"son tabuyla yüzleşme: adet kanaması" alt başlığına sahip, karen houppert'in yazdığı, kadınlara has bir durum olan regl olayının ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve siyasi boyutlarını inceleyen kitap.
borges "kum kitabı" öyküsünde, birinci ve sonuncu sayfası olmayan, yani sonsuzca sayfası olan, sonsuzca bilgi taşıyan dolayısı ile, bir kitabın öyküsünü anlatır..
kitabın değeri ve güzelliğinden dolayı o na sahip olanlar bir türlü rahat yüzü görmezler.. zira sürekli bir koruma ve korunma gerektirmektedir bu.. yitirmemek ve başkalarından önce ve hep o "sevgili" ye sahip olmak ve kalmak için..
ve bunun ile yaşayamayıp sonunda, bir çılgınlığın cinnetinde yitirip akıllarını ya da yitirmeye yakın, fırlatıp atarlar sahip olanları kitabı.. kimseye mutluluk getirmez o kitap..
öykü leri bu kitap a benzeyen kadınlar da vardır.. çokca arzulanan ve güzel olan ve falan filan işte.. gölge gibi taşıdıkları lanet leri ile dokundukları herkesi bir çılgınlık ve mutsuzluğa mahkum eden, kendileri başta.. istemeden de olsa.. anlamadan da olsa.. ama oluveren..
ailelerini, dostlarını, aşıklarını, mutsuz eden kadınlar ve sahiplerini mutsuz eden kitaplar..
fakat hem güzel, hem de bulaşıcı bir iyilik ve mutlulukla sayıklayan, henüz anlayamadığım bir kadın ve bir kitap ta var..
öylece durup oralarda bir yerde.. gülümseten boşluğa..
bir opera hayal etti genç adam, konusu insan olan. insan çok derin ama bir o kadar da sığdır. derinliklerinde kendisini efsane sanarken, sığ olduğunun yüzüne vurulduğu anlarda mahvoluyor, aciz durumuna düşüyor. insan, varyasyonlarından kuleler yapan, derinlemesine çözümlemeden duramayan ama kendi hayatında henüz bir metreden derinlere varamayan bir nefesin atmosferinde bulunmanın acı tadını ayırt ettiği gün erecek aydınlığa.
olur olmaz bir zamanda, olur olmaz bir tıkırtı duydu kalbinin tam ortasında;
yoksa?
sen misin marcus junius brutus?
daha derine sapla hançeri, kes ruhumu!
al bedenimi, ver onurumu!
-gürültü etme bilader çocuk uyuyo!
diye en yavşak tonlamalara doymuş bir böğürtü yankılandı kafatasının içinde.
insan! dedi, sanıyor ki bazen; vazgeçilmez, beyhude. o insan için son sözüm, biraz ağır ama inan bana son sözüm. hiç kimsenin yeri dolmaz, hiç kimse vazgeçilmez değildir. gittiğin yerdeki koltuğa hiç kimse senin gibi oturmayacak ama o koltuk, asla boş kalmayacak.
ve bütün tenorlar tempoyu hiç düşürmeden sürdürdü ürkünç buğularla haykırmayı, son ışık sönene kadar;
gözle de görülen, elle de tutulan ve de aynı zamanda duyulan. soyut değil bu. insanın üstüne çöküp her attığı adımda üstüne kara bulut gibi inen. materyalist efeliklere gelmez. götünün dibinde hissedersin her daim. öyle bir şey bu.
mutluluk da bir nevi lanettir. sahip olunmak istenen, uğrunda can bile verilen, sahip olunduğunda kıymeti bilinmeyen cinsten. umursamazlıktır aslında bir bakıma en büyük mutluluk. dünya yıkılmış kime ne? afrikadaki çocuk susuzluktan ölmüş kime ne? cinayetlerle büyümüş insanlar, derin psikopatlar falan. olsun dünya yine de güzel (!).
galiba, 15 yaşındaki bir kız tarafından lanetlendim. lanetimin içeriği unutamamak ve her unuttum sandığımda yeniden hatırlamak.
kimi sevsem sensin aslında çocuk, yaşım 29 oldu ve aradan 11 yıl geçti. büyüdün, büyüdüm. kalbini kırdığım günden beri huzur bulmadım. aslında, yalan konuşmanın bir anlamı yok. ilk bir kaç ay çok iyiydi. sonradan aklım başıma geldi. 11 yılın hergünü, seni hatırladım.
başkalarını sevmedim mi? sevdim çocuk. beni terk edenler de oldu, benim terk ettiklerimde. lanet burada başladı işte. ne zaman bir ayrılık yaşasam ben gidenin yada gönderdiğimin arkasından üzülmedim. yaşanan ayrılıkların ardından, hep sana üzüldüm, hep senden ayrılmış gibi hissettim.
defalarca, defalarca.
eskiden daha kötüydü, mesela ben bir mağazada çalışıyordum, merdivenlerden sen gelecekmişsin gibi hissederdim. ne bileyim, köşeyi dönünce karşıma sen çıkacakmışsın gibi gelirdi. oysa, aramızda 1000 km vardı.
lanetini çek artık üstümden çocuk, büyüdüm, büyüdün. hatta sen avukat oldun. haberlerini alıyordum eskiden. şimdi o da yok. adını google'ye aratınca baro kaydın çıktı karşıma. bu arada yıllar sana da acımamış. çocuk değlsin artık. 25 yaşında, avukatsın.
ne dersin çocuk? hak ettiğimi biliyorum. hatta bana, seni hatırlatan şarkılardan en birincisi bak ne diyor:
'' guess i got, what i deserved. kept you waiting there too much my love. ''
( sanırım hak ettiğimi buldum. seni orada çok fazla beklettim aşkım. )
seni orada, yani kalbimde çok fazla beklettim. lanetini nolursun çek üzerimden. gerçi belki, aklına bile gelmiyorumdur.
şey demiştin, ''seninle gönül bağım yok artık.''
saplantı haline getirdiğimi falan düşündün bir nebze, hatta beni savcılığa şikayet etmeyi falan düşündüğünü de belirttin, sene 2013. mekan ankara.
son telefon görüşmemiz,
heyecandan ''ben, ben'' deyip durmuştum.
hiç demedim, diyemedim. özür dilerim.
''seni seviyor-dum.''
keşke en azından yüzüme kapatmadan, bir kere olsun bunu diyebilseydim.
bu arada, ben hala o şehre ne zaman gelsem, sokaklarını ilmek ilmek dokuyorum. sokağını bile unuttum. ne olur bir yerden karşıma çıksan.
ölmeden, en azından evlenmeden bir kere daha seni görsem ne olur? hiç bir şey demeyeceğim, yemin ederim gözün gözüme bile değmez.
bir kerecik görsem.
seni görmeden öleceğim.
oysa küçücük şehir, görmemem imkansız ama lanet bu ya, 11 yıldır göremiyorum.