsana.
şehzadenin dönmesi geciktiği için limon kız'ın canı sıkılıyormuş. biraz konuşup vakit geçirmek için arap kızı yukarıya almaya razı olmuş.
limon kız onun ağaca çıkmasına yardım etmiş ve öteden beriden konuşmaya başlamışlar. sonra da limon kız, vakit geçsin diye ona başından geçenleri anlatmış.
arap kız, onun hayatını öğrendikten sonra:
- mademki sen bir peri kızısın, demiş. elbet bir hünerin vardır. bana söylemez misin?
aklına hiçbir kötülük getirmeyen limon kız anlatmış:
- benim tılsımım başımdaki küçücük altın taraktır, diye cevap vermiş. eğer bu küçük altın tarak yerine konmazsa ben kuş olup uçarım.
sonra yine konuşmaya dalmışlar. bir aralık arap kız, limon kız'a dönmüş:
- sultanım, demiş. saçlarınız pek dağınık. başınızı eğin de biraz tarayayım.
limon kız başını eğmiş. arap kız da küçük altın tarakla onun saçlarını taramaya başlamış. tarama işi bittikten sonra, tarağı çıkardığı yere değil, saçlarının başka bir tarafına takmış. limon kız da beyaz bir güvercin olup uçmuş.
limon kız kuş olup uçtuktan sonra, arap kız sevincinden derin bir nefes almış. sonra üzerindeki elbiseleri çıkarıp limon kız gibi ağacın yaprakları arasına gizlenmiş. şehzadeyi beklemeye başlamış.
işte bu sıralarda şehzade, limon kız'ı hatırlamış. hemen askerlerini toplamış. bir kat ipekli sultan elbisesini de yanına alarak yola çıkmış. atını önden sürerek havuzun olduğu yere varmış. başını kaldırıp da ağaçta arap kızı görünce şaşırmış.
- kız sana ne oldu böyle? diye sormuş.
arap kız, üzüntülü görünmüş,
- ne olacak şehzadem? demiş. beni unuttunuz. burada otura otura güneş vurdu kararttı, rüzgar esti sararttı. ağlamaktan gözlerim bozuldu.
şehzade bu sözlere inanmış. arap kız güzelce giyindikten sonra şehzadenin yardımı ile aşağı inmiş.
hep beraber saraya dönmüşler.
padişahla sultan anne, arap kızı görünce şaşırmışlar. şehzadenin dediği gibi bu kızın hiç de güzel tarafı yokmuş. çaresiz kalarak oğullarının hatırı için ses çıkarmamışlar.
kırk gün, kırk gece düğün yaparak onları evlendirmişler.
düğünden sonra sarayın bahçesine beyaz bir güvercin dadanmış. her gün bir ağaca konar, bahçıvana seslenirmiş:
- bahçıvanbaşı, bahçıvanbaşı! şehzadem uyuyorsa, uyusun! uykuları yağ bal olsun! arap kızı uyuyorsa uyusun. uykuları zehir olsun. bastığım dallar kurusun. çiçek, meyve vermez olsun, dermiş. sonra uçup gidermiş. böylece kuşun konduğu dallar kuruyup gidiyormuş.
bir gün saray bahçesine inen şehzade, bazı dalların kurumuş olduğunu görünce bahçıvana çıkışmış:
- neden bu ağaçlara iyi bakmıyorsun?
bahçıvan da dalların neden kuruduğunu anlatmak zorunda kalmış.
bunun üzerine şehzade, kuşun yakalanmasını istemiş.
- o halde bütün dallara ökse sür, o beyaz güvercini yakala, demiş.
bahçıvan, şehzadenin dediklerini hemen yapmış.
ertesi gün güvercin gelip dallardan birine konmuş.
- bastığım dallar kurusun, çiçek, meyve vermez olsun, demiş.
bu sırada kuşun ayakları ökseye yapıştığı için, kuş dalın üzerinde kalakalmış.
şehzadeye hemen haber vermişler. güvercini alıp bir kafese koymuşlar.
şehzade, güvercini çok sevmiş. kafesi alıp kendi odasına götürerek bir köşeye asmış.
güvercin, şehzade odada iken bir şeyler cıvıldar, adeta bir insan gibi konuşur, o odadan çıkınca susarmış.
arap kızı, güvercini görünce onu tanımış ve yok etmeyi düşünmüş. bir gün yalandan hastalanmış:
- benim canım beyaz güvercin eti istiyor, demiş. yoksa ölürüm.
şehzade, çarşıdan bir beyaz güvercin aldırmaya kalkmış. arap kızı bunu istememiş."ille de bu güvercin olacak! başkasını istemem." diye tutturmuş.
şehzade, ne yaptı ne ettiyse arap kızı razı edememiş. kafesteki beyaz güvercini kestirmiş.
sarayın bahçesinde, güvercini kestikleri yerde kocaman bir selvi ağacı bitmiş.
arap kız, servi ağacını görünce dayanamamış. bu sefer de "bu servi ağacından bana bir taht yaptırın." diye tutturmuş. "başka bir servi ağacı bulup keselim." demişlerse de anlatamamışlar. çaresiz bir halde serviyi kesmişler. arap kıza güzel bir taht yapmışlar.
ağaçtan artan tahta parçalarını yoksul bir kadına vermişler. o da ocakta yakmak için alıp evine götürmüş. bir kenara koyulmuş. yaşlı kadının evde olmadığı bir sırada, tahta parçaları kımıldamaya başlamış. çok geçmeden tahtaların arasından limon kız ortaya çıkmış. hemen kollarını sıvayarak bütün evi temizlemiş. sonra mutfağa giderek yemekler pişirmiş, bulaşıkları yıkayıp kurulamış. kapları yerine kaldırmış. sofrayı kurmuş. bütün işler bittikten sonra da bir dolaba girip saklanmış.
o sırada yoksul kadın eve gelmiş. içeri girer girmez şaşırmış. "acaba bunları kim yaptı?" diyerek evi aramaya başlamış. kimseyi göremeyince şaşırmış.
- kimsin sen? diye seslenmiş.
limon kız, saklandığı yerden çıkmış.
- bir peri kızıyım. ama artık senin gibi insan oldum.
limon kız, kadının elini öpmüş. başından geçenleri ona anlatarak birlikte kalmalarını rica etmiş. yalnızlıktan zaten canı sıkılan yoksul kadın, onun bu isteğini kabul etmiş.
o günden sonra, güzel güzel geçinmeye başlamışlar.
günlerden bir gün, şehzade hastalanmış. hekimler bol bol çorba içmesini söylemişler. her gün bir evden çorba gönderiliyormuş. şehzade beğenirse hepsini içiyor, beğenmezse bir kaşık alıp bırakıyormuş.
limon kız, bunu haber alır almaz güzel bir çorba pişirmiş. şehzadenin havuz başında kendisine verdiği yeşil taşlı yüzüğü de çorbanın içine atmış.
- anneciğim, demiş. şehzademiz için ben de bir çorba yaptım. ne olur, onu alıp saraya götür.
yaşlı kadın:
- hayhay yavrum! demiş.
çorba tasını almış, saraya gitmiş. askerler, eski püskü giysileri olan, bu fakir ve yaşlı kadını saraya sokmak istememişler. şehzade, kadını pencereden gördüğü için askerlere onu bırakmalarını emretmiş.
kadın, yukarıya çıkarak çorbayı şehzadeye vermiş. odadan çıkarken şehzade çorbadan bir kaşık içmiş çorbayı beğenmiş. çorbadan ikinci kaşığı da aldığı sırada, ağzına sert bir şey gelmiş. bir de çıkarıp bakmış ki limon kız'a verdiği yeşil taşlı yüzük.
o zaman anlamış ki limon kız diyerek evlendiği arap kız, başka biri. yaşlı kadının arkasından hemen bir asker gönderip onu geri çağırtmış. kadın odaya girince şehzade sormuş:
- teyze, senin kızın var mı?
- var oğlum! diye cevap vermiş kadıncağız. hem de bir peri kızı. ama şimdi o da bizim gibi bir insan sayılır.
kadının bu sözleri şehzadeyi o kadar sevindirmiş ki hastalığı birden geçmiş. kadını yanına oturtarak ne biliyorsa anlatmasını rica etmiş.
yoksul kadın da limon kız'ın anlattıklarını şehzadeye bir bir aktarmış.
şehzade, işin doğrusunu öğrenince ellerini çırpmış:
- eşimi hemen buraya getirin! diye emretmiş.
biraz sonra arap kız odaya girmiş. korkusundan tir tir titriyormuş.
şehzade:
- seni yalancı, hain kadın seni! diye bağırmış. söyle bakalım, kırk katır mı istersin, yoksa kırk satır mı?
arap kız ne olduğunu anlayamamış.
- kırk satırı ne yapayım? diye cevap vermiş. kırk katır ver de memleketime, anamın babamın yanına döneyim.
arap kızı, hemen kırk katırın kuyruğuna bağlayıp dağlara salmışlar.
sarayda yeniden düğün hazırlıkları yapılmış. şehzade ile limon kız'ı kırk gün, kırk gece süren, eşi benzeri o güne dek görülmemiş bir düğünle evlendirmişler.
--spoiler--