varoluscu felsefi yazar sartrein kitabi.kitabi okurken bir bulantı sarıyor adamı yerde gördügün kagıt parçası insanı nerelere götürüyor onu anlıyosun.kitabı okuduktan bi süre sonra bulantının etkisi geçiyo ve kendine ulan ben manyakmıyım ne bulantısı diyosun.Betrand russel a da aynı şey olmuşki varoluscunun bulantısı adında bi kitap yazmis. (bkz: varoluscunun bulantısı)
--spoiler--
bu bira bardağını nesi var? ötekilerin aynı. kesme bir bardak, kulplu, üzerinde bel resmi bulunan markası 'Spatenbrau' da yazılı'' bunları ben de biliyorum, ufacık bir şey, açıklayamıyorum onu. hiç kimseye. işte, yavaşça suyun dibine doğru, korkuya doğru kayıyorum.
bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına karışmaya görsün, suratları hemen değişir. sekiz yaşındayken, lüxembourg parkı'nda oynadığım sıralarda , böyle bir adam vardı; gelir, auguste- comte sokağı' na bakan demir parmaklığa bitişik nöbetçi klübesinde otururdu. hiç konuşmaz, ara sıra bir bacağını uzatarak, ayağına korkuyla bakardı. bekçinin amcama söylediğine göre eskiden öğretmen yardımcısıymış. bir gün akademi üyesi kılığına girip sınıflarda karne notlarını okuduğu için emekliye ayırmışlar. çok korkardık ondan, çünkü yalnız olduğunu sezerdik. bir gün Robert' e, ta uzaktan kollarını uzatarak gülümsemişti, çocukcağız neredeyse bayılacaktı. bizi asıl korkutan ne düşkün hali , ne de boynunda bulunan ve takma yakasının kenarına sürünüp duran urdu. kafasından , yengeçsi düşüncelerin gelip geçtiğini duymamız korkutuyordu bizi. nöbetçi klübesi, çemberlerimiz ve çalılar üzerine yengeçsi şeyler düşünebilmesi içimize yılgınlık salıyordu.
ben de mi böyle olacğım sonunda? yalnızlık ilk olarak canımı sıkıyor.başıma gelenleri, iş işten geçmeden, küçük çocukları korkutmaya başlamadan önce birisine açmak istiyorum. Anny' nin burda olmasını isterdim.
--spoiler--
fransız yazar ve filozofu jean paul sartre' ın en onemli yapıtı. 1938' de yayımlanan la nausee ile sartre, daha sonra temel ilkelerini açıklayacağı " varolusculuk " felsefesinin ilk orneğini vermiştir.
kitabın bir yerinde;
sekiz yaşındayken lüksemburg parkında oynardım. bir adam gelir, auguste comte sokagı boyunca uzanan demir parmaklıkların karşısındaki bekçi kulübesinde otururdu. kimseyle konuşmazdı ama zaman zaman ayağını uzatır ve korkuyla bakardı ayağına. bekçi, amcama, bu adamın vaktiyle öğretmenleri denetleyen müfettiş gibi bir şey oldugunu soylemiş.
bir gün robert' la parkta oynarken, bize hafiften gülümsemişti. korkudan düşüp bayılacaktık az kalsın. bizi korkutanın ne adamın yoksul hali, ne de yakasına sürünüp duran boynundaki urdu. bizi korkutan sadece yalnızlığıydı....
bütün özgürlüğü üstüne çullanmıştı yine...özgürdü, herşeyde özgürdü, hayvan ya da makine olmakta özgürdü, olur ya da olmaz demekte özgürdü, mırın kırın etmekte özgürdü. yalnizdi, korkunç bir sessizliğin ortasında, özgür ve yalnız, yardımsız ve mazeretsiz, bir daha dönememecesine karar vermeye mahkum, her zaman için özgür kalmaya mahkum..
fransız filozof jean paul sartre'ın en önemli yapıtıdır. 1938 yılında yayımlanan bulantı'da sartre daha sonra temel ilkelerini açıklayacağı "varoluşçuluk" felsefesinin ilk örneğini vermiş oldu.eser günlük gibi yazılmıştır.adı gibi okuyunca bi bulantı hissi vermektedir.
insanın aklından uzun süre çıkmayan kitaptır, bir süre insanlardan, hatta varolmaktan tiksinir halde dolaştırır insanı. nasıl bir ruh halidir bu sorarım sana jean paul sartre?
--spoiler--
"Bütün nesneler...nasıl söylesem...beni tedirgin ediyolardı, daha hafifçe, daha kuru ve soyut biçimde, daha derli toplu var olmalarını isterdim."
" 'Varoluş nedir?' diye sorulsaydı, özlerini değişime uğratmadan nesnelere dıştan eklenen boş bir biçimdir derdim."
"Sırtında bir gömlek var. Eflatun rengi askılarını takmış...Mavi gömleğin üzerindeaskılar pek göze çarpmıyor. Mavinin içine gömülmüş gibiler. Ama düzmece bir alçakgönüllülük bu. Unutulmaya razı olacak gibi değiller, koyunca dik kafalılıkları canımı sıkıyor. Menekşe rengini almak isterken yarı yolda kalmışlar, ne var ki bu isteklerinden de vazgeçmişe benzemiyolar. insanın "haydi menekşe rengini alın da bu hikaye sona ersin! diyeceği geliyor. Ama ne gezer!"
"Canlı varlıkları, köpekleri, insanları, kendi kendine hareket edebilen peltemsi kitleleri yeterince gördüm."
"Daha şimdiden pazartesiyi düşünüyorlar. Ama benim için ne pazartesi ne de pazar var. günler ite kaka sürüyor birbirlerini..."
"Kendimi sorguya çekince, kendimin kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başımdan geçtiğini düşünüyorum."gövdemden başka şeyim yok benim. Yapayalnız bir adam, salt gövdesiyle anıları durdurup saklayamaz. anılar üzerinden geçip gider onun. ama yakınmamalıyım. çünkü özgür olmaktan başka bir şey istememiştim."
"dünya her gün aynı yüzle ortaya çıkıyorsa bunun nedeni tembelliktir sanırım. ama bugün değişmek istiyor sanki. öyleyse her şey, evet her şey olabilir."
"insanların küçücük renkli dünyasında bir olay, ancak başka bir herçeğe göre saçmadır, yani kendisine eşlik eden durum ve koşullara göre saçmadır."
"Her zaman kalacak olan öz varlığıma gösterdiği derin ilgi, ama hayatta başıma gelecek şeylerle hiç ilgilenmeyişi (sonra hem tatlı hem bilgiç yapmacık edaları), insanlar arasındaki bağlantıları kolaylaştıran her şeyi, dostluk ve kibarlık formüllerini daha ilk baştan bir yana bırakışı, kendisiyle konuşanları sürekli bir yaratışa zorlayışı." ( bir zamanlar tutkuyla sevdiği kadın anny için)
"kök, bahçenin kapıları, sıra, yer yer gövermiş çimenler ortadan silinmişti, nesnelerin çeşitliliği ve bireyselliği bir dış görünüş, bir ciladan başka bir şey değildi. bu cila erimiş, karmakarışık, devasa, yumuşacık kitleler kalmıştı geriye; çıplak, hem de müstehcen ve ürkütücü biçimde kitleler."
"bir yığın tedirgin, kendinden sıkılmış var olandan başka bir şey değildik."
"birazdan bütün bu insanlar dışarı çıkacaklar, yemeğin verdiği ağırlığı ve rüzgarın yüzlerine değişini duya duya, pardösü açık, başları biraz sıcak, biraz gürültülü, kıyıdaki çocuklara ve denizdeki gemilere bakarak parmaklık boyunca yürüyecek,işlerine gidecekler. ben hiçbir yere gitmeyeceğim, işim yok benim."
"parmaklarımın ucuna basarak yürüyordum. dinlenip duran şu acıklı insanlar arasında kaskatı ve taptaze gövdemi ne yapacağımı bilemiyordum"
yapayalnız yaşayan roquentin'in günceni okuruz. zamanında dünyada birçok yeri gezmiş, biçok şey okumuş ve başından az çok bir şeyler geçmiş bu adam, hayatına yalnız devam eder. nesnelerle güçlü bağlar kurar, onlara bi yığın anlam yükler. gördüğü bir kağıt parçasından ya da bir bardaktan bile çok etkilenir kimi zaman. varoluşmasını, yalnızlığını düşünür, kendi kendine sokaktan sokağa sürüklenir. ve içinde gerçek anlamda fırtınalar kopan roquentin kendi varoluşundan tiksinmektedir.
tabi bunları benim anlatmamla jean paul sartre'ın anlatımı arasında dağlar kadar fark var. bünyeye zararlı bi kitap, ara sıra ağlama krizlerine bile yakalatır.