puşkin'in öldürülen dostu rileyef için söylediği şiirden bir ateş parçası...
...
işte puşkin geliyor gecenin ortasından ve ahmakların korkularından yaktıkları ateşin üzerine tükürerek okumaya başlıyor şiirini...
dinle-me-yin beni ey aklıevveller, kulaklarınız bizim sözlerimizi anlayabilecek kadar sağlıklı değil, kalbiniz bizim rüyasını sırtlanıp yoluna revan olduğumuz hakikati hissedebilecek kadar temiz değil, sizin yalnızca bir zavallı bulduğunuzda aç sırtlanlar gibi saldıracağınız merhametsiz gözleriniz ve cenabet ve iğrenç ve irin kokulu pençeleriniz var...
her gün ayinlerle taziz ettiğiniz tanrılarınız ahırlarda aç sırtlanlarla basılmış, dosyalarının arasında kurutulmuş mazlum leşleri, dillerindeki hamaset irin dolu kuyularda bilenmiş de kirletmiş meydanları, onların göbeklerinde ve bellerinde birer ur gibi koşturup yorulan köpeklere tapıyorsunuz haberiniz var mı...
ve sonra onların, o narsist köpeklerin, zalim farelerin, müseylemet-ül kezzab'dan aşırdıkları ayetlerle doluşuyorsunuz meydanlara, memleketim diyerek ahıra çevirdiğiniz ve kaç masum kızın ve delikanlının hayatını kararttığınız bu eski irem'de külhanbeyliği taslayıp yediğiniz haltların marşını söylüyorsunuz ayaklarınızı yerlere vurarak...
dinle-me-yin beni kureyşin dölleri, sizden önce de ve sizden sonra da itler ürüyecek biliriz biz, ama bilin ki sırmadan küsüşlerle, yakuttan susmalarla yüklü kervanlarımız, asırlar önce simurg'un geçtiği vadileri geçiyor bir bir, ve dolu dizgin atlılar koşturuyor sizin çölleştirdiğiniz güzel günlerin hatırasıyla hüzzam mezarlıklarda...
dinle-me-yin beni moğol bozguncuları, bağdatın kütüphanelerini fırata döken azgın barbarlar, hülagünün veled-i zinaları dinle-me-yin... bir gün sizler için güzel ve bereketli dar ağaçları hazırlayacağız unutma bahçelerinde, kenarlarında mutantan kayıtsızlığımızın ve mütekebbir merhametimizin heybetli cellatları... o zaman anlayacaksınız bir nehrin öte yakasında olmak ne demek ve ne demek araf'ın işaret ettiği sır... o darağaçları ki halil ibrahim sofraları kadar velud erdemler baındıracak içerisinde, öyle ki çocuklarımıza bırakacağımız en güzel mirasımızdan, yani öfkemizden çelik prangalar yedireceğiz insanların yüzlerine yüzlerine vurduğunuz cehaletinize...
dinle-me-yin beni ey köleler, bakın efendileriniz hangi şeytanların yataklarında fahişelik yaparken yakalandı. oysa siz onları teravihlere gönderdiğinizi zannettiniz hep, tüm yalvaç hikayeleriyle süslediniz onların kandan irinden geçilmeyen yaralarını... ama işte orada o hakikat aynasında, levh-i mahfuz denen şaşmaz defterde yazılacak her şey ve o zaman geç de olsa anlayacaksınız nedir dilinize sürülen hamaset zehiri... ama artık kalbleri mühürlenmiş karavaşlar olarak, nefislerinin altına yatan yosma efendilerinizle haşır neşir oalcağınız semum rüzgarlarına doğru yol alacaksınız...
dinle-me-yin beni ey vandallar, okuma yazma bilmeden el attığınız kutsal kelimeler defterinde her gördüğünüz ayeti, her gördüğünüz cümleyi mezarlarınızda size iştah duyarak ömürlerini geçiren hamamböcekleriyle karıştırıp tu kaka ettiniz. oysa bilemediniz ki, kendi aptallığınızı, ahmaklığınızı, cehaletinizi, cüzzamlılığınızı, kanla irinle beslenen vahşilere dönüşmüşlüğünüzü, yalancılığınızı, düşmüşlüğünüzü, ve terkedilmişliğinizi, ve vicdan diye diye ırzına geçtiğiniz affedilmişliğinizi, ve ideolojik gömlekler giyerek katıldığınız panayırlarda kimselere bırakmadığınız gülünçlüğünüzü, hülasası sefaletinizi aşikar etmekten başka hiç bir şey yapmadınız yapmıyorsunuz da...
dinle-me-yin beni, ey ke-n-diliği kedilikle karıştıracak kadar mecazdan uzak münkirler topluluğu, evet bir kere daha haykırıyoruz işte;
"lanet olsun peygamberlerini taşlayan halklara... "
lanet olsun peygamberlerini taslayan halklara evet.. ama yine de o halklar değil mi dünyanın en güzel şarkısını söylemek zorunda olan koro.. o halde geç doğmuş bir tevekkülle devam etsin şiirine puskin usta..
dinle-me-yin beni, ey aklını peynir ekmekle altın tepsiler içinde efendilerine sunan karavaşlar.. bil-e-mediniz.. günlerin peşinden giderken açılan eteklerinizin altında gözü olan haramilere kaş göz ettiğinizi.. sıralarında ruhunuzu gönül rızasıyla iğdiş ettiğiniz mekteplerin sırrına vakıf olamadınız.. ahlak dediğiniz sırça kadehten sunulan yüreköldüren şaraplarına iştahla saldırdınız.. şimdi size gülümseyen efendilerinizin ağzındaki salyalarda bir şifa olduğunu vehmederek torunlarınızı da zehirlemeye kalkışıyorsunuz..
dinle-me-yin beni, ey küçük hesapların küçük insanları.. kanla yazılmış yazılardaki hikmete kör kalıp yalnızca öfkenin rengine takılarak burnunuzdan soluyorsunuz.. sizi tahrik ederek aristokrat sofralarına neşeli mezeler derleyen matador efendilerinizin dilini de bilmiyorsunuz ne yazık..
dinle-me-yin beni, ey isimlerin, izmlerin ve son sözlerin lanetli büyüsüne teşne sürüler.. ahmaklığınızda dünyanın en zalim imparatorluğunu inşa eden vandal mimarların size tahsis ettiği cenabet cetvellerle çizilmiş sokaklarda ezbere sloganlar atıyorsunuz.. oysa rüyalarınızda görüp sabahları ihtilam halinde kalkmanıza sebep olan özgürlüğün sırrı ayağınızı kestiğiniz camilerin ürkek güvercinlerinde gizli.. oysa her bayram siz kargalarla yatıp kunduzlarla kalkıyorsunuz..
dinle-me-yin beni, ey klasörlerin, makam onaylarının ve devletin en görkemli labirenti olan bürokrasinin koyu karanlıklarında soysuz bir öfkeyle geviş getiren fareler.. bakın sözlerinizden akan irinler hangi müseccel lağımlara akıyor.. ve bu yüzden akşamları hayvani dürtülerinizle aydınlattığınız şehriniz akşam üzerleri gözü dönmüş haçlı artığı kokuyor..
dinle-me-yin beni, bir zamanlar güzel şarkılar söyleyen atalarımızın toprağımıza miras bıraktığı anne bakışlı kardeşlerim.. ne oldu da bir anda gözü dönmüş yabanıl kelaynaklara özendiniz.. ve birbirinizin kabil'i olmak için bu kadar şevkle can atmaya başladınız.. oysa sizin de göğünüzde halimize ağlayan mavi melekler gizleniyor.. oysa sizin de güneşten usandığınızda gölgesine sığındığınız ağaçların kavruk tenlerinde eski masallardan düşen elmalar beliriyor.. oysa sizin de annelerinizin merhametli bakışlarıyla nurlandığınız sabahlar vardır elbet.. yapmayın.. insana mutlu olmak icin bir karis toprak yeter diyen goethe'ye bu kadar kayıtsız kalmayın.. nefretinizi bu kadar seviyorsanız o halde onu güzel cümlelerin içinde anlamlı hikayelere dönüştürün n'olur.. sonra da lezzetli kaplarla ciltlenmiş kitaplara emanet edin.. görüyoruz ki, siz uyuyorsunuz hala.. oysa bir sabah, size yeni koparılmış kır çiçekleri kadar toprak kokan velud sözlerle geliyorduk biz..