mükemmel bir film, seyrettiğim en güzel yabancı filmlerden biri. özellikle denizde filika üzerindeki kaplan sırtlan savaşı zebra ve orangutanın sırtlan tarafından saldırıya uğraması pinin kaplanla olan mücadelesi, richard parker'in mirket adasında mirketleri yemesi vs vs özetle harika bir filmdi. ancak son sahnesinde daha güzel bir final olabilirdi.
gemi battıktan sonra çocuk filikadan can simidi atıyor insan zannettiği o karartıya. kaplan olduğunu anlayınca itiyor kürekle tekrar okyanusa göndermek istiyor fakat kaplan direniyor, mücadele ediyor can havli ile kendini filikaya atıyor. ona yapılan bu iyiliğe minnet duymak zorunda değil, doğası gereği de vahşiliğini devam ettiriyor bir süre. can borcunu da sırtlanı öldürerek ödüyor. fakat sonra zor yaşam şartları gereği ve biraz da "eğitimle" yeni efendisine karşı itaatkar ve sakin, uslu tavırlar sergiliyor.
maceranın sonuna doğru meksika kıyılarına vuran filikadan ayrılıyor bu ikili. herkes kendi doğasına yürüyor. zaten doğasından edilmiş, bir hayvanat bahçesine satılmış sonra da kıç kadar filikada bir velede tahammül ederek onu yememiş bir kaplan ormanı görünce topukluyor ve basıp gidiyor kendi doğasına bitkin, zayıflamış ve gururlu bir halde. arkasından sızlanan dövünen terk edilen aşıklar gibi ağlayan çocuk da sitem ediyor, vay efendim kaplan bir veda bile etmedi diye. kaplan yaşam şartları gereği takiye yapıyor. özgürlüğüne kavuşunca da iplemiyor haliyle.
kaplan dönüp bir veda bakışı atıp orman ile çocuk arasında kalmadıysa, direk yoluna devam ettiyse ve arkasına bakmadıysa bu biraz olsun hayatında itaat etmiş olmanın utancından ve onurundandır. geriye bakmak istememesinden ve her şeyi unutmak istemesindendir. bir "asil vahşi" işte böyledir.
ne demiş roland barthes: "`bir daha asla' ölümsüzün sözüdür."
içinde derin anlamlar barındıran, aslında görünen akışı dışında felsefik bir akışı da olan filmdir. görselliğe hiç girmiyorum bile. çünkü adamlar görsellikte aşmış. hayatım boyunca izlediğim ve bana olumlu şeyler katmış ilk 10 filmin içine koyabileceğim bir filmdir.
edit: ayrıca kaplan richard parker'in sırtlan'ı geberttiği sahne de yüreklere su serpmiştir.
her nerede olursan ol doğanın bir parcasi olmaya devam ediyorsun. seni gòren, gòzeten sonsuz güc varlıgını hissettirebiliyor. bunun icin sadece ve sadece gerekli olan umut, biraz sevgi, belki biraz korku.
korkunc guzelliklerle dolu saheser.
sinema keyfi vermesede zaman kaybina deger.
--spoiler--
"Bak, seni Tanrıya inandıracağım" iddiası olmasaydı, kalbimi çalabilecek olan filmdi. Ama bu iddia nedeniyle "bak şu hayal ürünü şeye inanırsan, hayal daha güzel geliyor sanki. O yüzden o hayal ürünü şeye inanmak makuldür" şeklinde bir mesaj aktarmış oluyor. Geri kalan her şeyi birebir koruyup sırf bu iddianın geçtiği iki veya üç diyaloğu çıkartsak çok güzel bir ateist filmi olabilirdi. Ama bu haliyle 10 üzerinden 7 verebiliyorum sadece. Yine de bu güzel bir puan ve bunun büyük bir bölümü filmin sunduğu görsellik, akıcılık ve (kanadından vurulmuş olsa da) akılcılık sayesinde.
Beni rahatsız eden bu "Tanrı'ya inandırma argümanı" hakkındaki düşüncelerimi şu şekilde özetleyebilirim.
Filmin başlarında babası din karanlıktır diyor ve sonuna kadar haklı.
1) Öncelikle din akılcı düşünmenin önüne engel koyduğu için karanlıktır. Bunu detaylı bir şekilde açıklamaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Din sayesinde bulunan tek bir icat koyabilirseniz önüme detaylar üzerine konuşabiliriz.
2) Sonrasında da din insanın zorluklar ile mücadele etme yeteneklerini körelttiği için karanlıktır. Benden önceki entry'lerde genelde tam tersine "Din zorluklarla mücadele etme imkanı veriyor. Bu yüzden ben de birinci hikayeye inanıyorum; dinlere inandığım gibi vs." denmiş. Kusura bakmayın ama buna ancak cenazelerde matem yerine bayram havası eserse inanabilirim. Hayır, kandırmayın kendinizi. Dine ne kadar inanıyor olsanız da bir kayıp yaşadığınızda ağlıyorsunuz, hayatınız alt üst oluyor. Yıllar boyunca kaybınız aklınızdan çıkmıyor, üzülüyorsunuz. Bu da yetmezmiş gibi çocuklarınıza da bu özrü kazandırıyorsunuz. Daha sonra çocuklarınız dinlerin gerçek olmadığını fark edince travmalar ile başa çıkma yeteneğine sahip olmayan bireyler olarak acılarını uyuşturucudan, intihara giden birçok yöntemle sonlandırmaya çalışıyorlar. Halbuki hayatın gerçekleri ile yüzleşebilseler, akılcı düşünebilseler ellerindeki tek hayat imkanının tadını çıkarmaya ve doğanın kuralları ile barışmaya başlayabilirdi bu gibi insanlar. işte bu yüzden din karanlıktır.
Bir de muzlar gerçekten su üzerinde yüzdüğü için bunun ilk hikayeyi destekleyen bir detay olduğu düşünülmüş. Ben ise böyle düşünmüyorum çünkü ikinci hikayede de aynı şey oluyor. Birincisinde goril muzlara tutunarak geliyor, ikincisinde annesi muzlara tutunarak geliyor. Bana kalırsa gerçek hikayenin ikinci hikaye olduğu ve birinci hikayenin tamamen hayal ürünü olduğu gün gibi ortada; aynı tanrının tamamen hayal ürünü olması gibi.
'aslında birden fazla dine inanmak insanı günaha sokmamalı' düşüncesiyle başlayan, temposu 2 dakika olsun düşmeyen, konuyla hiç ilgilenmeyen insanı da görsel olarak bağlayan mükemmel bir film.
fantastik ve antipatik de bir film. yaralı bir zebra olsam, korkak bi sırtlan olsam, olaylardan bağımsız olmama rağmen kendini en güçlü hisseden kaplan tarafından öldürülen maymun olsam...
girişiyle finaliyle muhakkak izlenmesi gereken film. hatta finali inisiyatifli bir film.
önce filmi izlenmiştir. Daha sonra kitabı edinilmiştir. film çok güzeldir ve her zamanki gibi kitabı daha da güzeldir.insanı hayatta tutanın düşmanı olduğunu vurgular.okunmalıdır.
izlemediğim ama izlemek için sabırsızlandığım ve bunun için 5,36 gb'lık kotamın anasını siktiğim filmdir.
filmin inmesine yaklaşık 20 dakika kaldı ve fragmandan anladığım kadarıyla 20 dakika sonra tam bir görsel şölen yaşayacağım.