arayış ve keşif. sorgulama ve bulma. kendini bulanlar, en derine dalanlardır. ama her zaman bir vurgun yeme ihtimali çok fazladır. kendini bulmanın bedeli çok ağır ne yazık ki... kader, sizden aldıklarının fazlasını size verir; ama siz farkına varamazsınız. kendine acıyıp duran bir tırtıl, asla kelebek olamaz.
sembolizmi betimleyişiyle kutup çizgisi aşıklarını genel konu ve yapısıyla içimdeki deniz'i aklıma getiren ağır tempoda ilerleyişine rağmen kasmayan ister istemez jean do'nun yerine kendinizi koyduğunuz * yakın zamanın başarılı çalışmalarından nitelikli film.
filmde bellek gücüyle farklılaşan hafıza gibi bir diğer üstün belirleyici olarak hayal gücünün zenginliğinin altı çizilmiş. hayal gücü o kadar zengin ki jean do'nun konu kitap yazmaya kadar gidebiliyor. tabi burda zenginliğin derin bir ufuk ve bakış açısı içerdiği yaratıcılık tandanslı sembollerle istenilenin yapıldığını betimleyeyim. jean do filmin ilk 35 dakikasında yaşadığı şokun etkisinin karamsarlığı içinde gelgitler çiziyor. kendisine uzatılan elleri itiyor; fakat bu işin böyle gitmeyeceğini kısa süre de kavrayıp, zorluğun içinde yaşama tutunuyor adeta. bir benlik doğuşu, insanın ne şekilde olursa olsun ufkunun genişliğiyle bir şeyleri tersine çevirebileceğinin resmi kelebek ve dalgıç.
hani bir sahne var ya beni sürklase yapıveren. maç izleniyor. içerdeki eleman, televizyonu kapatıyor ve çıkıyor. burda jean do'nun maçın keyfi içerisindeyken yıkılışı yok mu anlatılmaz yaşanır işte. herhalde o pozisyonda olmak gerekiri fazlaca düşündürüyor. belki daha da anlamdırabiliriz o zaman o sahneyi. yahut şu jean do'yla/ terapistle dalga geçtiğini zannneden ufku dar iki satıcıyı. yaşamın kalıplara sokulamaması budur! bu sahnedir! çünkü o konumda o kadar fazla tiye alınmıştır ki o iki satıcı. belki varlık içindeyken darlığın resmini çiziyor satıcılar... sanatın, sinemanın hesap vermez başına buyrukluğu derin düşüncelere daldırıyor insanı. bu sahneye filmin zirvesi dedik, geçti.
malum baba-oğul telefon görüşmesinden öte, uzun zaman sonra arayan jean do'nun sevgilisinin tümcelerini çocuklarının annesinin telafuz edemez ruh hali etkileyici geldi bana. bazı filmler vardır ufuk açıcıdır hüzün içersede. kelebek ve dalgıç, ufuk açıcı bir film duruşunu koruyor bu haliyle.
bazı kimseler için pazarları çok lezizdir iple çekilir bugünler.bazıları için de ne ziyaretçi/ ne bir dost ne de ses-seda... anlamalı bunu. hak vermeli sonra. pazarları severim fakat artık bu gözle de bakacağım bugüne.
izleyin, izletin! varlığından bihaber olamayacak kadar iyi...
10 üzerinden 8.5!
elle dergisi editoru jean-dominique bauby'nin gerçek öyküsünü, geçirdiği trafik kazasından sonra yaşadıklarını, anlatan biraz durgun ama muhteşem bir fransız filmi.
gerçek bir hikayeden uyarlanan, yönetmenliğini julian schnabel 'in yaptığı film. bir zamanlar ünlü bir derginin editörü olan baş kahramanımız, ciddi bir trafik kazası sonucu tüm vücut fonksiyonlarını yitirir. tüm vücudu felç olan jean-dominique bauby'i sadece sol gözünü kendi iradesi altında hareket ettirebilmektedir. bu nedenle uzun bir süre filme bauby'nin gözünden bakıyoruz. filmde başrolü oynayan mathieu amalric neredeyse tüm film boyunca sabit bir şekilde durmasına rağmen çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş. bunun dışında yönetmenin, fotoğraf niteliğindeki etkileyici görsel kareler sunması da, izleyenlerde bambaşka bir tat daha bırakıyor.
--spoiler--
filmin ismi baş kahramanımız jean-dominique bauby'nin tamamen kendini bu kavramlarla özdeştirmeleri doğrultusunda ortaya çıkmış. bauby'i felçli olduğunu öğrendiği ilk dakikalalardan itibaren adeta kendini bir dalgıç elbisesine hapsolmuş biri olarak görmektedir. bu şekilde karamsar bir gözle zaman geçiren bauby bir zaman sonra tüm engellere rağmen yaşamayı, üretmeyi seçer. işte tam bu noktada kahramanımız o ağır, özgürlüğünü kısıtladığını düşündüğü dalgıç elbisesinden kurtularak bir kelebek gibi özgür düşlemeye başlar kendini. buradan da yola çıkarak terapistinin de yardımı ile bir kitap yazmaya karar verir.
yönetmen bize filmin başında ardı sıra yıkılan buz dağlarını gösterir. burada yıkılan, kahramanın birikimleri, idealleri hayalleridir. lakin filmin sonunda o yıkılan buz dağlarının tekrar eski haline dönüşünü izleriz. işte bu da tüm engellere rağmen yaşamaya, üretmeye devam edişi anlatır.
--spoiler--
2007 cannes film festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü boşa almamış dediğim, izlenilmesi gerektiğini düşündüğüm başarılı bir film.
buradaki le scaphandre (dalgıç giysisi) kelimesi ve le papillon (kelebek) kelimesine dikkat çekmek istiyorum. le scaphandre, fransızcada giysi. yani bu le scaphandre de cosmonaute dediğinizde, kozmonot giysisi de olur. (le scaphandre soviétique gibi -- sovyet giysisi) buradaki iki imge, jean-do'nun (bkz: jean-dominique bauby) tüm hayatını anlatıyor. aralardaki dalgıç imgesini biraz absürd buldum.
gözleri dışında bütün vücudu felç olan birisinin sessiz bir öyküsü.
mathieu amalric'in oyunculuğu üst düzeyde. jean-do'yu gerçekten kaliteli oynuyor. yani locked-in sendromu bu kadar yorumlanabilir. jean-do'ya kitabının oluşumunda yardım eden claude mendibil'in ellerinden öpmek istiyorum. bu kadar sabır, özgüven, yardım ve emek bütünü bir uyum içinde. celine'ni oynayan emmanuelle seigner'in gözyaşları her şeyi bitiriyor.
aslında film bittiğinde üzerine konuşamaz hale geliyorsunuz. yönetmen julian schnabel, duyguları bertaraf edip, bizi bir kaosla baş başa bırakıyor. vicdan, gözyaşı, üzüntü ve koca bir yıkıntı. cannes'da boşa ödül almadığının kanıtı bu film.
bu film size susmayı öğretecek, susup yok olmayı...
julian schnabel'in yönetmenliği yaptığı Jean-Dominique Bauby'in beyin kanaması sonucu locked in syndrome hastalığına yakalanmasıyla sol gözü dışında diğer tüm organlarının felç olması durumunda yaşadığı duyguları geçmişini, içsel konuşmalarını, hayal gücünü, sol gözüyle yazdığı kitabı anlatan gerçekçi bir biyografik film. o kadar acaip duygular yaşatıyor ki size hayatın aslında çok anlamlı olduğunu, hiçbirşeyin kıymetini yeterince bilmediğimizi, yürümenin, konuşmanın, hissetmenin ne kadar da önemli olduğunu vurguluyor bu film. içimdeki deniz filmini anımsattı bana adam ötanazi istiyordu, böyle yaşamak ona göre değildi ki Jean-Dominique Bauby'a göre çok ta iyi durumdaydı. burda görüyoruz ki herşeye rağmen savaşabiliyor insan, umudunu yitirmeden hayal gücüyle yaşayabiliyor. sol gözüyle anlatabiliyor herşeyi. hayatla tek bağının sol gözü olması onun yaşaması için engel olmuyor. dünyada herkesin en beklemediği anda yaşayabileceği bir durum. öyle bir durumda ne yaparım diye düşündürüyor film. çaresizlik ve umutsuzluk yerine yeni yaşama uyum sağlamaya çalışmak çok zor olsada bunu başarıyor ve kitabını sadece sol gözüyle yazabiliyor. filme ismini veren sembolizmde Jean-Dominique Bauby'in yazdığı kitap. kendini bir dalgıç kıyafetleri içinde gittikçe derine batan bi adam olarak görüyor, ne kadar bağırsada, konuşmaya çalışsada, hareket etmek istesede başaramıyor. diğer taraftan kelebek gibi özgür bir hayal gücü ordan oraya uçuşabiliyor, istediği hayalde kendi olabiliyor ve bu onu mutlu kılıyor yaşama bağlıyor. filmin ismi sembolizmin üst noktası. hayatta herşey insanoğlunun başına gelebiliyor önemli olan onla savaşabilcek güçte olmak ve vazgeçmemek... ayrıca elimizdekilerin değerini bilmemizin gerekliliği... çok güzel bir film, dokunaklı, anlamlı... aynı zamanda yoğun bir duygu seli...
gerçek bir hikaye. bir adam; hayatı güzel mekanlar, güzel kadınlar, büyük başarılar içinde kuş tüyü zerafeti ile geçerken bir anda sadece ruh ve bir tek göz kapağı kalan bir adam.
kelebek ve dalgıç kıyafeti adlı kitaptan uyarlamadır film. elle dergisinin yakışıklı ve ünlü editörünün bir araba koltuğunda gelen ani bir felçle hayata tutunabileceği tek şey sol göz kapağı halini alır. film, bu sırada karekterin yazdırdığı kitapla yani bugün bir kitapçıya girip alabileceğimiz gerçek bir hayat hikayesi ile akıyor. mükemmel bir hayattan kontrolsüz bir beden içinde akmak, coşmak, koşmak, yemek, öpmek isteyen bir ruha dönüşümün hikayesi. hiçbir şeyin sonsuza dek süremeyeceğini gösteren, ne yazık ki gerçek bir hikaye.
--spoiler--
jean - dominique bauby'nin hayatının son günlerinde yaşamıdır film. jean'in hayatı , göz kırpışlarla oluşturduğu bir alfabe ile yazdığı roman; biri eski karısı diğer ikisi rehberi olan üç güzel kadının yanında geçen aylar boyu süren bir mücadele ile devam eder. filmin en saf aynı zamanda en özlem dolu sahnesi ise jean'in güzel konuşma rehberi ile müzik eşliğinde istiridye yemesi ve sonrasında onu öpmesidir. hayattaki küçük zevkler aslında o kadar değerlidir ve bazen o kadar ulaşılmazdır ki değerini sadece kaybedince anlarız der, gözyaşları içinde kapatırız bu muhteşem ve ödüllü filmi.
60. cannes film festivali'nde yönetmeni julian schnabel'e en iyi yönetmen ödülünü kazandıran, elle dergisi editörü jean-dominique bauby'nin gerçek yaşam öyküsüne dayanan, ülkemizde kelebek ve dalgıç ismiyle 18 ocak 2008 günü vizyona girecek film.