Kapamışlar seni beyaz hücreye
Konuşmak gülüşmek uzaktır sana
Bir bedenin kalmış bir de inancın
Silah olmuş sana demir bir dolap
Demir bir ranza silahtır sana
"Karlı dağlar gibi dik tut başını
Gösterme yaranı çat kaşlarını
Kızılcık şerbeti içtim söyle"
Kan kussan bile diren zalime
Koparılıp götürülmüş dostun yoldaşın
Türkülerle ulaşır sıcak selamın
Bir direncin katığıdırgür haykırışın
Sonuna dek savaşılıp yıkılır hücren
ölmeyi yazmak ile ölmek aynı şey değildir diyemedim hiç, dememe rağmen..
gözün, ruhun gördüğü çürümeden, sözcükler ile kaçılmaz diyemedim hiç, dememe rağmen..
dönüp dolaşıp gideceğin yer orasıdır dedirtmemelisin kendine,
madem ki bunca dil ile yürek cambazlığına soyunmuş isen, diyemedim hiç..
bildiniz.. dememe rağmen..
hem orospu hem prenses olunmaz diyemedim..
hem perilere inanıp hem o özlediğin düşlediğin prensin, kişi başına düşen milli gelir hesabını yaptığında cazip bulmayacağın bir ülkenin prensi olmasını yargılayamazsın diyemedim..
kızılcık şerbeti ile kan kusmuş empatisi geliştiremezsin diyemedim..
karlı dağlar gibi dik tut başını,
gösterme yaranı çat kaşlarını.. kızılcık şerbeti içtim söyle,
kan kussan bile diren zalime.
*
beni benden almış bölümüdür şarkının.
balıkhane kasrına atılan idam mahkûmları hayatla ölüm arasında birkaç gün yaşarlardı. eğer mahkûmun idam kararı divanda tasdik edilmişse, üçüncü günün sonunda zindanın demir kapısı hıçkırarak açılır, görevi, mahkûma şerbet sunmak olan zebella gibi bir bostancı kapıda belirirdi. bostancının kapıda belirmesiyle mahkûmun gözü, bostancının tepsi üstünde taşıdığı bardağa dikilirdi. her şeyi o bardağın içindeki şerbetin rengi belirlerdi: eğer şerbetin rengi beyaz ise, mahkûm affedildiğini anlar, derin bir nefes alır, kuyuda soğutulmuş şerbeti afiyetle yudumlar, ardından bostancının eşliğinde sahile iner, yalı köşkünün önündeki bostancı kayıkhanesinde hazırlanmış çektiriye binerek sürgün yerine giderdi. (idamdan affedilen sürgüne gönderilirdi.) ama eğer kıpkırmızı kızılcık şerbeti gelmişse, işte bu ölüm şerbeti demekti o an bostancı susar, mahkûm susar, sadece bardağın rengi konuşurdu. ölüm şerbeti getiren bostancı, mahkûma karşı saygıda asla kusur etmez, hatta biraz aşırıya bile kaçardı. bu hayata karşı duyulan saygının bir yansımasıydı. ecel şerbetini zar-zor içen mahkûm, yine bostancı eşliğinde, infaz için, topkapı sarayının bab-ı hümayunla babusselam arasında kalan cellat çeşmesinin önündeki cellat taşının yanına getirilirdi.
Az önce rüyamda bir kediyle muhabbet ettim.
Bir yerde tel örgülerin arkasından bir maç izliyordum. Çok garipti. Halı sahayı bilardo masasına çevirmişler. iki adam sahada amerikan bilardo oynuyorlardı. Saha delikleriyle falan bildigin bilardo masası. Toplar da bir sürü renkli ve numaralı futbol topu. Böyle bir oyun varmı bilmiyorum.
O sırada tel örgünye tutunmus bir kedi bana seslendi.
Kedi: acsana abi kapıyı.
Mr why: ne yapacaksın iceride oradan da goruyorsun işte.
Kedi: ya sen bi aç ne olursun.
Gittim açtım. Kapı açılınca o anda bacagıma sarıldı.
Mr why: dur lan pençelerin batıyor.
Kedi: pardon abi
Sonra yanıma oturdu. Beraber macı izliyoruz.
Oyunculardan birisini patisiyle işaret ederek.
Kedi: çok seviyorum ya ben bu adamı.
Mr why : gidip kendisine söylesene oğlum.
Kedi: sen de gelll. Ne olur sen de gel.
Mr why: ya git işine ne işim olur...
Gibi şeyler söylerken uyandım.
Balkonda sigara yakıp bir kızılcık şerbeti açtım.
Meğer soğuk şerbet beni çağırıyormuş.
namı diğer kızılcık şurubu yahut kızılcık hoşafı.
kızılcık; tek başına tatsız ve öyle yenecek bir meyve değil ancak bu meyvenin kaynatıldıktan sonra şekerinin eklenmesiyle yapılan şerbet, enfes olur.
Melis Civelek ile Zeynep Gür’ün yazdığı, Ketche’nin yöneteceği dizi iki uç ailenin çocukları olan Doğa (Sıla Türkoğlu) ile Fatih’in (Doğukan Güngör) zorluklarla sınanan etkileyici aşkını anlatıyor.
rtük'ten yayın yasağı yediği 22. bölüme kadar izlemeye karar verdiğim ve zar zor bitirdiğim dizi.
ilk 10 bölümde ekrana domates fırlatmak istediğim sahneler, saçma sapan zorlama bir senaryosu var.
--spoiler--
muhafazakar - seküler aile çatışması yürütmeye kalkışmışlar ama sırf bu çatışma diri kalsın diye hayatın olağan akışına aykırı şekilde seküler aile sanki uzaydan gelmiş ve islamiyetin i'sini bilmiyormuş gibi bir haldeler.
seküler ailenin misafire çay, kahve yerine şarap, viski, konyak ısmarlamak istemesi,
seküler ailenin muhafazakar ailenin el öpmesinden tiksinmesi,
seküler ailenin alkollü düğün yapıp düğünde dansçı revü kızları getirtmesi,
seküler ailenin kızı doğa'nın kiliseye gidip mum yakması ve neden ayıplandığını anlamaması,
seküler ailenin yeni doğacak bebeğe domuz resimli duvar kağıdı alması ve neden kızıldığını anlamaması,
karakterlerin neredeyse hepsi evlilik dışı ve uygunsuz biçimde çaprazlama aşk yaşaması.
kıvılcım-ömer (dünürün kardeşi, adam evli ve çocuklu boşanma aşamasında)
alev-apo (apo evli, çocuklu ve 15-20 yaş büyük, aralarında elektrik var)
metehan-çimen (anne-babaları flört ediyor, üvey kardeş olacaklar neredeyse ama ilk bölümlerde yakınlaşma var)
evet yerli dizilerin elbette klişeleri olur.
karakterler aynı hikayede tutulmaya çalışılır anlıyorum ama bunu bu kadar zorlamanın insan zekasına hakaret edecek seviyede tesadüflerin bir araya gelmesinin mantığı nedir?
bu diziyi 15-20. bölüm arası normalde yan karakter olan nursema'nın hikayesi reytinglerde uçurdu. yoksa ilk bölümler ve olay örgüsü noktasında berbat yazılmış bir dizi.
--spoiler--
Ben değilim herhalde. Zati bu diziyi hiç izlemedim; ama annemler evime geldiler ve o istedi diye açtım. Ne olup bitiyor, anlamadım. Sapan saçma bir şeye benziyor.