orjinal adı legends of fall olan edward zwick'in yönettiği Brad Pitt , Anthony Hopkins ve Aidan Quinn üçlüsünün mükemmel performanslarıyla dünya sinema tarihinde efsane filmler arasına adını yazdırmış 1994 yapımı film.
jim harrison'ın romanından uyarlanan film 19. yüzyıl sonları amerikasında albay william ludlow ve 3 oğlunun acı ve ihtiras dolu hayatını konu alırken aslında tristan'ın(brad pitt) kendi kendisiyle olan savaşıyla yüzleşmesi ve dibe vurması dramatik bir şekilde izliyicilere aktarılıyor.Kesinlikle izlenilmesi gereken bir başyapıt.
brad pitt ve anthony hopkins başrollerdedir. ancak filmdeki diğer tüm karakterler aslında başrolde gibidir. hepsinin ağzından, tüm bu yaşananlar anlatılsa, hepsinin hikayesinin ayrı bir etkileyiciliği olur.
üç erkek kardeş ve babaları... 1.dünya savaşı... kardeşlerden birinin eve getirdiği, evlenmek üzere olduğu sevgilisi... ve aynı kıza aşık olan üç erkek... savaş, ölümler, evlilikler, aldatmalar, entrikalar, ayrılıklar, yeni doğan çocuklar, intihar, zenginlik, fakirlik, cinayet, doğa, ilkbahar, kış, tanrı, büyü... filmde hayata dair her şey var.
--spoiler--
filmin sonlarına doğru alfred'in, tristan'a yakarışı şu şekildedir: "tanrının ve insanların koyduğu her kurala uydum, sense hiçbirine uymadın, ama hep seni daha çok sevdiler. samuel, babam. kendi karım bile." filmdeki en kayıtsız, kendi hazzının doğrultusuna yaşayan karakter, brad pitt, en sevilen karakterdir. her zaman en doğrusunu yapan, her kurala uyan alfred ise en az sevilen...
yine de filmin kahramanı, ilk defa kuralları delip geçen ve son sahnede hükümetin adamını öldüren alfred oldu benim için.
"every warrior hopes, a good death will find him." diye başlar film.
tristan'ın ölümüyle, "it was a good death..." diye biter...
--spoiler--
sonsuz hüznü, kardeşler arası iç çekişmeleri anlatrıken yarattığı atmosferi, aşkı bir sabır ve cesaret harmanı olarak empoze edişindeki başarısı ve tabii kadın yazarların dikkatinden kaçmayacak sürmeli gözlü uzun saçlı haliyle brad pitt' iyle son yılların en büyük aşk ve umutsuzluk filmlerinden biridir. aidan quinn'de kendisinden beklenmeyecek kadar iyi bir performans göstererek babası anthony quinn' in kemiklerini sızlatmamıştır.
Film, Tristan'ın öyküsüdür aslında. Kuralları hiçe sayarken aşkı bazen en vahşi yaşamın içinde bulur. Bir kadının aşkı onu asla tatmin etmez, yaşamın en yıpratıcı olaylarını yaşar ve isyan eder. Filmin içindeki gidiş gelişler, Tristan'ı gerçekten efsanevi bir kişiliğe yaklaştırır. Kesinlikle izlenmesi gereken filmdir.
bütün insanı duyguları bir arada barındıran, her sevginin masum, her nefretin sebepsiz, her acının bedelsiz olmadığını,her zaman ölümün keder ve her doğumun mutluluk getirmediğini anlatan, ağlatan, tekrar tekrar izlenesi film.
filmdeki piçimiz tristan* kardeşi samuel'in eve getirdiği nişanlısı susannah'ı tavlamak için hiçbir girişimde bulunmaz. kendi halinde at koşturmaya devam eder ama bir şekilde susannah ile arasında bir elektriklenme olur. samuel ölünce de susannah derin bir oh çekip (yani çekmiştir muhtemelen, daha sonra tristan hapisteyken "samuel'in ölmesini istedim" itirafında bulunuyor bir ara) tristan'ın peşinde koşmaya başlar ama tristan ayı ruhlu bir adamdır. kafasına esince ortadan kaybolur, susannah'a "başkasıyla evlen" diye mektup yazar, onun geldiğini ilk önce kızılderili bilge abimiz one stab hisseder falan filan... sırf bu yüzden babası felç geçirir, susannah saçlarını kesip intihar eder, daha sonra evlendiği isabel 2 de alfred'in adamları tarafından öldürülür. kısacası cenabet herifin tekidir tristan. genç kızların banko sevgilisi brad pitt tarafından canlandırılmamış olsaydı muhtemelen bu film de diğer oyuncuların istisnasız hepsinin döktürmesine rağmen kült filmler arasında yer alamazdı. kesinlikle doğru bir seçim olmuş brad pitt. zaten her zaman duygusuz, vurdumduymaz, piç adam rollerinin altından başarıyla kalkan bir aktör olmuştur.
benim haline en çok üzülüp en fazla empati kurduğum kişi ise alfred oldu. tristan çekip gittiği için yedekte bulundurulan bir koca adayı muamelesi gördü adamcağız. işleri iyi gidip devlet adamlığına kadar yükselince susannah bu kariyer fırsatını kaçırmadı tabii. fakat alfred aşkı için her şeyi yapmasına rağmen susannah denen denyo gitti tristan için intihar bile etti. zaten daha sonra alfred de isyanını şu şekilde dile getirdi:
"i followed all of the rules, man's and god's. and you, you followed none of them. and they all loved you more. samuel, father, and my... even my own wife."
daha sonra adamlarının vukuatları yüzünden kendinden biraz nefret ettirse de filmin sonunda ailesine geri dönüp tristan'ın ve babasının hayatını kurtararak kendini affettirdi. alfred iyiydi de çevresi kötüydü sadece *
samuel ise idealleri uğruna sevdiği herkesten ve her şeyden vazgeçen, birazcık saf birisiydi. sevişmek için evlenmeyi beklemesinden de belliydi bu. geride bırakacaklarını düşünmeden bok yoluna gitmeyi tercih etti, feci şekilde de öldü. tek hatası susannah ile sevişmemek oldu bana kalırsa ki aynı şeyi tristan da dile getirdi. zaten savaşta ölmeyip susannah ile evlenmiş olsaydı kendine güzel bir boynuz koleksiyonu yapmış olurdu bana göre. "ben askere gidecem" diye zırlayıp durdu ama susannah oralı bile olmadı. eğer gerçekten sevseydi mutlaka samuel'i engellemeye çalışırdı.
ayrıca pek çok platformda susannah'ın üç kardeşi de sıradan geçirdiğinden bahsedilmiş. bu doğru değil. samuel bakir öldü.
tabii anthony hopkins'ten bahsetmeden olmaz. özellikle felçli olduğu sahnelerde adam bildiğin döktürmüş.