laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından önce bir ülkede her insanın, hangi dinden olursa olsun eşit şartlara sahip olmasıdır.
kesinlikle yobaz bir insan olmadığımı belirtmek isterim çünkü söyleyeceklerimden sonra yobaz damgası yiyeceğimi biliyorum, malesef bu böyle.
ingiltere'de sokağa çıktığınızda her tür ırktan, dinden insan görebilirsiniz. meryem ana, haç kolyesi takan insanlardan, takkeyle gezen insanlara; kara çarşafla gezenlerden, mini şort ve askılıyla gezen insanlara kadar her türlü insan.
bu insanlar bu şekilde gezebiliyorsa, evet o ülkede laiklik vardır.
türkiyede' de var ama tam olarak değil. türbanla da gezen var, mini etekle de gezen var. bizim ülkemizde abazalar var gerçi o ayrı ama genel olarak insanlar istediği şekilde giyinebiliyorlar.
peki resmi kurumlarda neden bu böyle değil ?
bu konudan gına geldi evet ama neden bir türbanlı üniversiteye giremesin ya da öğretmen olamasın? evet resmi bir kurum ama bu yeterli bir sebep mi ?
bir insan türbanlı olur haç kolyeli olur ateist olur hangi din olursa olsun yaşam tarzını bir resmi kuruma girmek için değiştirmek zorunda mı?
bence değil.
bir üniversiteye her dinden insan gidebilmeli. eğitim hakkı bu ya dine bakılır mı ? müslüman, ateist, budist, musevi, hristiyan, putperest her ne olursa olsun bu değişebilir mi ?
ben kapalı değilim böyle bir şey de bana ters ama insanların yaşam ve düşünce tarzlarına saygılıyım ki önemli olan da bu. kimsenin tercihi beni ilgilendirmemeli. devlet dairesinde bir türbanlı da görsem yadırgamam, dersime türbanlı öğretmen girse de yadırgamam çünkü bu benim ilgi alanım değil, onun düşüncesi ve onun tarzı. o da bana saygılı olmak zorunda.
aslında bu tip özgürlükler sağlansa laik bir devlet olunur işte. çünkü asıl bu tür bastırılmış özgürlüklerdir insanları yobazlaştıran.
devlete göre herkes eşittir demektir...
yani misal bir hakim sen yahudisin şu x ceza sen müslümansın y ceza aldın diyemez.
veya misal bir kimseye gayri müslüm ya da inançsız diye belirli pozisyonlara getirilmemezlik yapılamaz.
yani vatan severliği bu topraklardaki kardeşliği ön plana çıkaran hümanist bir kavramdır..
din işlerine diyanet işleri bakmaktadır hükümet gelipte kardeşim biz kiliseleri kapadık artık o yasak bu yasak diyemez. öylebir gereklilik sosyal gereksinim varsa doğar ona da ihtiyaçlara göre politik bakış açısı olmadan yorum yapmadan diyanet cevap verir. böylece politikanın din üzerinde kurabileceği baskı minimize edilmek istenir..
politikanın dinle arasında sınırlarını çizer..
yani bir politikacı çıkıpta ben muslümanım diğerleri değil bana oy verin ya da ben peygamber torunuyum bana bu yüzden oy verin şeklinde söylemlerde bulunamaz. zaten her siyasi görüş dini yaşamı korumak kollamak zorundadır.bu iş için kurulmuş diyanet işleri kurumu vardır.... dini sömürmek kimsenin haddine değildir.
ama bunlar yapılıyor.
ve daha kötüsü halk tarafından kabul görüyor.
dinsizleşme veya din devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi tanımlar yanlıştır.
ülkeyi dinsizleştirebilecek tek şey olsa olsa yobazlık olabilir.
ülkenin temel yapı taşı , cevheri aydın düşünen insanları baskıyla sindirmeye çalışarak , karşısına alarak dinden soğutur.
hayır efendim en mükemmel hukuk din hukuku değildir.
en mükemmel hukuk hümanist günümüz ihtiyaçlarına göre şekillenmiş hukuktur.
tabi hakkı hukuku anlamak için çok şey bilmek , çok şey görmek, çok şey okumak lazımdır.
her babayiğidin harcı değildir.
laiklik ilerici hakkı, ilerici hukuku, devletin dünyeviliğini garantileyen .. gerçekçi,politik olmayan, ahlaklı ve onur duymamız gereken bir kavramdır..
Türkiye' de tamamen yanlış uygulanan bir kavram. Türkiye' de başörtülüler düne kadar üniversitelere giremezken asıl yeri Amerika' da başörtülülerin kamu işinde çalıştığını düşününce ne kadar yanlış uygulandığını görmek pek de zor olmuyor.
din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil ayrı yürütülmesidir. bu nüans çok kafa karıştırsa da doğrusu budur.
inanç bir toplumun vazgeçilemezlerindendir. hiçbir toplum yada zümre tek bir inancın etkisi altında olamaz. bunu ancak yönetim sistemiyle, rejimle yapabilirsiniz. netekim içinde bulunduğumuz idare şekli de buna izin vermez.
siz her daim çoğunluğun sahip olduğu inancın iktidar olması gerektiğini savunur ve bu yolda adım atar, yönetenlerinizi seçerseniz başka bir gün sizin düşüncelerinizin tersini savunan bir yönetim başa geldiğinde savunacak bir din ya da düşünce bulamayabilirisiniz.
ayrı yürütecek ne din kalır ne devlet işleri. mecbur kalırsınız.
ama unutmayınız ki asıl mastürbasyon sahipleri inandığı dinin gereğini yerine getirmeyip insanları yaftalamak için yarış içinde olanlardır.
demokraside aslolan bireyin ve halkın iktidarıdır. halk olarak demokratik olup kendi yönetenini seçenler yönetenine öyle bir idare yetkisi vermektedir ki bu durum içinde bulundukları demokratik tutumla ters düşmektedir.
unutmayınız ve aklınızın bir kenarına yazınız, bugün sizi yönetenlere verdiğiniz yetkiyi gün gelir elinizden alırlar. kime ve neye ne şekilde yetki vereceğinizi iyi belirleyiniz.
Ne olduğunu hala anlamayanlar varmış sanırım, o zaman klasik tanımları geçip biraz güncelden örnek verelim.
tayyip erdoğan müdahale için ramazanın bitmesini bekliyordu. terör beklemeyince, mecburen din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak durumunda kaldı... biz buna kısaca ''laiklik'' diyoruz...
rasim ozan kütahyalı'dan bozma ileri demokrat(!) ergenlerden öğrendiğimiz üzere ne kadar saçmaymış arkadaş; devlet düzeninin tüm kurumlarında hiçbir inancı gözetmeden işlemesi. laikliği kilisede-camide evlenmek özgürlüğüyle açıklayan mı dersin, sadrazam taşaklarına bağlayan mı... 'laikliği halk talep etmedi ki ona dayatıyorsun' demek, toplumu yönlendirecek iradeye ''cehaletin hakim olduğu bir topluma cahilin hakettiği gibi davran'' ile eş anlamlıdır. devlet varsa müdahildir, devlet varsa 'kanun'dur. 'yansın bütün devletler, yaşasın sonsuz demokrasi' diye götünü yırtarak idareyi halkın eline veremezsin bebeğim, çünkü demokrasi o senin 10.000 satır entry kasarak anlatmaya çalıştığın teokrat erkeklerin taşaklarının gölgesindeyken bile 2 kurt ile 1 kuzunun akşam yemeğinde ne yiyeceğini oylamasından ibaretti. demokrasi toplum psikolojisi içinde sapıklığa yol açabilir, tarihin en yanlış işlerini yaptırabilir. ha, sen diyorsan 'türk halkı kesinlikle her zaman en doğrusuna karar verir' o ayrı tabi, o da senin güzelliğin der, gözlerinden öperim.
laiklik, osmanlı imparatorluğunun topraklarını bölmek için uydurulan büyük bir saçmalıktır. türkçedeki adı kemalizm arap dünyasındaki adı baasçılıktır.
yoksa avrupada millet aslanlar gibi kliselerde evleniyor,istediği kıyafetle istediğini yapıyor. yok öyle kamusal alan malan.
laiklik yerden mantar gibi bitmemiş bir kavramdır. birbirini tetikleyen bir dizi tarihi olayın sonucunda ortaya çıkmıştır.
şimdi sanki bir ihtiyaçtan doğmamış gibi, sanki insanlar "hadi laikçilik oynayalım jean pierre" diyerek sikinin keyfine laiklik kavramını benimsemiş gibi bizim ülkedeki laiklik yeriliyor bazılarınca.
bunlar tabii bilgi eksikliğini beylik laflarla bezeyip, oraya buraya serpiştiriyorlar. şemsiye açarak kurtulmak ne mümkün bu adamların ağzından saçılan tükürüklerden. güdümlü füze mübarek. neyse allahtan pastör diye biri var da buna karşı da efsunluyuz.
şimdi ilk evvela laiklik bu topraklarda ortaya çıkan bir kavram değildir. avrupa' da peydah olmuştur. ya nasıl peydah olmuştur?
avrupalı ticaretle sermaye birikimine ulaşmış, soylu kesim dışında da hatırı sayılır burjuva sınıfı ortaya çıkmıştır. bu adamlar da "kardeşim dayamışsın sırtını kiliseye, car car ötüyorsun. bi sus ulan, bi çay koy" demek suretiyle ve hatta "ulen vergi toplamayı biliyorsun da iş bize geldi mi bik bik ediyorsun ipne kral" diyerek teokratik, mutlak monarşi rejimine ayarı vermiştir.
bu noktada insanların hala "laiklik çok saçmaaaa" demelerini gerçekten ilginç buluyorum. yahu bunun tersi şu "kralınız olarak söylüyorum, geçen tanrıyla karşılaştım. bana dedi ki -len filip sen çok şugar bi adamsın. senden kral olur. git şu fransız kullarıma kral ol. papaya da benden selam söyle"
gülüyoruz değil mi? işte ben de laiklik denen kavramın ne menem bir şey olduğunu bilmeden vidi vidi sesleri çıkaran hamam böceklerini görünce böyle gülüyorum. allah iyiliğinizi versin emi? bir gün boğazımda düğümlenecek rakıma meze olan beyaz leblebiler, o olacak.
neyse ülkemizdeki laiklik uygulamasına gelirsek böylesi bir tarihsel süreçten bahsetmek mümkün değildir. çünkü ne burjuva sınıfı ne sermaye birikimi oluşmuştur bizim topraklarımızda. bunun nedeni son derece nettir. osmanlı merkezi otoritesini sarsabilecek güç odaklarının oluşmasını engellemiştir. nitekim ilk olarak türkmen halkıyla ilişkili sadrazamların , bürokratların kellesi uçmuş yerine bir bir devşirmeler gelmiştir.
selçuklu döneminden örnek alınan tımar sistemiyle bütün topraklar devletin ve dolayısıyla padişahın mülkü olmuş ancak belli bir hizmet karşılığında bu topraklar halka verilmiştir. ancak asla bir ailenin elinde kalmasına izin verilmemiştir. zaten ölen kişi oğluna miras bırakamazdı bu tımarı. bunlar bilinen şeyler.
gelgelelim osmanlı merkezi otoritesi yumuşadıkça ayanlar çıkmıştır, yeniçeriler çıkmıştır, ilmiye sınıfı denilen dini bilginler çıkmıştır meydana birer sınıf olarak.
ancak ayanlar bölgesel bir güce sahip oldukları ve avrupadaki burjuvazi gibi bir kültürel birikime sahip olmadıkları için bazı imtiyazlar almakla yetinmişlerdir.
yeniçeriler aslında padişaha sıkı sıkı bağlı kapıkulları olsalar da zamanla halkın içine karışmış ve askerliği bırakıp esnaflığa başlamıştır. savaşan yeniçeriler bütün ocağın küçük bir kısmı olarak kalmıştır. bunlar tabii olarak halkla birlikte hareket ettiklerinden ötürü saltanat bu sınıfı bir punduna getirip ortadan kaldırmayı sürekli istemiştir. hatta genç osman bilindiği üzere bu yüzden katledilmiştir yeniçerilerce.
tarihimizde pek de üzerinde durulmayan bir tarafı var yeniçerilerin. o da şudur. bunlar aslında her zaman memleket aleyhine hareket etmemişlerdi. mesela kapitülasyonla gümrüksüz gelen yabancı ürünleri limanlardan sokmamış, yerli üreticinin ölmesini engellemiştir. mesela devletin maaş bağlayamadığı gazileri, şehitlerin ailelerini desteklemişler ve hatta bazen esnaf yeniçerilerden alınan paralarla devletin verdiği uyduruk tüfeklerin yerine kendi tüfeklerini almış öyle savaşa gitmişlerdir. işin ilginci 1800' lü yıllarda yeniçeriler mevcut saltanatı yani osmanlı sülalesini iktidardan uzaklaştırmayı bile düşünmüştür ve hatta cumhuriyet fikrinin tartışıldığı rivayet edilir ta o zamanlar.
elbette şahsi çıkarlar uğruna sadrazam kellesi de almışlardır, ganimet muslukları kapandı diye "savaş isterük" de demişlerdir. ama en nihayetinde toplumla en iç içe sınıf da budur. ve bu gerçek üzerine de osmanlı, yeniçerileri ve dahi bektaşileri topla tüfekle ortadan kaldırmış ve yine iktidarına ortak olan sınıfı bertaraf etmiştir.
ilmiye sınıfı hiçbir zaman halkla bir olamamıştır. onlar ibadethanelerin içinde günlerce tefekkür içinde kalmayı tercih etmişler, pozitif bilimden uzak rüya aleminde topluma önderlik etmeden sadece dini nasihatler vererek ömürlerini geçirmişlerdir. dolayısıyla toplumun ilmiye sınıfını önder olarak görmediği de ortadadır. zaten ilmiye sınıfı saltanatsız yok olacaklarını bildiklerinden ona sıkı sıkı bağlı kalmıştır.
işte gördüğünüz gibi saltanatı halkın istekleri doğrultusunda denetleyebilecek, iktidarı ilahi olduğu hikayesine değil, dünyevi olduğu ve sorgusuz sualsiz saltanatın her dediğinin kanun olamayacağına inanan bir sınıf ortaya çıkmamıştır osmanlıda.
tabii batılılaşma hareketleri sonucunda bazı üst yapı kurumları ithal edilmiştir. anayasa, meclis gibi. ancak bu üst yapı kurumlarının alt yapısı sanayi, aydınlanma, sermaye birikimi olduğundan bu kurumlar da aslında bir tiyatro sahnesinden daha işlevsel olmamıştır toplum menfaatleri açısından; çünkü osmanlı' da ne aydınlanma olmuştur, ne sermaye birikimi ne de sanayileşme. ama osmanlı subaylarını, bürokratlarını avrupaya yollamaya devam etmiştir. bundan etkilenen bürokrasi doğal olarak cumhuriyet, meclis, pozitif bilim gibi konularda bir birikime sahip olmuştur.
bunun yansıması olarak ittihat ve terakki gibi en azından lafta ilerici siyasi akımlar ortaya çıkmıştır özellikle milliyetçiliğin etkisinde. şimdi bilinmeyen bazı gerçekler var. onlara da girelim yeri gelmişken. ittihat ve terakki doğal olarak kötülenir sürekli. nitekim eleştirmek kolaydır böylesi toyca işler yapan insanları. ama mustafa kemal bile bir ittihatçıdır. zaten mesela harf devrimine benzer fikirler bu ittihatçılar arasında hep konuşulmuştur ve hatta cumhuriyet fikri ve hatta laiklik. ama bir bütün olarak ittihat ve terakki laik düşünce sistemini kabul etmiştir denemez. ancak ittihatçılar içinde laikliği benimseyen kesimler gizli açık, öyle veya böyle vardır. en azından meclisin varlığı konusunda ısrarcı oldukları bilinen bir gerçek.
neyse sonuç olarak avrupanın üst yapı kurumlarını benimseyen osmanlı ileri gelenleri vardır. bu bilinen bir gerçektir. ama yine bilinen bir gerçek o donun bu göte bol gelmesidir. yani osmanlı toplumu ne milli bilince sahiptir, ne birey olarak bir değeri vardır -sadece tebadır çünkü-, ne de daha fazla özgürlük talebi vardır. çünkü köylüdür bu kitleler.
evet, türk toplumu asırlarca ticari hayattan, üretimden, verimlilikten, düşünsel aktivitelerden uzak tutulmuştur. böylece köylü-asker bir toplum haline getirilmiştir. nasıl aydınlanma felsefesinden etkilenen fransızlar gibi ayaklanacak da saraya dayanacak? "özgürlük" diyecek bunlar? dememişlerdir doğal olarak.
ama kendi bekasını devlet bekasıyla bir tutan saltanat, imparatorluk elinden kaydıkça halkına daha fazla eziyet etmiş, daha fazla ezmiştir. doğal olarak bu kadar durağan bir toplum yapısına sahip olan osmanlı halkı buna sabır göstermiş ama devlet de halk da sürekli geride kalmış, kirlenen kanı temizleyecek mekanizmaları geliştirememiştir.
"şimdi medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" edebiyatı da yapılabilir. efendim öyle sömürdüler, böyle ettiler, şöyle emperyalistler.
tamam da kardeşim bu adamlar evinin kapısını kırdı mı? kırdı. karını aldı yatağın üstüne attı mı? attı. tecavüz etti mi? etti. eee nedir senin dediğin? nedir buna karşı argümanın? senin mutlak monarşi, köylü toplum yapısı, teokratik devlet buna bir önlem alabildi mi? hayır.
sonuç olarak kurtuluş savaşı verilmiş, ve atatürk sivilleşerek düşüncelerini bir bir devrim olarak hayata geçirmiştir. laiklik de bunlardan biridir.
mesela saltanat kalkmıştır bu laiklikle ilintilidir, halifelik kalkmıştır bu laiklikle ilgilidir. şeriat kanunlarına dayanan mecelle kalkmıştır bu laiklikle ilgilidir. bunları yapmıştır ve evet bunları tepeden inme yapmıştır.
çünkü laiklik talebi halktan gelmemiştir. çünkü bunun alt yapısı oluşmamıştır. bunu on kere söyledim ki anlaşılsın. ancak "laiklik gerekli mi lan işte ne güzel gül gibi geçiniyoduk" diyenlere yakın tarihi hatırlatıyorum yine. kapını kırdı mı? karını yatağa attı mı? tecavüz etti mi elin oğlu?
işte o oldu canım laik olmadın da, işte kaderini teslim ettin saltanata böyle oldu canım benim. sen masaya yumruğunu vuramadın, hakkını istemedin, "yeter lan" demedin böyle oldu hayatım. ha atatürk, senin bunu diyebilme hakkını eline vermiş sen hala "laiklik çok saçmaaaaağğğ" diyorsun.
şimdi bu toplumun değerleriyle laikliği karşı karşıya getirmeye çalışan yarı cahil provokatörlere şunu demek lazım. laiklik dinsizlik demek değildir. bunu hala anlayamıyorlar bazıları.
"efendim kuran' ı siyasi, hukuki hayatın dışına iterseniz dinden olursunuz" diyorlar hala. pekiyi kuran ne der acaba bugün karşılaştığımız girifit, çetrefilli, karman çorman konularda? bir önerisi var mı?
-eee var. hırsızın elini kes bak çok süper olacak.
-tamam oldu.
-miras hukuku?
-efenim erkeğin yarısını alsın.
-kıymetli evrak hukuku?
-faiz haram.
geçiniz.
tabii bir konu var ona da değinmeden duramam. islam hukuku da kuran temelli de olsa eninde sonunda karşılaşılan her yeni olaya o felsefe içinde yeni bir cevap getirilmeye çalışılmasıyla ortaya çıkmıştır. yani uzun lafın kısası o da insanidir. bunu da diyelim. ama kuran' ın temel adalet felsefesi ile insani kanunlar ne kadar örtüşüyorsa ilahi kanuna da o kadar uyar. bu kadar basit.
şimdi siyasi hayatta islamın ne önerisi var? kuran der ki işlerinizi tartışarak çözün. fikir birliğine varın. bakınız bu ne demektir? cumhuriyete atıf yapılmamış mı?
yıllar önce şu kıbrısta amish gibi yaşayan sarıklı cübbeli bir adam vardı. adama sordular pekiyi senin önerin ne?
-efendim bir bilenler kurulu olsun. onlar yönetsin devleti. işi bilenler yapsın.
-kim karar verecek kimin işin ehli olduğuna?
-eee şeyyy. allah.
tamam oldu işte. allah karar verecekmiş. ama vermiyor kardeşim. biz karar veriyoruz. işte laiklikle, karşıtı arasındaki fark bu kadarcık. bu kadar basit aslında.
yani beni yöneteni ilahi mi kabul edeceğim ve her dediğini allah emri olarak mı algılayacağım? yoksa ben mi seçeceğim beni yöneteni ve sorgulama hakkımı elimde tutacak mıyım? yani maymun mu olacağım? yoksa insan mı olacağım? evet, soru budur. cevabı ya muzla ya da insana kul olmadan özgür bir birey olmakla ödüllendiriliyor. kimine afiyet olsun kimine selam olsun.
dünyada belki de en fazla türkiye'de tartışılan bir kavram bu laiklik. laiklik üzerine uzun uzadıya araştırmalar, analizler yapılıyor. bir yandan da bu insanların gerçekten neyi ispatlamaya çalıştığını anlamak isteyen bir kitle var. ben de şahsen o kitlenin içindeyim. gerçekten laiklik bu kadar lafı kaldıracak kadar değerli midir sokaktaki bir birey için? pratikte olanın laf kalabalığının içinde bükülerek farklı bir şekilde lanse edilmesi mümkün müdür? bence değildir. hayalleri geçip insan odaklı gerçekçi analizler üzerinden yürümek lazım.
devletin ve resmi ideolojinin istediği ölçülerde birey ve toplum ancak laiklikle olur. aksi, tehlikeli bir toplumdur, kemalizmin karşısındadır, tehdittir, adam edilmelidir. adam olmazsa dövülmelidir. bu kemalist kafaya göre gerçek olan, doğru olan bir tanedir, herkes bu doğrunun ve gerçeğin etrafında toplanacaktır. yeni bir ulus, yeni bir birey modeli, yeni bir toplum icat etmeye çalıştılar. adamların kafasındaki buydu. bu inşa sürecini de toplumun tarihsel kodlarını dışarıda tutarak tamamlamaya çalıştılar. 2002'ye gelindiğinde duvara tosladı bu statükocu laik zihniyet. 2 bin sonrasında bu kafaya yer yoktu.
köhnemiş, çürümüş, yukarıdan aşağıya giydirme devrimle olmuyormuş bu işler. bunu anladılar ama ders çıkaramıyorlar, yol haritası çizemiyorlar. çünkü adamlar zamanında toplumu bozdular, inançları ve kimlikleri tek bir potada toplama çabaları sonuç vermedi. laiklik diye diye askeri darbeler yaptılar, yaptırdılar. 2002'den sonra onu da yapamaz oldular, çaresizler şimdi.
en son, ayşe böhürler'e canlı yayında bir televizyon kanalında "atatürk'e şirk koşma", "atatürk senin dilini yakar" diyen bir komutan %0 nokta bilmem kaç oy aldı. bu zihniyetin ideolojisinin de artık toplumda bir yeri ve önemi kalmamıştır.
devletçi siyaset, devletçi ekonomi, devletçi silahlı kuvvetler mantığı iflas etmiştir. toplumu ezerek, faşizmin tillahını toplum üzerinde uygulayarak yönetme, ve buna da demokrasi deme lüksü diye bir şey kal-ma-mış-tır.
yeni bir anlayış, yeni bir siyaset gerekiyordu. bu gereklilik eskinin toplum üzerindeki uygulamalarından hasıl oldu. ihtiyaca cevap verenler kazandı, eskide ısrar eden çürümüş, kokuşmuş devletçi zihniyet kaybetti. birey eski ile yeni arasında bir seçime gitti ve tercihini yeniden yana kullandı. eskide ne vardı? rejim vardı, laiklik vardı, cumhuriyet vardı, içi boş bir demokrasi vaadi vardı. kısacası devletçi mantığın kavram, terim ve argümanları vardı. yenide ne vardı? otoriteyi devletten alıp bireye emanet etme, devleti birey üzerinden inşa etme gayreti vardı. bakın birbirine zıt iki farklı devlet var etme mantığı. biri devleti birey üzerinden inşa ederken diğeri bireyi devlet eliyle adam ederek devlet inşa etme yoluna gitmiştir. bu iki zıt yönetim mantığının kazananı bugün itiberiyle bellidir, fazla söze gerek yok.
yukarıdan getirilen tutmadı, aşağıda zaman içinde olgunlaşan akım üstten gelenin gırtlağından tuttu. burada kemalizmin öngördüğü, uyguladığı laiklik, gırtlağından tutulmuş olandır.
ülkemizde bunu savunanlar genelde kemalist mankafalar olduğu için hep yanlış anlaşılmıştır, yoksa elbette ki, dinin insanların vicdanlarında kalması gerekir; ama bizim mankafa kemalistler bunu dinin kamusal alandan da uzak durması gerektiği gibi anlar.
ah mankafalar ah, şükür ki, devriniz sona erdi, artık sağduyu sahipleri söz sahibi, siz de evrileceksiniz en sonunda.
bahattin akşit'in makalesinde 8 çeşit uygulamasını gözlemlediğimiz, modern seküler devletin dinsel kurumlara karşı takındığı bir tavırdır.
bizdeki cinsi fransız tipi jacoben laikliktir. tarihsel olarak hemen her süreçte benimsenen jacoben tavır laiklik konusunda da benimsendiğinden ve bu tavrın halk realitesiyle örtüşmemesinden ötürüdür ki bunca sene sıkıntılı bir konu, madur edici bir konu olarak süregelmiştir.
jacoben laiklik uygulanabilecek tek tipi laiklik değildir.
laiklik din ve devlet işlerini ayırmak ve dini gereklerle karar vermemektir lakin uygulamada çok farklı kullanıldığı ülkeler var. ve maalesef ülkemizde de islam karşıtları ve ateistler laikliği kullanarak islam dinine ve bunu özgür yaşamak isteyen halkımıza zarar vermek onları kısıtlamak istiyor. bu yüzden bizim ülkemizde laiklik dinsizliğe eşit gözüküyor.
laiklik ülkemizde genellikle yanış anlaşılan bi kavramdır.
örneğin yabancı bi ülkede bi hastanede hristiyanlar için ayrı, yahudiler için ayrı, müslümanlar için ayrı birer oda ayrılmış orada ibadetlerini yerine getirmeleri için.
bizde ise aman din işin içine girmesin gibi bi şey akla geliyo genellikle, oysa herkese dinini eşit bi şekilde gerçekleştirebilecek ortamlar yaratmak olmalıdır, kimse kimseye karışmamalıdır.