la chute

entry25 galeri1
    1.
  1. düşüş:
    albert camus yapıtlarından birinin de adıdır aynı zamanda.
    cezaevi yargıçlığı görevindeki bir hukuk adamının kendisini anlattığı monolog şeklindeki önemli bir yapıttır.
    (bkz: la chute)
    1 ...
  2. 2.
  3. 3.
  4. düşüş:
    albert camus'nün zamanında varlık yayınları'ndan çıkmış olan kitabı.
    --spoiler--
    kitabın anlatım tekniği clemence'in konuşmalarından mütevellit.
    mexico city'deki bir barda rastladığı birine içini dökmeye başlıyor.
    kitap, barda birkaç gün, adaya yapılan bir gezinti ve
    sonunda clemence'in evindeki konuşmayla bitiyor.
    dinleyen şahsın cevaplarını, clemence'in tepkilerinden anlıyoruz.
    kitabın son sayfasında diyaloglarla örülü sandığımız anlatım tekniğinin
    monologdan ibaret olduğunu anlıyoruz!
    --spoiler--
    2 ...
  5. 4.
  6. düşüş (kitaptan);

    "ama yer yüzü karanlıktır, aziz dostum, tahta kalın, kefen ışık geçirmez."

    "can çekişenler, bana rollerine biraz fazla gömülmüş gibi görünüyorlardı bazen!"
    3 ...
  7. 5.
  8. albert camus'nun, okura, "allahım beni, bizi anlatıyor bu kitap" dedirten, muhterem eseri.

    "...insanın egemen olmaktan ya da hizmet görmekten vazgeçemeyeceğini biliyorum....kumanda etmek soluk almak demektir..."

    "...kaldı ki hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz."
    7 ...
  9. 6.
  10. bir albert camus eseri.

    romanın konusunu oluşturan şey amsterdam'da mexico-city barında geçer.öyküde tam anlamıyla bir diyalog şeması olduğunu söyleyemeyiz. çünkü clamence'in karşısındaki kişi
    hemen hemen hiç konuşmaz. hikaye sonraları bir monologa dönüşür...
    camus'nün eseri, insanları yargılamaktan vazgeçen birini anlatır. clamence ise romanda tam da bir tövbekar yargıçtır. insanları yargılamaktan vazgeçer ve kendini yargılar.
    camus, felsefesinde ahlaki bir yol üzerinde ilerler ve felsefesinin temelinde saçma kavramı vardır. hiçbir zaman bir eylemin ahlaklı veya ahlaksız olduğunu söylemez, bu
    yönde değerlendirme yapmaz. onun felsefesi bir varoluşçu felsefe olarak görülür.bu felsefe içindeki saçma kavramı da hayatın anlamsızlığı, tutarsızlığı, amaçsızlığı için kullanılır.
    öncelikle çoğu insan, modern kitle toplumunun gereklerine uygun yaşadığı hayatın mekanikliği ve tekdüzeliği, insanın varoluşunun amacının ve değerinin ne olduğunu sormaya iter. insanın zamanın ilerlediğini farketmesi ve zamanın tinsel anlamda ölümcül boyutunu hissetmesidir. bu insanın farklı ölçüde hissettiği-yaşadığı dünyada bir başına bırakılmışlık hissidir. insan sadece nesnelere ve dünyaya değil artık insanlara
    ve kendisine de yabancıdır.
    camus, saçma duygusunun esas kaynağının insanların ölüm ile ilgili düşüncelerinin olduğunun kanaatindedir. kendinden başka alın yazısının olmadığı, tek gerçek ve kaderin götüreceği son nokta olan ölüm, hayatın boşunalığı ve yararsızlığını sunar. o halde, saçma tanrı'nın yokluğunun doğal ve doğrudan sonucudur. ölüm yani saçma insnları mutsuzluğa sevk ettiğği gibi, bir tanrı'nın varolmadığına ve insani varlıkların ölümsüz olmadığının anlaşılmasına yol açar. demek ki saçma camus'de tanrı'nın yokluğundan kaynaklanır.
    kitabın kahramanı clamence, insanlar tarafından sevilen, sayılan ve bunu da nezaketi, cömertliği ve ahlaki pozitifliği ile kazanan biridir. o hayatla tam anlamıyla uyumlu olan birisidir. savunmayı bırakır ve yargılamaya başlar ve kendisinin yargıcı olur. nehre atlayan kıza müdahale etmememsi hayatının dönüm noktası olur. camus
    clamence'i tek yönlü olarak ele alır: hayattaki yaşadıkları, kendisini sorgulaması ve saçmanın yaşanışı. ancak clamence'in saçmayı yaşaması farklı. onu saçmaya vardıran şey, ahlakiolarak insan olarak yapması gereken şeyi yapmamaş olması. bununyaşanması ile kendi hayatının bir iç yönünü görür. bu negatif yön kendi hayatının saçma olduğunu gösterir. zaten amsterdam'a böyle bir şekilde gelir.
    camus kiatabında monolog havasını vurgularken aslında bir ben duygusunu ön plana çıkarıyor. bu da karşısındaki kişinin görüşlerini önemsemediğini gösteriyor. ama buradaki ben negatif bi ben...
    clamence'in şu anda sahip olduğu hiçbir şey yok. önceden zengindi fakat hiçbir şeyini paylaşmamaktaydı. yani ego ve bu ego öyle ki ne yaptığının farkında olmayan, kendisini düşünmekten başka bir şey yapmayan ve bunları da bilmeyen bir ego. onun tüm arzusu yukarıda yaşamak. " haklı olmanın haksızlığı içindeyim... kendime hayran olmanın sevinci içindeyim..." cümlesi onun bu arzusunu ortaya serer.
    clamence bütün iyilikleri bireysel egosunun yükselişi iiçin yapar. ama artık amsterdam'da hayatına başka bir çevreden bakmaya başlar. ahlaki buyruk bir başkası için buyruktur. ama clamence bunu görememiştir.
    trafikte yaşadığı olay ise egosunu parçalar. aslında kitaba baktığımızda yaşadığı her şey hepimizin içdünyasının bir yansıması snki..
    clamence'nin kadınlarla ilişkisinde sosyal statü çok önemli. kendisini en yukarı koymak için eyledği tüm eylemler, kendi çıkarına yönelik.
    kendini yargılamada çok sert ve oldukça dürüst. yaşadığı kötü olay onun ilk kez ahlaki boyutunu gösterecek. kendisine karşıilk kez ahlaki davranı ve bunu da çok acı bir şekilde gerçekleştirir.
    clamance artık kendi varoluşunu gerçekleştirmek için toplumun temel niteliklerinden biri olur. bunun için ahlaki bir rahatlık ve güven içindedir, ta ki yanılmışlığı farkedene dek.
    bencilliğini ahlakın altına saklar ve bunu da fark edince büyük bir boşluğa düşer.insanın kendi varoluşunun bir sahtekarlıktan ibaret olduğunu anlaması dehşet vericidir!!!
    burada ironik bir uslüp var. düşüş ilk günahın ortaya çıkmasıdır. ancak onun düşüşü tanrı'ya karşı işlenmiş bir günah değil, insana karşı işlenmiş bir günahtır.
    artık clamence her erdemin uzlaştırıcı yönünü görür. alçak gönüllülük başarıya ulaşmasına, iyi kalpliliği başkasına hürmetmesine yaramıştır.
    ancak temize çıkmak için kişinin kendisinin yargılamasının yetmeyeceğini de anlar. gerçekte kimsenin suçluluğunu onaylayamayız, der.
    aslında her insan başkalarının suçluluğunun tanıklığını eder. ona göre insanların yaargıları tanrı'nın yargısından daha beterdir. bu aslında çok ince bir mekanizma. bu da egonun tek yargıç olmak istemesinden kaynaklanıyor.
    9 ...
  11. 7.
  12. 8.
  13. fr.
    1) düşme, düşüş. *
    2) yıkılma, devrilme *
    3) dökülme *
    4) azalma *
    5) müzikte son hece
    6) şelale, çağlayan * *
    0 ...
  14. 9.
  15. hava düşüşü anlamında kullanılış tarzı dilimize de bilindiği üzere: paraşüt olarak geçmiştir.
    1 ...
  16. 10.
  17. albert camus'un nobel ödülü kazanmış diyalog biçiminde gibi görünse de konusunu monolog şeklinde anlatan romanıdır.asıl karakterin kendi hayatından yola çıkarak toplumdaki çöküşü gözler önüne sermesiyle gelişen,yıllar geçse de hiçbir zaman değerinden bir şey kaybetmeyecek ender kitaplardan biridir.
    4 ...
  18. 11.
  19. okuduğum ve bu sayede tanık olduğum en yoğun beyin cimnastiğidir.
    1 ...
  20. 12.
  21. "gerçeği şu ki en aklı başında kişi, siz de bilirsiniz, bir haydut olmayı, yalnız şiddetle hükmetmeyi düşler topluma. bu konuda okunan romanların inandırmak istedikleri, bu işin kolay olmayacağı, görülünce de en zorba böleme koşulur. zekasını ayaklar altına aldırmanın ne önemi var değil mi, eğer bu yoldan herkese hükmeye varılacaksa?"
    2 ...
  22. 13.
  23. keşfetmek biraz zor olan yann tiersen şarkısı. amelie filminin soundtrackleri arasındadır. piyano bu kadar iyi kullanılabilirdi ancak dedirtir insana. çalması da bi hayli zevklidir.
    1 ...
  24. 14.
  25. albert camus insan soyunun ipliğini pazara çıkarıyor. Düşüşlerdeyiz mütemadiyen.

    çok değil 6 gün önce bu kitabı okumamış bir zavallıydım. Yazık!
    Şimdiyse bu kitabı okumuş bir zavallı... komik!
    sen mi büyüksün albert yoksa insan soyu mu küçük?

    altı üstü kalın kalın çizilen satırlardan bazıları:

    - meslek ya da eğilim gereği, insan üzerinde çok düşündüğümüz zaman, primat maymunlara özlem duyduğumuz olur. Art düşünceleri yoktur onların.

    - canı sıkılıyordu hepsi bu, insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu. böylece karmaşa ve dram dolu bir yaşam yaratmıştı kendine.

    - her insanın temiz hava gibi kölelere ihtiyacı vardır. (...) kısacası asıl olan karşıdakinin yanıt verme hakkı olmaksızın insanın kızabilmesidir.

    - evet cehennem böyle olmalı: tabelalı caddeler ve düşüncesini anlatma olanaksızlığı. insan, kesin olarak sınıflandırılmıştır.

    - sanki gerçek arzum dünyanın en zeki ya da en cömert yaratığı olmak değilmiş de, yalnızca her istediğim kişiyi dövmek, hem de en ilkel biçimde en güçlü kimse olmak değilmiş gibi. gerçek şu ki her zeki insan, iyi bilirsiniz bunu, bir gangster olmayı ve salt şiddet yoluyla toplum üzerinde egemenlik kurmayı düşler.

    - gerçek aşk pek az rastlanan bir şeydir, aşağı yukarı yüzyılda iki ya da üç kez görülür.

    - insanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar.

    - insanlar bulgulama bakımından ne kadar yoksul. bir nedenden ötürü intihar edilir sanırlar hep.

    - ne kadar küçük olursa olsun, onlara bizi yargılama için fırsat vermeyelim. yoksa paramparça oluruz.

    - mutluluğunuz ve başarılarınız ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğunuz takdirde affedilir.

    - ben ancak spor yaptığım zamanlarda ve kışlada kendi zevkimiz için temsil ettiğimi piyeslerde oynarken gerçekten içten ve coşkulu olmuşumdur.

    - gerçekten de gülünç bir korku peşimi bırakmıyordu: insan tüm yalanlarını itiraf edemeden ölemezdi.

    - çırpınıp durduktan sonra, o küstah büyük havalarımı tükettikten sonra çabalarımın yararsızlığından dolayı cesaretim kırılınca insanlarla düşüp kalkmaktan vazgeçmeye karar verdim. yoo, hayır ıssız ada aramadım. ıssız ada kalmadı artık. yalnızca kadınlara sığındım. bilirsiniz onlar, hiçbir güçsüzlüğü geçekten mahkum etmezler: daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya çalışırlar. işte bu yüzden kadın savaşçının değil suçlunun ödülüdür.

    - sevmek ve sevilmek ihtiyacında olduğumdan aşık olduğumu sandım. başka bir deyimle, aptallık ettim.

    - evet ölümsüz olma isteğiyle yanıyordum ben. aşkımın değerli nesnesinin hiçbir zaman kaybolmamasını arzu etmeyecek kadar çok seviyordum kendimi.

    - alkol ve kadınlar itiraf edeyim ki layık olduğum tek ferahlığı sağladı bana. (...) gerçek sefahat kurtarıcıdır, çünkü hiçbir yükümlülük yaratmaz.

    - hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz. oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz. her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umudum bu benim.

    - insanın masumluğunu reddeden her teoriden ve ona suçlu gözüyle bakan her pratikten yanayım.

    - hey gidi küçük sinsiler, komedi oynayanlar, ikiyüzlüler, nasıl da dokunaklı bir halleri vardır onların. inanın bana, hepsi böyledir, göğe küfrettikleri zaman bile. ister tanrıtanımaz olsunlar ister dindar, ister Moskovalı olsun ister Bostonlu...

    - benim neyi hayal ettiğimi bilir misiniz: tüm yüreği ve bedeni kavrayan dolu dolu bir aşk, gece gündüz hep sarmaş dolaş, neşeli ve coşkulu 5 yıl boyunca böyle ve sonra ölüm. Yazık ki bu yok!

    - her yanım kül içinde, ağrıdan saçlarımı yola yola, yüzüm tırmık tırmık, ama bakışlarım delici keskin, tüm insanlık karşısında durmuşum, utançlarımı özetleyerek, yarattığım etkiyi gözden kaçırmadan ve "sonuncunun, sonuncusuydum ben" diyerek. o zaman sözlerimde ben'den bize geçerim. (...) işte biz buyuz'a vardığı zaman ne mal olduklarını söyleyebilirim onlara. ben de onlar gibiyim, kuşkusuz aynı kumaştanız hepimiz. Yine de benim bunu bilmek gibi bir üstünlüğüm var, bu da bana konuşma hakkı veriyor.
    ...

    üzerinde durup, düşünme vakti hindii.
    6 ...
  26. 15.
  27. --spoiler--
    her topluluk, parlak bile olsa, beni çabucak sıkar, oysa hoşuma giden kadınlarla hiç sıkılmamışımdır. itiraf etmekte güçlük çekiyorum ama, einstein'la yapacağım on görüşmeyi güzel bir figüran kızla gerçekleştireceğim bir ilk buluşmaya feda ederdim. gerçi onuncu buluşmada einstein'ı ya da derin kitaplar okumayı özlerdim. Kısacası, büyük sorunlarla ancak küçük taşkınlıklarımın aralarında uğraşmışımdır. Ve kaç kez, kaldırıma dikilip dostlarla giriştiğim ateşli bir tartışmanın ortasında, o sırada caddeden fırtına gibi bir kadın geçtiği için bana söylenen şeylerin ucunu kaçırmışımdır.
    --spoiler--
    1 ...
  28. 16.
  29. ilk on sayfasını okuduğumda yeraltından notlar'ın ikinci cildinin yazılmış olduğunu düşündüren kitaptı bana. sonraki doksan sayfada da fikrim değişmedi. çok süper aforizmalar barındırır bünyesinde.
    2 ...
  30. 17.
  31. edebiyat kendisini bu kadar sevdirmişse bize, muhtemelen bizi bize anlattığı içindir. istisnalar kaideyi bozmasın, tekmil edebi anlatı bu misyonla yüklüdür. la chute ise bu önermenin akıncı kuvveti.

    camus kadar sözcüklere hükmümü geçirebilseydim (ahh! ne hoş hayal) ve salt kendi benliğimi konu edineceğim bir metin yazsaydım, sanırım ortaya çıkacak olan yazı bu kitabın çok fazla uzağına düşmezdi. camus herkesin yaşantısına bir ayna tutmuş.

    --spoiler--
    kimileri, "sev beni!" diye bağırır, ötekiler, "sevme beni!" diye. ama en kötü ve en mutsuzu olan bir bölümü de, "sevme beni, yine de bana sadık kal!" diye.

    --spoiler--

    kitabın her cümlesi bir aforizma. tekrar tekrar okunmalı, ya da en azından ben kendim bunu yapmalıyım.
    5 ...
  32. 18.
  33. düşüş camus'nun bütün yapıtları içinde üstünde en çok çalışılmış, en sancılı kitabıdır.

    1956 mayıs'ında düşüş çıkar. ''güçsüzlüğün bu muymuş!'' diye şaka yapar robert gallimard*. kitabın başarısı veba'nınkine yetişir. anlatının biçimi, jean-baptiste clamence'ın karşısındaki varsayımsal bir kimseye seslendiği bir tür monolog (vox clamans in deserto), camus'yü şaşırtan övgülere yol açar: ''biçimi konuya uyarladım, hepsi bu.''
    dostoyevski'nin yeraltından notlar'ı modern romancıların tekniklerinden daha çok esin vermiştir camus'ye. okur, clamence figürünün şifresini çözmeye girişir. soylu davaların avukatı clamence amsterdam'a çekilmiştir ve artık tövbekar yargıç mesleğini sürdürerek şehre yolu düşen gezginleri çağırıp, düşkün hale gelişinin evrelerini anlatır. itiraflarının merkezinde şu yer alır: gidip sein nehrinden çıkarma cesaretini gösteremediği (çünkü hava çok karanlıktı, çok soğuktu) genç bir kadının intiharı.
    korkaklığı, kendine ilişkin oluşturduğu gurur okşayıcı imgeyi unufak etmiştir. güzergahın sonunda clamence kendi aynasını, konuştuğu kimseye uzatır ki karşısındaki aynada kendini tanısın.
    tövbekar yargıçlar, kişisel umutsuzluktan hemcinslerini umutsuzluğa düşürmeye girişmiş varoluşçulardır; insanlardan kendilerine duydukları saygıyı almak onları köleliğe hazırlamanın bir yoludur.
    ama iyi konuşan, kadınları tavlamaya, tiyatroya ve futbola meraklı olan bu kişinin içinde camus kendi imgesini de sunar, katı bir içebakışın da saldırıların zehrinin de paramparça ettiği o imgeyi. mütevazı insanların bu sözde savunucusunun kurtaramadığı genç kadının adı francine* olabilirdi. anlatının yorumlarında bir sarmaldaki gibi yolunu kaybeder insan. tumturaklı, belagatlı, simgelerle yüklü yazısı (yabancı ya da veba'dakinin tersi) için eleştirmenler ironik diyecektir. camus'nun kendi üslubuna karşı ironisi mi, romancının kahramanı aleyhine ironisi mi yoksa clamence'ın kendi aleyhine ironisi mi? anlatıdaki ikinci kişinin ''gerçekliği'' yaratır sorunu: clamance, romancı tarafından replikleri es geçilen bir kişiye mi seslenmektedir yoksa yalnızlığını gidermek için hayalinde birini mi yaratmıştır? ikinci varsayım anlatıyı trajik bir monologa çevirir. ''içerik'' ''biçim''in özgün kabul edilemeyeceği kadar kafa karıştırıcıdır kuşkusuz. camus'nun kendisi yapıtının mimarisinde üç ''kat'' görür. düşüş onun projesinde, başkaldırı katı ile aşk katı arasında sıkışıp kalmış görünür. her tür kırgınlıktan arınmış yeni bir çevrime başlamadan önce, bu gıcırdayan anlatıyla, kendindeki kötü yanı başından savmıştır adeta. söz konusu yeni çevrimin en önemli parçası ilk adam olacaktır.
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/276088/+
    düşüş'ün sonunda clamence, doğrulanamayan suçlarla kendini suçladıktan sonra, en sonunda tutuklanacağı umuduyla, odasındaki dolapta h. ve j. van eyck'ın mistik kuzuya tapınma adlı tablosundan dürüst yargıçlar(üstte) adlı panonun orjinalini sakladığını açıklar.***

    açıklamaya derinlik katacak biyografik detay:francine faure camus; albert camus'nun ikinci eşidir. 1940 yılında evlenmişlerdir. ikiz çocuklarının yani kızının ve oğlunun annesidir. camus ile aralarında evlilik müessesi üstüne tartışmalar geçmiş, camus francine'e kendisini kız kardeşi gibi sevdiğini söylemiş; depresif ve bir tartışmada camus'nun suratına kadeh fırlatacak öfke nöbetleri geçiren francine, en çok camus'nun evlilik dışı gönül ilişkilerinden olumsuz etkilenmiştir. aralarının iyi olmamasına rağmen camus francine'in 10 aralık 1957'deki nobel ödülü törenine gelmesi için ısrar eder. açıklaması da şöyledir:''francine sıkıntıda vardı, şan şerefte de olması normal.''
    1 ...
  34. 19.
  35. tersi ve yüzü*nden; ve de sisifos söyleni*'nden sonra beni benden alan; albert camus şaheseri.

    düşüş; adını ortaçağın boğuntu hücresi adı verilen, o zindan hücresinden almakta. camus'nun belirttiği gibi ''genellikle insan ömür boyunca unutuluyordu orada. bu hücre bir insanın ayakta duramayacağı kadar alçak, yatamayacağı kadar da dardı. engelli bir durum almak, köşegen biçiminde yaşamak gerekiyordu orada; uyku bir düşüş, uyanıklık bir çömelmeydi.'' çağımızın insanının içine düşürüldüğü durum, hiç bu kadar güzel, hiç bu kadar çarpıcı, hiç bu kadar derinlikli bir metaforla anlatılamaz.

    bu kavram 112 sayfalık ama fasiküllerce ciltlik yoğun anlamdaki kitabın 78inci sayfasında yer almakta. ama o ana kadar clamance, bir insanın hem de başarılı, ünlü bir avukatın özelinde, tüm batı burjuva toplumunun düşüş'ünü usulca ama keskin tespitlerle; ironinin en karşı konulamaz haliyle öyle seslendirmekte; tüm saklı gerçekleri su yüzüne umursamaz bir tavırla öyle müstehzi bir edayla çıkarmakta ki; tüm bu insanlık tarihiyle yüzleşme hem de onun bir parçası olduğunu kabul ederek yüzleşme sonucunda, kendini en unutamadığı suçundan aklama noktasına ulaşmakta. yani soğuk ve karanlık bir gecede; seine nehri'ne atlayan, genç bir kadını kurtarmaya çabalamayan hem de sırf rahatını bozmamak için başını çeviren, adamın tek vicdan azabının sesini bastırabilmekte ama arada cılız bir ses mutluluk tepesinin doruğunda kulağına fısıldamakta...

    camus'nun ünlü ve çok başarılı ceza avukatı jean-baptiste clamence'in ağzından söylediği gibi:

    --spoiler--
    insanın karakteri olmadı mı bir yöntem bulması gerek.
    --spoiler--

    aynı hitler gibi; aynı katilleri büyük bir zevkle savunan ceza avukatımız gibi.

    camus; insan psikolojisi bunun çarpık örnekleri üstünden, suçlu psikolojisi üstüne öyle ilginç, absürd ama gerçek tespitler yapmakta ki; ağzımız açık, clamence'e hak vermekten başka, elimizden bir şey gelmemekte. hatta çoğu zaman büyük bir aydınlanma yaşamaktayız; çözemediğimiz tavırlar üstüne:

    --spoiler--
    doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, kendi değerlendirmenin sevinci, bayım, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü zembereklerdir.
    tersine insanları bundan yoksun ederseniz, onları ağzı köpüren köpeklere çevirirsiniz. nice suçlar işlenmiştir yalnızca bunları işleyenler kusurlu olmaya dayanamadıkları için! (afallatıcı bir gerçek hikaye geliyor; kemerlerinizi takın, göz bebeklerinizi fal taşına hazırlayın! özellikle mükemmel kadınlar iyi dinleyin camus'yu!)vaktiyle bir sanayici tanımıştım, mükemmel, herkesçe sevilen bir karısı vardı, ama adam yine de aldatıyordu karısını. bu adam, haksız olduğu için, bir erdem beratı alamadığı ya da bu berata layık olamadığı için, sözcüğün tam analamıyla kuduruyordu. karısı mükemmel davrandıkça, o büsbütün kuduruyordu. sonunda haksızlığı kendisi için dayanılmaz bir hal aldı. o zaman ne yaptı dersiniz? onu aldatmaktan vaz mı geçti? hayır. öldürdü onu.
    --spoiler--

    clamence her fırsatta toplum değerleriyle alay etmektedir; ama bu kızgınlıktan kaynaklanan bir alaydan öte küçümsemeden doğan bir alaydır. ve kahramanımız kendi yöntemiyle doruk hazlar yaşayan, doyuma ulaşan bir hayat sürmektedir. hatta kendi yönteminizi bulmanız ya da kendi doğanızı keşfetmeniz halinde nasıl mutlu olacağınızın anahtarını da vermektedir.

    --spoiler--
    değerim sıfırdı: toplumumuzda tutku yerine geçen açgözlülük her zaman güldürmüştür beni. benim amacım daha yüksekti; bu deyimin benim için yerinde olacağını göreceksiniz.
    ama şimdiden doyumun ne olduğuna karar verebilirsiniz.
    kendi doğamın keyfini sürüyordum ben, hepimiz de biliriz ki, mutluluk buradadır, her ne kadar, kendimizi yatıştırmak için, bu zevkleri bazen bencillik adı altında mahkum etme numarası yapsak da.
    hiç değilse, yaratılışımın bu yanının keyfini sürüyordum...

    daha çok, nezaketimden söz edelim. bu nezaket ünlüydü, ama tartışma götürmezdi yine de! terbiyeli olmak bana büyük sevinçler veriyordu...

    cömert de sayılıyordum, gerçekten de öyleydim. kendimden çok vermişimdir, herkesin önünde ve özel yaşamımda...

    yaşamın ayrıntılarına kadar üstte olma gereksinimindeydim.
    --spoiler--

    clamence'in eşsiz yöntemi ile doğasını bağdaştırdığı hallerdeki vech hali, camus'nun bu adeta şehvetli yaşayışı anlatışı,mitolojik kahramanlara selamı** takdire şayandır. insan bir an için de olsa, clamence'in yerinde olmak, o doruk hazzı tüm hücreleriyle yaşamak ister:

    --spoiler--
    ben küflenmiyordum, inanın buna. günün her saatinde, kendi başıma ve başkalarıyla birlikte tepeye tırmanıyordum, orada herkesin göereceği ateşler yakıyordum ve sevinçli bir selam yükseliyordu bana doğru. işte böylece, hiç değilse, yaşamdan ve kendi yetkinliğimden zevk duyuyordum.

    --spoiler--

    şimdi clamence'den insan kardeşlerine, hafif bir serzeniş ardından zekice bir kontur atak gelmekte:

    --spoiler--
    çok şükür ki mesleğim, doruklara olan bu eğilimimi doyuruyordu. bu meslek insan kardeşlerime karşı olan her türlü kırgınlığımı gideriyor, kendilerine hiçbir şey borçlu olmadan onları kendime borçlu bırakıyordum. bu, benim de sırasında yargıladığım yargıcın, minnete zorladığım sanığın üzerine çıkarıyordu beni.
    --spoiler--

    hey melankoli hastaları, mutsuz biçareler! clamence şimdi de yeryüzünde cenneti yaşamanın sırrını vermekte:

    --spoiler--
    gerçekten de cennet bu değil miydi aziz bayım: doğrudan kavrayarak yaşamak? benim yaşamım böyle oldu işte. hiçbir zaman yaşamayı öğrenme gereksinimi duymadım, bu konuda daha doğduğum zaman her şeyi biliyordum.
    --spoiler--

    batının tüm sömürülerini bilen, ikinci dünya savaşı'nı yaşamış camus; sözde medeniyetin tarihten bugüne farklı şekillerde uyguladığı kölelik düzenini clamence uslubuyla anlatmakta. hem de toplumun temeli aileyi de içine alarak. büyük despot egoyu bizlere farklı şekillerde göstermekte. ibretlik kölelik zinciri sergilenmekte:

    --spoiler--
    insanın egemen olmaktan ya da hizmet görmekten vazgeçemeyeceğini biliyorum. her insanın temiz hava gibi, kölelere gereksinimi vardır. kumanda etmek, soluk almak demektir, bu kanıdasınız değil mi? en nasipsizler bile soluk almayı başarır. toplumsal merdivenin en altında bulunan kimsenin bile bir eşi ya da çocuğu vardır. bekarsa bir köpeği vardır: kısacası; asıl olan, karşıdakinin yanıt verme hakkı olmaksızın insanın kızabilmesidir.
    --spoiler--

    insanlık adına verilecek tüm ödülleri; avrupa'nın iki yüzlü, trajikomik demokrasi söylemini öyle çarpıcı ve yakıcı, geçmişten bugüne uzanan bir tespitle açığa çıkarmakta ki; kör gözlere, sağır kulaklara, taş tutmuş vicdanlara, tüm bu gerçek okları tek tek saplanmakta. günümüzde emperyal güçlerin demokrasi söyleminin kodlarını öyle sade, net ve delici vermekte ki bu sözler tüm karanlıkları; rönesansın, aydınlanma devri'nin yaşandığı avrupa'nın yeni yöntemi ile ortaçağa dönüştürdüğü tüm sömürülen odakları; tek tek, en ücra köşesine kadar aydınlatmakta. bugünü neredeyse 60 yıl öncesinden bizlere tasvir etmekte. gerçekten hem cesur hem de aydın bir sanatçı olmanın ne demek olduğunu, suçun adı koyarak bize duyumsatmakta.diyalog yerine bildiri çağını bangır bangır anlatmakta. bu bölüm hem dünya hem ülkemiz açısından da camus'nun yıllar öncesinden baktığı fal gibi, hem de nostradamus falı. tabii ki bugünlerin tohumları çok önceden atıldığından, camus filizlerden bize bugünkü karabasanı pek yerinde tasvir etmekte:

    --spoiler--
    örneğin, dikkatinizi çekmiştir, bizim o ihtiyar avrupamız artık iyi yolda felsefe yapıyor. insanların bön kafalı oldukları zamanlardaki gibi, ''ben böyle düşünüyorum. sizin itirazlarınız nelerdir!'' demiyoruz artık, aklımız başımıza geldi.
    diyalog yerine bildiriyi koyduk.
    ''doğru olan budur!'' diyoruz, ''bu doğruyu tartışabilirisiniz dilerseniz, bu bizi ilgilendirmez. ama bir kaç yıl içinde polis gelip haklı olduğumuzu size gösterecektir.''
    --spoiler--

    akabinde camus; burjuva ahlakının, o pek muhterem sözde etik değerlerinin çarpık temeline koca bir tekme savurmak da; hem de fulbolculuk günlerinden kalma güçlü bacak kaslarıyla, yerle bir etmekte. hele ki gülümseyen kölelik tabirinden ulaştığımız özgür insan nitelendirmesi; tespitin nirvanaya ulaşmış hali gibi bir şey* insanın aklına nazım'ın bir hazin hürriyeti gelmekte; bünye iki düşünen insanla himalaya tepelerinde gezinmekte:

    --spoiler--
    kölelik mi, hayır biz ona karşıyız! kendi evinde ya da fabrikalarda köleliğe yer evermek zorunda kalmak, şeylerin özünde vardır, ama bununla övünmek, işte bu olmaz.

    aramızda kalsın, şu halde kölelik, hem de gülümseyen kölelik kaçınılmaz bir şeydir. köleler edinmekten kendini alıkoyamayan kimsenin onlara özgür insan demesi daha iyi olmaz mı?

    öncelikle ilke olarak, sonra da onları umutsuzluğa düşürmemek için, bu ödünü onlara borçluyuz öyle değil mi? bu şekilde onlar gülümsemeye devam ederler, biz de vicdan rahatlığımızı koruruz. yoksa kendimizden vazgeçmek zorunda kalırdık, acıdan çılgın, dahası alçakgönüllü hale gelirdik her şey mümkün.**
    --spoiler--



    kahramanımız, ceza avukatı clamence doruk hazlar yaşadığı iş ve toplumsal hayatının dışında, erkek olarak da kadınlar tarafından cazip bulunan yakışıklı ve hovarda bir erkektir. türlü oyunlarla gönül ve yatak ilişkilerini sürdürür. kadınlara karşı ruh halini anlattığı cümleler, romantikliğe sağ gösterip sol vuran romaneske yaptığı vurgu pek bir şahanedir. clamence gibi erkekleri anlama ihtiyacında olan kadınlar, bu sözler sizi tüm tuzaklardan kurtaracak cinsten. hele napolyan'la kurulan gönüllere deva bir benzerlik var ki, tüm soru işaretlerinizi, nafile çabalarınızı nihayete erdirecek cinsten:

    --spoiler--
    romantik olmaya olmaya, romanesk olana sağlam bir besin sağlıyordum. kadın dostarımızın napoleon bonaparte'la şu ortak yönleri vardır ki;''herkesin başarısızlığa uğradığı yerde, başaracaklarını sanırlar hep.''**
    --spoiler--

    camus'dan tüm marazi kara sevdalara yapılacak en büyük yardım geliyor; tabip hastalığı teşhis ediyoryor, çok önemli tanıyı koyuyor:

    --spoiler--
    kimileri, ''sev beni!'' diye bağırır, ötekiler, ''sevme beni!'' diye. ama en kötü ve en mutsuzu olan bir bölümü de, ''sevme beni, yine de bana sadık kal!'' diye.
    --spoiler--

    mutluluk ve başarı papağanlığı yapan toplum, içinde nasıl affedilir olunacağının sırlarını da tek tek sıralamakta, camus clemance'in sözleriyle. pür dikkat kulak veriniz, toplumsal mutluluk ya da toplum gözünde mutluluğu hak etmek için elzemdir bu sırlar. aslında bilmeniz gereken sindirimi zor gerçeklerdir hepsi:

    --spoiler--
    mutluluğumuz ve başarılarımız, ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğunuz taktirde affedilir. ama mutlu olmak için başkalarıyla fazla igilenmemek gerekir. bunun üzerine çıkış yolları kapanır. ya mutlu ve yargılanır ya da bağışlanır ve sefil olacaksınız.

    --spoiler--

    insanın dayanılmaz hafifliği hazin bir şekilde hissedilmekte. sırrı dökülmüş bir aynada insan kendini clamence'in itiraflarıyla görmekte. kendi sefil gerçekliğinin özüne bakmaya cesareti olanlar için bu bölüm. hey sen, dehlizdeki biçare sana seslenmekte:

    --spoiler--
    biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. daha çok onların toplumundan kaçarız. tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi.
    demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz: önce kusurlu bir hüküm giymemiz gerekir. yalnızca acınmayı ve yolumuzda cesaretlendirilmeyi dileriz. kısacası biz hem suçlu olmaktan çıkmayı, hem de kendimizi arıtmak için çaba göstermemeyi isteriz. yeterli hayasızlık da yoktur, yeterli erdem de yoktur. ne kötülük, ne de iyilik enerjisine sahibizdir. dante'yi bilir misiniz? hay allah! şu halde dante'nin tanrı ile şeytan arasındaki kavgada yansız melekler de kabul ettiğini bilirsiniz. ve onları, bir çeşit cehennem geçişi olan, vaftizsiz ölen çocukların konulduğu dehlizlere yerleitiridğini de. biz o dehlizlerdeyiz aziz dostum.
    --spoiler--

    ve tüm bu itirafları, insanlığın, insanın gerçekle hazin yüzleşmesini gerçekleştiren clamence; tüm küstahça havalarını tükettikten sonra çabalarının yararsızlığından cesaretini kırılınca toplumsal hayattan uzaklaşmaya karar verir. artık ıssız ada da kalmadığından kadınlara sığınır. ve bu durumuna da kendince okkalı mazeretler sıralar ama hayranlığını da dile getirmekten kaçınmaz ama bunda bile erkek egosunun sesi yüksek perdeden duyulur inceden de zavallılığı:

    --spoiler--
    bilirsiniz onlar hiçbir güçsüzlüğü mahkum etmezler. daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya çalışırlar.
    işte bu yüzden kadın savaşçının değil suçlunun ödülüdür. onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır. bize yeryüzü cennetinden kalan tek şey değil midir kadın? elim böğrümde kalınca, doğal limanıma koştum.
    --spoiler--

    diğer yandan aşka dair, aşık olmanın koşullarına dair gerçek ile sahte aşkın duygu ve ihtiyaç bazında nasıl ayırt edileceğine dair clamence'in ulaştığı farkındalık ibretliktir:

    --spoiler--
    sevmek ve sevilmek ihtiyacında olduğumdan, aşık olduğumu sandım. başka deyimle aptallık ettim.
    --spoiler--

    --spoiler--
    içinde huzuru bulacağımı umduğum duygu ne denli tehlikeye düşerse, arkadaşımdan o duyguyu, o denli çok bekliyordum. bu şekilde, şirin bir alık için yalancı bir tutkuya kaptırdım kendimi.
    --spoiler--

    çağımız insanın hapsedilmişlik melankolisi üstüne kondurduğu hücre lirizmi sıfatı buluşların en güzellerindendir.

    --spoiler--
    bundan yüz elli yıl önce göller ve ormanlar için gözümüz yaşarıyordu. bugünse hücre lirizmimiz var.
    --spoiler--

    ama bu mahkumiyetin nasıl hafifletileceğinin de yolunu gösterir, nasıl yok edileceğini değil tabii ki. yoksa kitabın adı düşüş değil diriliş olurdu:

    --spoiler--
    kendimizi mahkum eden ilk kişi yine kendimimiz. şu halde, mahkumiyeti haififletmek amacıyla onu ayrımsız herkese yaymakla işe başlamak gereklidir.
    --spoiler--

    ama arada şu muhteşem cümleyi de sarf eder her ne kadar biraz sonra bundan çark etse de:

    --spoiler--
    başkaları hakkında verdiğiniz hüküm dosdoğru gelip kendi yüzünüze çarpar ve orada bazı yaralar açar sonunda.
    --spoiler--

    ve tüm bu uzun monolog ya da bizim gözlerimiz ve şimşek çakan aklımız ile eşlik ettiğimiz diyalog boyunca, sahip olduğu avantajı da bize açıklamakta bir sakınca görmez; çünkü bir yandan zekasıyla bizimle alay etmektedir:

    --spoiler--
    avantajı görüyorsunuz kuşkusuz. kendimi ne kadar suçlarsam, o kadar sizi yargılama hakkına sahibim. daha iyisi, sizi kendinizi yargılamaya kışkırttım, bu da beni öylesine ferahlatır. ah! azizim, bizler tuhaf, sefil yaratıklarızdır ve azıcık yaşamlarımıza geri dönersek bizi şaşırtacak ve kendimizi rezil edecek, çileden çıkaracak fırsatlar eksik olmaz. deneyin. sizin itirafınızı büyük bir dostluk duygusuyla dinleyeceğim , emin olun.
    --spoiler--

    evet okuyucu, evet bu yoğun monologun dinleyicisi, evet ruhunu kaplayan itiraf ateşiyle her cümlede içten içe yanmaya başlayan diyalogun edilgen tarafı; sıra sen de.
    camus'nun ceza avukatı, görmüş geçirmiş clamence ağzından yaptığı bu itiraf çağrısına sen de ses ver!
    karşında senin büyük bir dostluk duygusuyla dinleyecek clamence var.

    inan clamence sana, senin derinden daha yakın, bak kendisi de bunu sana söylemekte:

    aynı türden olduğumuzu biliyordum. hepimiz birbrimize benzemiyr muyuz, böyle durmadan ve muhatapsız konuşarak önceden cevapları bilsek de hep aynı sorularla karşılaşarak?

    işte clamence size böyle bir soru. bu soruyu içten yanıtlamak isteyen herkese de kitabın sayfaları açık...
    2 ...
  36. 20.
  37. bir çırpıda okuyup, bitecek gibi gözüküp , 2-3 sefer okuyup anca sindirebildiğim kitap. modern toplumda insanın yalnızlaşmasını işleyen en sevdiğim yazarlardan olan camus'nün çok sevdiğim yabancı kitabından da üstün bir kitap kanaatimce.
    1 ...
  38. 21.
  39. albert camus eseri.
    bursa istanbul arası biter dönüşte bir daha okunur.

    --spoiler--
    hepimiz yargıç olduğumuza göre, hepimiz suçluyuz birbirmizin karşısında; kendi zavallı halimize uygun düşen biçimde çarmıha gerilen, neden olduğunu da bilmeyen birer isayız, herbirimiz.
    --spoiler--
    4 ...
  40. 22.
  41. --spoiler--
    amsterdam'da mexico city adlı mekanda, bir geçkin(bir şeyler yaşayıp kenara çekilmiş kişi) anılarından sağdığı düşünceleri anlatır. Anlatıcı, paris'te başarılı, varlıklı ve popüler bir avukatken her şeyi bırakıp bu şehre göçmüştür. O dönem dilencilere ve körlere yardım etmiş, zor durumdakilere ücretsiz avukatlık hizmeti vermiş, herkese selam vermiş ve herkesle muhabbet etmiş, kendine kötü davrananlara bile iyi davranmış, yardımsever ve güleryüzlü olmuştur; kısacası bilumum iyi davranışta bulunmuştur fakat bunları içinden geldiği için değil insanlarda çok iyi kalpli biri olduğu düşüncesini yaratmak için yapmış, ikiyüzlü ve yapmacık davranmıştır. Bütün bunları dışsal onay almak mesleğinden de öte genel olarak kendi çıkarına hizmet ettiği için yapmıştır. Sadece kendi değil içinde bulunduğu toplum da kötüdür, zira insanlar güç elde etmek amacıyla ikiyüzlü ve yapmacık davranmaktadırlar. Başarılı ve popüler bir avukat, dans etmeyi biliyor, tiyatro ve futbolu yerinde izliyor, üstelik kendi de tenis oynuyor, spor yapıyor, yetmezmiş gibi bir de yardımsever ve güleryüzlü. Bu adam, bütün bu davranışlarıyla görünürde sevgi ve takdir toplamaktadır ama aşağılık insanlar başkalarının mükemmeliyetinden rahatsız olurlar, bu böyledir. Anlatıcımız, simaen bildiği insanların kendisinden nefret ettiğini öğrendiğinde bu gerçeği fark eder.

    Toplumsal davranışın içgüdüsel olarak çıkar odaklı konumlanışı saf başkarakterimizi üzmüştür, bunun sonucunda o da nietzscheci bir tavırla insanların tek derdinin güç istenci olduğunu iddia etmiştir. Seine'de boğulan ama yardım etmediği kadından doğan vicdan azabını içinden atamaz anlatıcı. Camus, bu olay üzerinden, felsefesinin temel kavramlarından biri olan sorumluluğa vurgu yapmaktadır. ("Paris köprüleri üzerinde özgürlükten korktuğumu ben de öğrendim." s.91) Camus'ya göre insanlar sözde özgürlük istemektedir fakat özgürlüğün sorumluluk doğurduğunun da farkındadırlar. Sorumluluk almamak için despot efendilere esir ederler kendilerini, despot efendiyi eleştirerek da kendilerini aklarlar, masum hissederler. Ayrıca kitapta genel olarak Dostoyevski'den ileri gelen "herkesin her şeyden sorumlu olduğu" düşüncesi verilmek istenmiş
    --spoiler--
    1 ...
  42. 23.
  43. benim neyi hayal ettiğimi bilir misiniz: tüm yüreği ve bedeni kavrayan dolu dolu bir aşk, gece gündüz hep sarmaş dolaş, neşeli ve coşkulu 5 yıl boyunca böyle ve sonra ölüm. yazık ki bu yok!
    0 ...
  44. 24.
  45. kitabı neredeyse on yıl önce okumuş ve kandırıldığını yeni fark eden biri olarak geldim bu başlığa. düşüş. adın bile duygu sömürüsü.
    jean baptiste clamence e dürüstçe kendiyle hesaplaşan biri dedim ama birden ışık yandı. albert camus neden onu avukat olarak kurguladı? çünkü yalancı. hem de çok usta bir yalancı. duygularla oynayarak kendini aklamaya çalışan bir adam. aslında clamence in savunmasıydı okuduğumuz şey. bütün ustalığıyla kendini savunan ikiyüzlü aslında bir alçak ama diğer insanların kendisinden daha alçak olduğunu göstererek sanki elinden başka türlüsü gelmezmiş gibi duygu sömürüsü yapan sempati toplayan bir alçak. hem bir hırsız hem bir katil.

    "ben, bir gün kahvenin terasında elimi bırakmak isteyen o ihtiyar dilenci gibiyim. "ah, bayım," diyordu adam, "mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan." evet, ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin kutsal masumluğunu yitirdik biz."

    her zaman ben demesi ama yaptığı hatalara gelince sözü hepimize çevirmesi de bundan.
    1 ...
  46. 25.
  47. albert camus'nün görkemli kitabı.

    (bkz: düşüş)

    -nemli bir cehennem, gerçekten! yalnız yatay çizgiler var, hiçbir parıltı yok, uzay renksiz, yaşam ölü. evrensel silinme, gözlere görünen hiçlik değil mi bu? insan yok, özellikle insan yok.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük