Danimarkalı yönetmen ve senarist. Amerikadan hoşlanmadığı hatta nefret ettiği söylenir. Mizantropiye yönlendirici filmleri olsa da ben bu filmleri izlemeyi çok severim. Dogville favorimdir.
Nemfomanyak filmi ile beni kendisine çekmiş olan insancağızdır.
Sonra dizilerini de izledim tabii... Çok ayrı bir psikolojiye, ayrı dünyalara sürüklüyor. Ailecek seviyoruz.
hastalıklı psikolojiye sahip değil, bir tımarhanede tedavi görmüş olan akıl hastası yönetmen biçimidir. normalin bayaa üstünde bir sinematografik yetenek ile ağır kadın düşmanlığının bir araya gelmesi sonucu ortaya neler çıkacağını bize gösteren bir kişi olmuştur. bunun dışında, iddia ettiğinin aksine, sinemaya öyle pek de yeni bir şey katmamış yönetmen biçimi ise bu başlığın konusudur.
dogma 95 akımının öncülerinden ve kanımca filmlerinde cinsellik ön planda gösteriliyor. belki de bir çok filmde cinsel içeriklerin çok ön planda olmamasından kaynaklı böyle düşündüğüm olayı cinselliği ön planda tutmasıdır.
Filmleri izleme esnasında adeta insanı boğar, daraltır, insanın içini sıkar. Bittikten sonra ise sarsılır insan, Lars Bon Trier filmlerine bu etkiyi veren şey bence lars'ın görmezden gelinen gerçekleri gözümüze sokması, filmlerinde bizi cevaplamaktan kaçındığımız sorularla karşı karşıya getirmesidir ki onun filmlerinin bu kadar değerli olmasının sebebi de budur bence.
hitler hayranı olmayan yönetmen. kendisi bunu ironik bi şekilde açıklamış sonrasında pes etmiştir medya maymunlarının hala anlamayıp bu konuyu tekrar tekrar sordukları için.
kalite manasında breaking the waves ve dogville filmlerinin hemen hemen aynı kalibre de başyapıt'lar olduğunu düşündüğüm, Dancer in the Dark'ını ise bir tık geride konumlandırdığım yönetmen. melancholia filmi ise berbattır. sözlük takip ediyormuş üstat, (yüksek egosuna binaen) berbat dedik diye hıncını alırmış falan...
adamımdır. melankolia'da doğanın o sikici gerçekliğine çok güzel değinir. dogville'de insanın en naif bildiği ''iyilik'' kavramını sorgulamayı bilir. nymphomaniac (doğru mu yazdım bilmiyorum) kesinlikle porno değildir. bildiğimiz ama reddettiğimiz konuları gözümüze sokar.
yüksek egosundan örnekler sergilediği iki hadiseyi unutamadığım yönetmen. 1991'de istediği ödülü alamayınca bir başka ifadeyle jüri özel ödülüyle yetinmek zorunda kalınca kendisinden sadece 5 cm kısa olan jüri üyesi roman polanski'ye cüce demesi. bir diğeri 2009 yapımı deccal'in basın toplantısındaki olumsuz film eleştirilerine 'dünyanın en iyi yönetmeni benim' yanıtını vermesi.
bir de yönetmenliği mastürbasyon olarak görmesi var ama o mesele değil.
insanda psikoloji diye bir şey bırakmayan adam. buna rağmen eserleri, ard arda, film boyunca peşinizi bırakmayan bir merakla ve şaşkınlıkla izlenir, sevilir. kendisini izleyiniz, seviniz. -soundtrack olayında da aşmış bir abimizdir.- *
* Trierin annesi, oğlu sanatçı genlere sahip olsun diye Trieri, kocasından değil, kocasının patronu olan ve aynı zamanda Danimarkanın en ünlü bestecilerinden Johan Peter Emilius Hartmann ve Niels Viggo Bentzonun ailesinden gelen Fritz Michael Hartmanndan yapmaya karar vermiş.
* Trier, Die Zeite verdiği röportajda nüdist ve komünist anne babası sayesinde her şeyi yapmaya hakkı olduğunu söylemiş ve eklemişti: Okula mı gittim, sarhoş olup sızdım mı, umurlarında değildi.
* 1995te Lars von Trierin ölüm döşeğindeki annesi, oğluna babasının gerçek babası olmadığının bilgisini vermiş.
* Trierin aylarca izini sürdüğü 90 yaşındaki gerçek babası, Trierle gerçekleştirdiği birkaç rahatsız edici görüşmenin ardından Bundan sonra benimle avukatım üzerinden konuş demiş.
* Trierin aileyle derdi yetişkinliğinde de sürdü. Karısını hamileyken terk edip, genç ve güzel bebek bakıcısıyla birlikte olmaya başlaması örneğin...
* 1991de Europayı izleyen Speilberg, Triere Amerikadaki stüdyosunda çekmesi için bir senaryo gönderdi ve Trier tarafından reddedildi.
* Yaratıcıları arasında bulunduğu Dogme 95 akımının ilk örneklerinden bazılarını çeken Trier, bu örneklerde de akımın manifestosunda da yer alan Muhakkak bu kurallardan birini boz maddesine uygun şekilde akımın kurallarını ihlal etti.
* Uçak korkusu nedeniyle hemen her yere kendi karavanı ya da bir başka araçla hareket etti. Bu nedenle Altın Palmiye kazandığı Cannes Film Festivalini de (2000) son anda kaçırma tehlikesi yaşamıştı.
* 1999da Dancer in the Darkın çekimleri sırasında sürekli kavga ettiği başrol oyuncusu Björk nedeniyle set sık sık durmak zorunda kaldı. Filmin çekimlerinin bitmesine yakın çıkan bir kavga sonrası film iptal oldu ve iki taraf da birkaç ay sonrasında sakinleşince yarım kalan film tamamlandı.
* Dancer in the Dark ile Cannesda en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Björk, o dönemde verdiği bir röportajda Lars von Trierin kadınları kıskandığını ve onlardan nefret ettiğini söyleyip, filmlerini de bu duyguyla çektikten sonra kanıtları ortadan kaldırmakla suçladı.
* 2003te Dogvillein çekimleri sırasında Nicole Kidmanla sık sık gerilimler yaşayan Trier, o dönemde sette öldürülen bir hayvan iddiasıyla da gündeme gelmişti. Kidman, henüz Dogvillein çekimleri sürerken, üçlemenin merkezinde yer alan Grace karakterini diğer iki filmde canlandırmayacağını kesin olarak bildirdi.
* 2009da çektiği ve Tarkovskye adadığı Antichrist, Cannes tarihinin kapanış jeneriği sırasında en uzun süre yuhalanan filmlerinden biri oldu. Trier yaklaşık bir yıl sonra filmi yaptığı dönemde çok ağır bir depresyon yaşadığını söyledi ve film için özür diledi.
* Trierin şimdiye dek hiç gitmediği Amerikanın ahlak anlayışını masaya yatırdığı üçlemesi, Dogville ve Manderlayin ardından Alabamayla (bazı kaynaklarda Wasington olarak da geçer) devam edecekti ama Trier bu filmi hiçbir zaman çekmeyerek üçlemenin kapısını açık bıraktı.
* 2011de Melancholia ile yarıştığı Cannes Film Festivalindeki olaylı basın toplantısındaki meşhur Hitleri anlıyorum çıkışı ile Persona Nan Grata (istenmeyen adam) ilan edildi ve festival yönetimi tarafından bir daha festivale davet edilmeyeceği açıklandı.
* Geçtiğimiz aylarda yeni filmi Nymphomaniacın Berlin Film Festivalindeki basın toplantısına, üzerinde Cannesın Altın Palmiye simgesi ve içinde Persona Nan Grata yazan tişörtüyle katıldı.
cinsellik ve şiddete dayalı tuhaf bir dil kullanan yönetmen. filmleri kendisini kilometrelerce öteden belli eder. melancholia filmini Andrei Tarkovski'ye ithaf etmiştir ki el attıkları meseleler birbirine yakındır. izlemek için çoğu zaman sağlam bir mide gerekir fakat anlatmak istediklerini kanla, sikiş sokuşla, tuhaf şiddet eylemleriyle yoğurarak birer balyoz haline getirip kafamıza kafamıza indirir beyzademiz.
izlenesi adamdır.