60. cannes film festivali'nde yönetmeni julian schnabel'e en iyi yönetmen ödülünü kazandıran, elle dergisi editörü jean-dominique bauby'nin gerçek yaşam öyküsüne dayanan, ülkemizde kelebek ve dalgıç ismiyle 18 ocak 2008 günü vizyona girecek film.
gerçek bir hikayeden uyarlanan, yönetmenliğini julian schnabel 'in yaptığı film. bir zamanlar ünlü bir derginin editörü olan baş kahramanımız, ciddi bir trafik kazası sonucu tüm vücut fonksiyonlarını yitirir. tüm vücudu felç olan jean-dominique bauby'i sadece sol gözünü kendi iradesi altında hareket ettirebilmektedir. bu nedenle uzun bir süre filme bauby'nin gözünden bakıyoruz. filmde başrolü oynayan mathieu amalric neredeyse tüm film boyunca sabit bir şekilde durmasına rağmen çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş. bunun dışında yönetmenin, fotoğraf niteliğindeki etkileyici görsel kareler sunması da, izleyenlerde bambaşka bir tat daha bırakıyor.
--spoiler--
filmin ismi baş kahramanımız jean-dominique bauby'nin tamamen kendini bu kavramlarla özdeştirmeleri doğrultusunda ortaya çıkmış. bauby'i felçli olduğunu öğrendiği ilk dakikalalardan itibaren adeta kendini bir dalgıç elbisesine hapsolmuş biri olarak görmektedir. bu şekilde karamsar bir gözle zaman geçiren bauby bir zaman sonra tüm engellere rağmen yaşamayı, üretmeyi seçer. işte tam bu noktada kahramanımız o ağır, özgürlüğünü kısıtladığını düşündüğü dalgıç elbisesinden kurtularak bir kelebek gibi özgür düşlemeye başlar kendini. buradan da yola çıkarak terapistinin de yardımı ile bir kitap yazmaya karar verir.
yönetmen bize filmin başında ardı sıra yıkılan buz dağlarını gösterir. burada yıkılan, kahramanın birikimleri, idealleri hayalleridir. lakin filmin sonunda o yıkılan buz dağlarının tekrar eski haline dönüşünü izleriz. işte bu da tüm engellere rağmen yaşamaya, üretmeye devam edişi anlatır.
--spoiler--
2007 cannes film festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü boşa almamış dediğim, izlenilmesi gerektiğini düşündüğüm başarılı bir film.
film klasik azim hikayelerinden biri.my left foot kitabını anımsayor insana -ki onun da filmi yapıldı-.kısacası senaryo olarak çok da insanı etkileyen bir hali yok ama anlatımı insanın hafızasında yer edecek kadar iyi.bir vücuda kilitli kalmayı eski moda dalgıç giysisinin içinde denizin dibinde mahsur kalmaya benzetmesi hoş.
arayış ve keşif. sorgulama ve bulma. kendini bulanlar, en derine dalanlardır. ama her zaman bir vurgun yeme ihtimali çok fazladır. kendini bulmanın bedeli çok ağır ne yazık ki... kader, sizden aldıklarının fazlasını size verir; ama siz farkına varamazsınız. kendine acıyıp duran bir tırtıl, asla kelebek olamaz.
Elle dergisi editörü Jean-Dominique Bauby isimli insafsız adamın, geçirdiği beyin kanaması nedeniyle 43 yaşında sol gözünün görme yetisi hariç bütün bedensel fonksiyonlarını yitirmesiyle, elinde kalan son bedensel fonksiyonunu kullanarak yazdığı kitaptan yola çıkılarak hazırlanmış, görsel açıdan tatmine ulaştıran muhteşem bir filmdir kendisi. bu filmi kötü eleştiren adamın algısından şüphe duyulması olası.
gerçek bir hikaye. bir adam; hayatı güzel mekanlar, güzel kadınlar, büyük başarılar içinde kuş tüyü zerafeti ile geçerken bir anda sadece ruh ve bir tek göz kapağı kalan bir adam.
kelebek ve dalgıç kıyafeti adlı kitaptan uyarlamadır film. elle dergisinin yakışıklı ve ünlü editörünün bir araba koltuğunda gelen ani bir felçle hayata tutunabileceği tek şey sol göz kapağı halini alır. film, bu sırada karekterin yazdırdığı kitapla yani bugün bir kitapçıya girip alabileceğimiz gerçek bir hayat hikayesi ile akıyor. mükemmel bir hayattan kontrolsüz bir beden içinde akmak, coşmak, koşmak, yemek, öpmek isteyen bir ruha dönüşümün hikayesi. hiçbir şeyin sonsuza dek süremeyeceğini gösteren, ne yazık ki gerçek bir hikaye.
--spoiler--
jean - dominique bauby'nin hayatının son günlerinde yaşamıdır film. jean'in hayatı , göz kırpışlarla oluşturduğu bir alfabe ile yazdığı roman; biri eski karısı diğer ikisi rehberi olan üç güzel kadının yanında geçen aylar boyu süren bir mücadele ile devam eder. filmin en saf aynı zamanda en özlem dolu sahnesi ise jean'in güzel konuşma rehberi ile müzik eşliğinde istiridye yemesi ve sonrasında onu öpmesidir. hayattaki küçük zevkler aslında o kadar değerlidir ve bazen o kadar ulaşılmazdır ki değerini sadece kaybedince anlarız der, gözyaşları içinde kapatırız bu muhteşem ve ödüllü filmi.
elle dergisi editoru jean-dominique bauby'nin gerçek öyküsünü, geçirdiği trafik kazasından sonra yaşadıklarını, anlatan biraz durgun ama muhteşem bir fransız filmi.
julian schnabel'in yönetmenliği yaptığı Jean-Dominique Bauby'in beyin kanaması sonucu locked in syndrome hastalığına yakalanmasıyla sol gözü dışında diğer tüm organlarının felç olması durumunda yaşadığı duyguları geçmişini, içsel konuşmalarını, hayal gücünü, sol gözüyle yazdığı kitabı anlatan gerçekçi bir biyografik film. o kadar acaip duygular yaşatıyor ki size hayatın aslında çok anlamlı olduğunu, hiçbirşeyin kıymetini yeterince bilmediğimizi, yürümenin, konuşmanın, hissetmenin ne kadar da önemli olduğunu vurguluyor bu film. içimdeki deniz filmini anımsattı bana adam ötanazi istiyordu, böyle yaşamak ona göre değildi ki Jean-Dominique Bauby'a göre çok ta iyi durumdaydı. burda görüyoruz ki herşeye rağmen savaşabiliyor insan, umudunu yitirmeden hayal gücüyle yaşayabiliyor. sol gözüyle anlatabiliyor herşeyi. hayatla tek bağının sol gözü olması onun yaşaması için engel olmuyor. dünyada herkesin en beklemediği anda yaşayabileceği bir durum. öyle bir durumda ne yaparım diye düşündürüyor film. çaresizlik ve umutsuzluk yerine yeni yaşama uyum sağlamaya çalışmak çok zor olsada bunu başarıyor ve kitabını sadece sol gözüyle yazabiliyor. filme ismini veren sembolizmde Jean-Dominique Bauby'in yazdığı kitap. kendini bir dalgıç kıyafetleri içinde gittikçe derine batan bi adam olarak görüyor, ne kadar bağırsada, konuşmaya çalışsada, hareket etmek istesede başaramıyor. diğer taraftan kelebek gibi özgür bir hayal gücü ordan oraya uçuşabiliyor, istediği hayalde kendi olabiliyor ve bu onu mutlu kılıyor yaşama bağlıyor. filmin ismi sembolizmin üst noktası. hayatta herşey insanoğlunun başına gelebiliyor önemli olan onla savaşabilcek güçte olmak ve vazgeçmemek... ayrıca elimizdekilerin değerini bilmemizin gerekliliği... çok güzel bir film, dokunaklı, anlamlı... aynı zamanda yoğun bir duygu seli...
sembolizmi betimleyişiyle kutup çizgisi aşıklarını genel konu ve yapısıyla içimdeki deniz'i aklıma getiren ağır tempoda ilerleyişine rağmen kasmayan ister istemez jean do'nun yerine kendinizi koyduğunuz * yakın zamanın başarılı çalışmalarından nitelikli film.
filmde bellek gücüyle farklılaşan hafıza gibi bir diğer üstün belirleyici olarak hayal gücünün zenginliğinin altı çizilmiş. hayal gücü o kadar zengin ki jean do'nun konu kitap yazmaya kadar gidebiliyor. tabi burda zenginliğin derin bir ufuk ve bakış açısı içerdiği yaratıcılık tandanslı sembollerle istenilenin yapıldığını betimleyeyim. jean do filmin ilk 35 dakikasında yaşadığı şokun etkisinin karamsarlığı içinde gelgitler çiziyor. kendisine uzatılan elleri itiyor; fakat bu işin böyle gitmeyeceğini kısa süre de kavrayıp, zorluğun içinde yaşama tutunuyor adeta. bir benlik doğuşu, insanın ne şekilde olursa olsun ufkunun genişliğiyle bir şeyleri tersine çevirebileceğinin resmi kelebek ve dalgıç.
hani bir sahne var ya beni sürklase yapıveren. maç izleniyor. içerdeki eleman, televizyonu kapatıyor ve çıkıyor. burda jean do'nun maçın keyfi içerisindeyken yıkılışı yok mu anlatılmaz yaşanır işte. herhalde o pozisyonda olmak gerekiri fazlaca düşündürüyor. belki daha da anlamdırabiliriz o zaman o sahneyi. yahut şu jean do'yla/ terapistle dalga geçtiğini zannneden ufku dar iki satıcıyı. yaşamın kalıplara sokulamaması budur! bu sahnedir! çünkü o konumda o kadar fazla tiye alınmıştır ki o iki satıcı. belki varlık içindeyken darlığın resmini çiziyor satıcılar... sanatın, sinemanın hesap vermez başına buyrukluğu derin düşüncelere daldırıyor insanı. bu sahneye filmin zirvesi dedik, geçti.
malum baba-oğul telefon görüşmesinden öte, uzun zaman sonra arayan jean do'nun sevgilisinin tümcelerini çocuklarının annesinin telafuz edemez ruh hali etkileyici geldi bana. bazı filmler vardır ufuk açıcıdır hüzün içersede. kelebek ve dalgıç, ufuk açıcı bir film duruşunu koruyor bu haliyle.
bazı kimseler için pazarları çok lezizdir iple çekilir bugünler.bazıları için de ne ziyaretçi/ ne bir dost ne de ses-seda... anlamalı bunu. hak vermeli sonra. pazarları severim fakat artık bu gözle de bakacağım bugüne.
izleyin, izletin! varlığından bihaber olamayacak kadar iyi...
10 üzerinden 8.5!
izlenilesi duygusal film.
ağır ilerlemesine rağmen hiç sıkmayan, ağlatan, hele de izlediğinizin ertesi günü yüzünüzden ameliyat olacaksanız ve kısmi felç ihtimali varsa (%1 de olsa:)) çok ağlatan film. ben de bi kitap yazarım artık diye düşündüm.
Öncelikle üzülerek belirtmek gerekir ki imdb olmasa türkiye'de adı bile duyulmayacak bir film. Ve izlemeyenlerin kayıp içinde olacağı. Sanat filmi sevenler için ideal çünkü. Fazlasıyla deneysel. Cesur yönetmenlerin tarzını onaylayanların sorgusuz sualsiz açıp izleyeceği bir film öncelikle. Gerek çekim tekniğiyle gerek konusuyla bunu garantiliyor zira. Gelelim spoiler'lara;
--spoiler--
Filmin jean-dominique mauby'nin gözlerini açmasıyla başlaması ve bir süre boyunca filmin onun gözlerinden dünyaya bakışıyla devam etmesi adeta bir empati sağlıyor. Genelin dikkatini çeken nokta ise jean dominique'in göz hareketlerinin yönlendirdiği bir alfabe sayesinde kitabını yazması. doktorunun ve sevgilisinin dini simgelere olan inancıyla kendisinin bu yönde bir inancının olmamasının çakıştığı noktalar çok iyi anlatılmış. Pedere götürüldüğünde pederin "sizi kutsamamı mı istiyorsunuz?" sorusuna içinden hayır demesine ve gözünü iki defa kırpmasına rağmen doktorun "evet" Demesi bunun göstergesi. Bu arada gözü dedim ve o detay da aklıma geldi ki sağ gözünün dikilmesi sahnesi insanı ağlatıyor, hele ki jean-dominique "hayır" diye sessiz çığlıklar atarken.
Kendisini felç geçirdikten sonra ilk defa gördüğünde "tanrım bu kim? ben miyim? tıpkı bir formaldehit kavanozundan çıkmış gibiyim. korkunç. Sürprizim bu mu? Kendimi görmek mi?" demesi yine kalbe dokunur detaylardan.
Eski eşinin özverisine karşılık sevgilisinin duyarsızlığı göze çarpıyor. Her ne kadar o bunu "seni o halde görmeye dayanamazdım." Gibi bir bahaneye sığdırıyorsa da.(öznelleşti eleştiri, evet.) sevgilinin "gelmemi istiyor musun?" gibi tuhaf bir soru sormasına rağmen jean dominique'in "her gün seni bekliyorum." Demesi ve bunun üzerine eski eşinin gözlerinden süzülen yaşları anlatan sahne belki de en dramatik yer film için. Jean-dominique'in de onu hayallemesi bir nevi "sen gelmedin ama hala hayallerimdesin." Gibi bir nevi manifesto.
Filmin 36. Dakikasında eriyen buzulların filmin sonunda geriye sardığı sahne. Güzel bir detay."başlangıca dönüş".
--spoiler--
E, s, a, r, i, n, t, ; hayatın geriye kalanının ve bir kitabın sığdırıldığı alfabe.
9/10
süphanekeaminedit: caanım gammazım, kopyala yapıştır değil. kendi film yorumlama yeteneğim. senin gibi çalıp da belirtmeyenlerden değilim. az çok bilgin varsa gel tartışalım. yok bilmiyorsan ucuz laflarla hiç kendini rezil etme. eh kendin de demişsin zaten yanlış yazılmış kelimeler var diye. e kendim yazdım ve acele ettim diye olmasın o. neyse fazla vurmayayım, öldün.
-babam ve oğlum- dan sonra en çok ağladığım veya ağlamaya yaklaştığım film.* gerçekten bazı yerleri izleyeni etkileyebiyor. kanımca aldığı bu kadar övgüyü haketmiştir. keşke türkiye'de de daha çok adı duyulsa ve izlense. herkeze tavsiye ederim.
--spoiler--
hatırlayamadığım birisi tarafından kutsanılmış ve dünyada tek olduğu için* 1900 dolara hediye alıyor.** tam kaldıkları yerde sevişeceklerken jean do "meryem ana bize bakarken seninle sevişemem" diyor ve kısa bi tartışma sonucu "biliyorsun hebele* ye dönünce senden ayrılmak zorunda kalacağım" diyor. sonra otel den çıkıp gezerken başka bir dükkanda meryem ana heykeli'nin aynısından tekrar görmesi. bilmiyorum sözlük beni derinden etkiledi.
--spoiler--
buradaki le scaphandre (dalgıç giysisi) kelimesi ve le papillon (kelebek) kelimesine dikkat çekmek istiyorum. le scaphandre, fransızcada giysi. yani bu le scaphandre de cosmonaute dediğinizde, kozmonot giysisi de olur. (le scaphandre soviétique gibi -- sovyet giysisi) buradaki iki imge, jean-do'nun (bkz: jean-dominique bauby) tüm hayatını anlatıyor. aralardaki dalgıç imgesini biraz absürd buldum.
gözleri dışında bütün vücudu felç olan birisinin sessiz bir öyküsü.
mathieu amalric'in oyunculuğu üst düzeyde. jean-do'yu gerçekten kaliteli oynuyor. yani locked-in sendromu bu kadar yorumlanabilir. jean-do'ya kitabının oluşumunda yardım eden claude mendibil'in ellerinden öpmek istiyorum. bu kadar sabır, özgüven, yardım ve emek bütünü bir uyum içinde. celine'ni oynayan emmanuelle seigner'in gözyaşları her şeyi bitiriyor.
aslında film bittiğinde üzerine konuşamaz hale geliyorsunuz. yönetmen julian schnabel, duyguları bertaraf edip, bizi bir kaosla baş başa bırakıyor. vicdan, gözyaşı, üzüntü ve koca bir yıkıntı. cannes'da boşa ödül almadığının kanıtı bu film.
bu film size susmayı öğretecek, susup yok olmayı...
cannes film festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü almış bu film. o yönetmen bu gözlerin hesabını verecek.
hayır ağlamaktan değil!
--spoiler--
filmin ilk on dakikası yönetmenin yedi sülalesine selamlarımı yolldadım. adam farklı çekim teknikleri kullanıcam diye gözümü mikti afedersiniz. hatta bi ara filmi kapamayı filan düşündüm. ama filmi biraz daha izledikçe film dikkatimi çekmeye başladı. nasıl desem: sanki ahanda burda kopacak film dedim hep. ama hiç kopmadı. filmin sonunda yorumum ise iyi olabilir. ama bir daha izle derseniz eğer cevabım kesinlikle hayırdır. tekrar izlenmesine hiç gerek yok. zaten yeterince bunalıma sokuyor film. bir daha izleyip dertsiz başınıza zulmetmeyin.
--spoiler--
elle dergisi'nin editörü jean-dominique bauby'nin hayatını konu alan harika bir film. Aslında hayatının tamamı demek doğru olmaz. Bauby bir felç geçirir ve "kilitlenme sendromu"na yakalandığı açıklanır. Her şeyi anlayan fakat konuşamayan bauby, gözünü kırparak iletişim kurar. Film de bauby'nin bu felç sonrasındaki hayatını anlatıyor.
Film insanı, şu anki durumuna defalarca şükretmesine yönlendiriyor. Belki çoğumuz şu anki halimizden şikayetçiyiz ama daha kötü durumda olanların da olduğunu akılda tutmak gerekir.
--spoiler--
"gülünecek bir şey olmadığında, yalnızca aptallar güler."
"penceremin boğuşan perdesinin içinden solgun bir parıltı, günün ağardığını bildirir. Topuklarım acıyor, başım bir ton ağırlığında, tüm vücudum bir tür dalgıç elbisesinin içinde."
--spoiler--
izlediğim en iyi filmlerden birisidir. Sadece tek bir gözünü kırpabilen, felç geçirmiş bir adamın öyküsünü anlatır. Yönetmenini, oyuncularını bilmiyorum fakat herkes izlemelidir bu filmi. Adam tek gözüyle kitap yazmıştır.
gerçek bir hikayeden uyarlanan kendi halinde sevimli bir filmdir. Felç kalan bir adamın göz kapağının hareketleriyle yazdırdığı kitabı anlatır.Daha doğrusu yazdırma sürecini.
" ABD'li yapımcı Julian Schnabel tarafından çekilen, 23 Mayıs 2007'de gösterime başlayan Fransız filmi. 2007 Cannes Film Festivali'nde mizansen ödülü kazanmıştır".