sabahın körü bbc bildirimiyle uyandım. nolmuş lan yine dünyada diyerek baktım ve haberini gördüm. ve uyudum ve rüyamda gördüm. büyük üzüldüm. seni şarkınla uğurluyorum aşk adamı.
"and sometimes when the night is slow, the wretched and the meek, we gather up our hearts and go. a thousand kisses deep."
Söz yazarı olmadan Yunanistan'daki Hydra Adası'nda kendine bir ev alıp, her türlü teknolojiden, elektrik, su, gaz filan, yoksun yedi yıl yaşamış aşmış insan. Akabinde şarkı sözü yazıp para kazanmak aklına geldi, müzik piyasası, onu yaşlı buldu başlarda. (30'unu aşmıştı zira) Sonrasında(ki 90'lı yıllara denk gelir) Amerika'ya gitti. Kafası ve ruhu bomboş olduğu için merak salmadığı inanç, düşünce, felsefe kalmadı. Budist oldu yogaya merak sardı, yıllarca budistlerle düşüp kalktı. Esasen kadınlardan özellikle evlilikten fena halde tırstığı için hiç evlenmedi. Ancak birisi Rebecca De mornay olmak üzere iki uzun süreli ilişkisi ve iki de çocuğu oldu. Bilumum ruh hastalıklarını taşıdı; şifzofren, paranoyak, manik depresif... Uyuşturucu kullandığını bıraktıktan sonra itiraf etti, üstelik "Bir boka yarasaydı inanın reklamını yapardım" diyerek.
70'ini çoktan aşmasına rağmen hala albümleri liste başlarında gezinir. Şarkılarının 900'den fazla coverının yapıldığı tahmin ediliyor. Tonla sanatçı onlardan etkilendi. Bono, R.E.M., Johny Cash gibi ünlüler parçalarını aldılar. Nick Cave, Suzanne Vega, Diana Ross, Joan Baez, Joe Cocker ve Kurt Cobain ondan etkilendi. Bizim Teoman da etkilendiğini söylüyor. Esasen sesinde tuhaf bir etki tınısı olan Cohen nedense kendisini yorumcudan ziyade şair olarak niteler.
umutsuzluğun şairi. beautiful losers eseri özellikle değişik tatlardan zevk alan diller için, lezizdir.
lakin sabır gerektirir. istek gerektirir. başlarda soğumayan, kitaptan zevk alabilir ancak.
zira o başlarda ne kadar farklılıktan hoşlandığınız / ne kadar farklılığı kaldırabildiğiniz ortaya çıkar.
kendisini tanımayanlar için şöyle anlatayım. geçenlerde bob dylan isimli şarkıcı kişisine nobel edebiyat ödülü verildi.
nobel edebiyat ödülü eğer ki bir söz yazarı/besteci/yorumcuya verilecektiyse (bunca edebiyatçı varke bence verilmemeli) dünya üzerinde bunu en fazla hak eden kişiydi. öyle ki ödül aldığı için cohen değil, kendisi ödülü kabul ettiği için nobel ödülünün değer kazanacağı bir sanatçıydı.
tarzı yorumu bir yana aşmış bir şairdir. aramızdan ayrılalı bir yıl bir ay oldu, artık üretemiyor ve elimizde kalanlarla yetinmek durumundayız.
Kendi yoluna git
Ben de senin yolundan gideceğim
................
Teldeki bir kuş gibi
Gece yarısı korosundaki bir sarhoş gibi
Ben de kendimce
Özgür olmayı denedim
................
Her şeye gülmeye ve ağlamaya
Ve ağlayıp gülmeye başladığımız zamandı bu
aldatıldıktan sonra yazılan bir mektup var ve mektubun muhattabı; karısının cohen'i aldattığı adam. adam cohen'in arkadaşıdır.*
aldatma, aşk, dostluk temalı;
haziran ortasında bile soğuk bir evde, belki de kanımızda dolaşanlar yüzünden üşüyorduk, tanımadığımız insanlar duvardaki çerçevelerden gözlerini devirip çıplak ve çiğ biriktirmiş bir sarmaşık gibi üzerine serildiğimiz antika mobilyalara bakıyordu. fonda sayın cohen çalıyordu. terliydik, aşıktık, mutluyduk.
kızıldı akşam, kayalıkların arkasında, yeni kazılmış bisiklet yolunun tepeciklerine tünemiş denize bakarken yarım incir çekirdeği kovuğunda bir kavga ediyorduk. kafalarımızda sayın cohen çalıyordu. hararetliydik, aşıktık, umutluyduk.
biri sadece iki kişilik beş masadan ibaret loş bir barda, başım önüme düşmüş, kelimeler önce aklımda sonra dilimde birbirine karışırken mikrofon sehpasına dayanmıştım. fon bizdik, sayın cohen'den çalıyorduk. sarhoştuk, aşıktık, şaşkındık.
tüm kutuları açıp, tüm kitapları yerleştirdikten sonra biraz öpüşmeye karar vermiş, şarabı tütünü hazır ettikten sonra teyze yadigarı pikapa teyze yadigarı bir plak koymuştuk. fonda sayın cohen çalıyordu. yorgunduk, aşıktık, araftaydık.
kurtuluş'ta bir meyhanenin muşamba kaplı masasındaydım, rakı içiyordum, meze bitmişti, sigaraya yeniden başlamıştım. radyoda, evet evet fonda, sayın cohen'den bahsediliyordu. karışıktım, aşıktım, umursamıyordum.
bir şehirlerarası otobüste, uykuyla uyanıklık arasında gidip geliyordum. fonda sayın cohen çalıyordu. arnavutköy'de ortaköy'e mutlu bir haberle sırıta sırıta koşuyordum, fonda sayın cohen çalıyordu. acelem vardı, vaktim çoktu, derdim yoktu, kalbim boştu fonda sayın cohen çalıyordu.
içime mutluluk doluyor, ciğerime kasvet çöküyor, burnuma bir boya kokusu geliyor, genzimi kışlık bir is yakıyor, bahar rüzgarı hatıra taşıyor, yaz güneşi gözümü alıyordu, değişmiştim, aşıktım, büyümüştüm fonda sayın cohen çalıyordu.
şimdi yine fonda sayın cohen çalıyor. demek ki göçüp gitse bile benim masamı terk etmemiş, kurallarını otuzumdan sonra öğrendiğim bu oyundan henüz çıkmamış.* biraz da yeni yerini güzelleştirsin, benden ruhuna teşekkürler.