doğu'da kızlar, kadın doğar. ecellerinden önce ölürler. ilk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile dişidir. bu yüzden toprak ana diye bilinir. perilerin şanı buradan gelir. diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. bu yüzden verimsiz ve çoraktır. buna da, kadının intikamı denir.
kendi başına doğuran mucizlerin kadını kibele dönemi biteli çok oluyor. spermlerin marifetini anlayan erkeğin çağındayız. sik çağı! boyundan büyük siki olan bereket tanrısı priapos'un kullarının çağı! bu çağda mal, sahibini zayıflatır. bu çağda savaşları, kaybedecek kadını olmayanlar kazanır. bu yüzden erkek, olabildiğince derine gömer kadını. gökte, kadına ait ne varsa onu taşıyan şeytan, yerde, erkeğe ait ne varsa onu taşıyan kadın. aralarında kalmıştır, sıkışmıştır erkek. kızgındır. bu yüzden gömer kadınını. eşit olamayacağını bildiği için üstüne çıkar, tepinir. çünkü sikini doğrultamazsa doğurtamayacağını, ama bir kadının kısır da olsa zevkten delirebileceğini bilir! erkek, kadından nefret etse de peşinden koşan, yakaladığı yerde de yumruklayan bir doğa kazasıdır. kendisinin de iddia ettiği gibi, sahip olduğu her şey sikinden küçüktür. aklı, kalbi, insanlığı, her şeyi...
erkeklerin mastürbasyon yaptığı gerçeğinden bir farkı yoktur.
var diyen yanılır. kızları ilahlaştırıyoruz, sonra hayal kırıklığına uğruyoruz. beyler sakin, az sakin olun düşünün.
onun haricinde, erkeklerden daha fazla hissederek yaptığı saçmalığını kim ortaya atmış çok merak ediyorum. hayır karşılaştırma unsuru ne? veya erkeğin sadece çükünü avucunun içine alıp ileri geri yapıp boşaldığını mı sanıyorsunuz? hayal kurmadığımızı mı düşünüyorsunuz? olayınız ne arkadaşım sizin? *
ayrıca erkekler bu konuda daha dürüsttür. onu belirteyim. şimdi çıkıp sokakta mastürbasyon anketi yapsanız, yapıyor musunuz deseniz önünüze gelen kişiye, erkekse çok yüksek ihtimalle utana sıkıla da olsa yapıyorum der, ama kadınlar yoook elimi değdirmem der çoğu. yapmasına rağmen dürüst davranmaz. geçenlerde yapılmıştı hatta, kızların %15'i yapıyorum demiş, erkeklerin %95'i. bulursam ekleyeceğim buraya da.
kadınların yaptığı mastürbasyon genelde klitoris uyarılarak yapılıyor.(ülkemizdeki bekaret olayından dolayı) bu da kadınları erkekleştiren bir şey tabiki.
ayrıca erkekler kadar bağımlı olabilirler buna. hastalıktır bu. evlenince bile devam ediliyorsa, hem erkek hem kadın için kaygı verici bir durum vardır ortada. gerçeği varken simülasyonuna ne gerek var değil mi?
benim gizli bahçem kitabını okumanızı ve kadın iç dünyasıyla tanışmanızı şiddetle öneririm.
kadınlar erkeklerden daha yoğun, daha zevkle, daha hissederek mastürbasyon yapar. öyle sizin salladığınız gibi patlıcanla, hıyarla cartla curtla değil, düşleriyle yaparlar üstelik. bir kadın gözlerini kapadığında neyi düşlüyorsa onun vibratörü odur kendisine dokunurken. kadınların mastürbasyon konusunda erkeklerden farkı , bunu sevdiklerini ya tesadüfen ya çok geç keşfetmeleri. çocuklukta başlayan bazı istisnalar hariç.
kadınlar için mastürbasyon büyük zenginliktir. asla yapmayacak sayısız kadın vardır, mastürbasyonu büyük kirlilik olarak gören sayısız kadın vardır. hepsine saygı duyarım ama mastürbasyon yapan kadın daha mutlu yaşar, daha farkındalık ve algı sahibidir. daha özgür bireydir. cinsel doyum bir ihtiyaçtır. kadınlar erkeklerden farklı olarak bunu duygularla, güvenerek, doğru koşullarda ve kendini hazır hissetmeden yaşamak istemezler. ama cinsel deneyimi yıllarca başarısız ya da duygusuz ya da eksik yaşatan partnerlerle yaşadıktan sonra, özellikle kırklı yaşlarda doyum ihtiyacı tavan yaptığında, bir kaıdnın başıan gelebilecek en güzel şey mastürbasyondan aldığı zevke tanışmasıdır.
erken yaşta başlayan mastürbasyon alışkanlığınınsa tek kötü yanı; kadını klitoral orgazma alıştırması ve vajinal orgazmı zorlaştırmasıdır.
aksi ispatlanamayacak gerçektir.
yorgan, battaniye ve türevlerini kullanarak yapılan mastürbasyondur bayanların yaptığı. battaniye dürüm şeklinde yapılıp, sivri kısmı g noktasına sürtülür genellikle.
bizim sınıfta böyle salak, çalışkan, inek bir kız var. o yapıyor mudur acaba?
(bkz: #16122605)
(bkz: #16122670)
yazı yazmak tehlikelidir. Ne yazarsan yaz, kaçınılmaz olarak iyi bir yazı insana ve hayata ait bir gerçeğe doğru yol alacaktır ve gerçeğin her zaman düşmanları vardır.
Gerçeğe değdikçe düşmanların artar.
Ama yazının hiç değişmeyen tanrısal bir dengesi de bulunur.
Düşmanların arttıkça dostların da artacaktır.
Sanırım bunun bir tek istisnası var.
Düşmanlarının artıp da dostlarının artmayacağı, seni haklı bulanların bile sessiz kalacağı tek bir konu.
Oraya yaklaşan herkesin, yasaklanarak, yargılanarak, işsiz kalarak bir bedel ödediği, insanlık cehenneminin alevlerini yüzünde hissettiği o çekici konu.
Kadınların cinselliği.
Kadınların aşklarını, acılarını,yalnızlıklarını, tutkularını, kızgınlıklarını hatta sevişmelerini anlatabilirsiniz.
Kırışan çarşafların arasında ayışığına batmış gibi terle parlayan bedenlerinin yay gibi gerilmesinden, sımsıkı kapanan kirpiklerinin ihtiraslı kıpırtılarından, derin bir kasılmayla birlikte açılan gözlerinde parlayan o karanlık ışıktan, bir yakarışı andıran iniltilerinden, bir yelpaze gibi açılıp sonra çelikten bir kapan gibi kapanan ince parmaklarından, kimsenin onların bildiğine bile inanmayacağı ve başka hiçbir yerde onlardan duyamayacağı ahlaksız sözcükleri fısıldayan boğuk seslerinden, bir yer sarsıntısıyla yarılan topraktan fışkıran sular gibi ani çağıltılarla yükselen çığlıklarından, hiç kimsenin onlara yapılabileceğine inanmadıklarının yapılması için yakarışlarından, gökyüzüne doğru yükselen bacaklarından, başlarını geriye atışlarından, dipleri terlemiş saçlarının yastığa yayılmasından, itaatkar bir masumiyetle yatağın içinde dönüşlerinden, öfkeli bir kraliçe gibi verdikleri sabırsız emirlerden, sıradağlar gibi birbirini izleyen bir dizi yarım çığlığın ardından son ve uzun bir çığlıkla sonsuz bir siyahlığın içinde kendilerinden kopuşlarından, sonra bazen bir iki damla gözyaşı bazen de sabah rüzgarı gibi ferah bir gülümseyişle, uyanmaya hazırlanan bir su perisinin mahmurluğuyla birkaç dakikalığına gözleri kapalı kendilerini yatağa bırakışlarından söz edebilirsiniz.
Bunlardan söz edebilirsiniz.
Kimse kızmaz size.
Ama bir koşula bağlıdır bu hoşgörü.
Bunları yaşayan kadın, her kimle bunu yaşadıysa o erkek onun aşık olduğu insan olmalıdır.
Affedilmeyecek olan, kadının bunları aşık olmadığı bir erkekle, sadece şehvetin şeytani buyurganlığına teslim olarak yaşamasıdır.
Onun, her duygudan bağımsız bir bedensel arzuya sahip olduğunu söylemek, bunu anlatmak, kadının hayatında şehveti aşktan koparmak affedilmeyecek büyük bir suçtur.
Lawrence gibi, Kessel gibi edebiyatçılar bu büyük "günahı" işlemenin bedelini ödediler.
Bu "muhataralı" konuda asıl bedeli ödeyen ise bir bilim adamıydı, insanların cinsel davranışlarını ilk kez derinliğine araştıran Alfred Kinsey.
Aslında yabanarılarıyla ilgiliydi araştırmaları, yüz binlerce, milyonlarca yabanarısının hiçbirinin diğerine benzememesi onu şaşırtıyor, bu şaşkınlığını öğrencilerine tutkuyla anlatıyordu.
Onun bu tutkusu özellikle öğrencilerinden birini çok etkiledi.
Ve, birbirlerine aşık oldular.
Sonra da evlendiler.
Bu büyük aşka rağmen mutsuzlardı çünkü yatak odasında işler iyi gitmiyordu.
Karısı "Belki de biz birbirimize uygun değiliz" demeye başlamıştı.
Kinsey ne sorunu anlıyor, ne çözümü bulabiliyordu, sonunda bir gece yataktan yarı çıplak kalkıp tam bir bilim adamına yakışır biçimde "Bu sorunu bilen birine sormalıyız," dedi.
Bir doktora gittiler.
Fizyolojik bir problem olduğu ama kolayca halledebileceği çıktı ortaya.
Ama Kinsey bir gerçeği görmüştü bu arada.
Kendisi de dahil kimse cinsellikle ilgili doğru dürüst bir bilgiye sahip değildi.
Herkes kendi yatak odasına kapanmış, sorunlarını dünyanın en büyük sorunu sanarak utanç ve sıkıntı içinde yaşıyordu.
insanların yabanarılarından daha ilginç olduğunu böyle keşfetti Kinsey.
Kendine bir ekip kurup araştırmalarına başladı.
insanlar konuşuyorlardı.
Beklenmedik şeyler söylüyorlardı.
Kinsey bütün ülkeyi dolaşıp insanlara sorular soruyordu.
Ekibini de genişletmiş, bir tür komün kurmuştu.
Cinselliği araştıran ekibin kendi aralarındaki cinsel ilişkilerde sonsuz bir özgürlük vardı.
Kinsey, bunun özgürce, sınırsız yaşanması gerektiğine karar vermişti.
Bu sınırsızlık içinde kendisinin eşcinsel eğilimleri olduğunu yardımcısıyla bir gece kaldıkları otel odasında yaşadıklarıyla öğrenmişti.
Bazı zamanlar "toplantıya yetişmek" için "acele etmeleri" gerektiğini söylemek zorunda kalıyordu içerdeki odada sevişen karısıyla yardımcısına.
Araştırma ise ilerliyordu.
Sonunda ilk kitap yazıldı.
Erkeklerin cinsel dünyasını anlatıyordu.
Kitap insanlık alemini gerçekten sarsaladı.
Daha önce hiçbir yerde okumadıkları itiraflar okuyorlardı.
Dünyanın bütün dillerine çevriliyor, her ülkede olağanüstü sayıda okuyucu buluyordu.
"Tabuların kırıldığını" söylüyordu herkes.
Yasak dünyanın kapıları insanlara açılmıştı.
Kinsey ikinci kitabı için çalışmalarına başladı.
Bu, kadınlarla ilgili olacaktı.
Kadınlar inanılmaz şeyler anlatıyordu.
Bir erkeğe değer değmez orgazm olanlar, bir günde kırk elli kere orgazma ulaşanlar, hiç orgazm olamayanlar, aile içinde seks yaşayanlar, eşcinseller.
Bir sadakat sembolü olan kadının binlerce yıldan beri kapalı duran seks dünyası açılmış, oradan mahşerin atlıları çıkmıştı.
Kinsey heyecan içindeydi.
Dünyayı bir kere daha sarsacağına emindi.
Kadınlarla ilgili kitap çıktı.
Büyük bir sessizlik oldu.
Kimse kitabı almıyordu.
Sonra hakaretler, saldırılar, suçlamalar başladı.
Ne olduğunu anlayamıyordu Kinsey.
Üzülüyor, kırılıyor, geceleri yapayalnız oturup neler olduğunu anlamaya çalışıyor, işin içinden çıkamıyordu.
Daha önce tıklım tıklım dolu olan konferanslarına gelen yoktu, gelenler de biraz oturduktan sonra gidiyorlardı.
Araştırmaya fon ayıran üniversite de artık para vermeyeceğini bildirdi.
Kinsey, kelimenin tam anlamıyla çöktü.
Yaşadığı hayal kırıklığıyla hastalandı.
Erkeklerin seks hayatını iştahla okuyan dünya, kadının da bir seks hayatı olduğunu öğrenmeyi reddediyordu.
Kutsallaştırılan, sadık bir eş, iyi bir anne, sevimli bir kız kardeş kalıplarının içine hapsedilen kadının, bir bedeni, o bedeninin içinde de azgın bir arzunun bulunduğunu, şehvete erkek kadar sahip olduğunu görmek istemiyordu.
Kırılgan bir ruhtu kadın.
Erkekse hayvansal bir arzu.
Bu roller değişmemeliydi.
Kinsey, farkında olmadan insanlık tarihinin en büyük yalanını ortaya çıkarmış, yeryüzündeki en tehlikeli konuya dokunmuştu.
Kadınların kutsallığını kırmıştı.
Şehvetin kadınla erkeğe ortak dağıtıldığını ortaya çıkarmıştı.
Bu, toplumdaki bütün yerleşik ilişkileri berhava edecek, bütün rolleri değiştirecek, "şehvetsiz" kadınlar dünyasında kendilerini güvende hisseden erkeklerin bütün güvenini kıracak, şehvetsizlikle "namusu" neredeyse eşdeğer gören bu garip dünyada "namuslu" kadın bırakmayacak, en korkuncu aşkla şehveti birbirinden ayırarak erkekleri dehşetli bir şekilde korkutan "ihanetin" her evin kapısında beklediğini gösterecekti.
Bunu kimse istemiyordu.
Üstelik istemeyenler sadece erkekler değildi.
Kadınlar da bunun öğrenilmesini istemiyorlardı.
Arkasına saklandıkları "kutsallık" kalkanının kırılması, bedenlerindeki arzunun açıkça bilinmesi onların erkeklerin dünyasıyla kurdukları "huzurlu" ilişkiyi altüst edecek, onları "kuşkulu" duruma düşürecek, binlerce yıldan beri öğrendikleri o uysallık görüntüsüyle tatlandırılmış gizli manevralarının hepsini ortaya serecek, çok alıştıkları ve sadece kendi aralarında paylaştıkları zevkli karanlıktaki oyunları ele verecekti.
Kinseyi yok etmeye karar veren jüride kadınlar da kendi yerlerini aldılar.
Bir anne, bir eş rolünden şehvetli "özgür kadın" rolüne geçmeye henüz hazır değillerdi.
Erkekler onların şehvetini bilmemeliydi.
Aşık olmadan da arzulayabildiklerini, kimseye anlatmadıkları hayaller kurduklarını, bedenlerini de ruhları kadar çok sevdiklerini, "çılgınlıklar" yapabilmeyi özlediklerini erkekler öğrenmemeliydi.
Öylesine uzun zamandan beri bir yalanın içinde yaşamışlardı ki gerçek onları da erkekler kadar ürkütüyordu.
Şehvetli bir kadının sadakatinden kimse emin olamazdı ve kimse sadakatinden emin olmadığı bir kadınla evlenmez, o kadına bakmaz, ondan bir çocuk yapmayı düşünmezdi.
Kinseyi elbirliğiyle mahkum ettiler.
Kendini cinselliğe çok kaptıran ve cinselliği hayatın merkezi olarak görmeye başlayan Kinsey ise kendini şaşırtan başka bir gerçeği öğreniyordu bu arada.
Cinselliği "özgürce" yaşayan, rahatlıkla eş değiştiren ekibindeki yardımcılarından birinin karısı seviştiği bir başka adama aşık olmuştu.
Aşk, "özgür cinselliği" mahvetmişti.
Kinsey, bilimsel bir ölçüme sığmayan, özgürlüğü ve huzuru darmadağın eden aşk karşısında çaresiz kalmış, şehvetle aşkın çarpışmasında ne zaman hangisinin galip çıkacağının bilinemeyeceğini anlamıştı.
Ne insanların sandığı gibi her zaman aşk galip geliyordu kadınların dünyasında.
Ne de Kinseyin sandığı gibi şehvet aşkı ezip geçiyordu.
Bazen biri, bazen öteki ele geçiriyordu kadının ruhunu.
Bazen de ikisi birden.
Birine aşık olup, bir diğerini arzuluyordu.
Bunu söylemek ise dünyanın en tehlikeli işiydi, herkes aynı şiddetle kızıyor, kimse gerçeklerden yana çıkmıyordu.
Kadının yatakta bir hilal gibi bükülüşünü, hayatı içinde taşıyan kasıklarının ipeksi ışıltısını, göğüslerinin tempolu bir ritmin dansçıları gibi salıntısını, terle yaldızlanan karnını anlatabilirsiniz.
Bunu aşktan yaptığını söylerseniz.
Ama o bedende şehvetin gizli olduğunu söylemeye kalkarsanız lanetlenirsiniz.
Kadın bedenindeki şehvet, dünyanın en zevkli ve en tehlikeli gerçeğidir çünkü.
evet çok ilginç ama kadınların da bir cinsel hayatı var. ve mastürbasyon yapmak, insanın kendini cinsel anlamda tanımasını sağlar böylelikle daha sağlıklı daha keyifli bir cinsel yaşantıya sahip olunur.
onlar ellemeden de orgazm olabiliyorlar diye okumuştum hatta gün içinde defalarca belki 20-30. erkek gibide çok güç kaybetmiyorlar. neden erkekler kızlar, kadınlar peşinde koşuyor sanıyorsunuz. onların elinde koz daha çok.
bizdeki abazanlar peşlerinden koşup burunlarını kaldırtıyorlar onlarda artık etraflarındaki sapıklardan seçmeye çalışıp erkek peşinde koşmamak gibi bir yola girebiliyorlar.. onlar kaçırdıklarına üzülsünler öyle yapıyorlarsa.. birde seçilmem, seçerim kız tipi vardır..
tatil için kaldığım pansiyonda denk geldiğim durum. deniz kum güneş derken akşam üstü saat 5 i bulduk. şans bu ya yanımda eski kız arkadaşım da vardı. şans ta değil aslında. her daim kız bulunur yanımda *
o önden ben arkasından merdivenlerden odamıza doğru çıkarken gözüm penceresi açık, lakin güneşliği çekilmiş bir odaya takıldı. avına odaklanan aslan gibi gözlerimi diktim. böö.
2 kız bir çekyata yanyana oturmuşlar şakalaşıyorlar. benim de bir çukulatam olsa benim de bir püskevitim olsa.
yok lan dur hikaye karıştı :)
neyse tv karşılarında. kukuletalarını elliyorlar. 10 sn lik bu ront sonrasında eski kız arkadaşımın " nereye bakıyorsun? " sorusuyla kendime geldim. anladı tabiki odaya baktığımı. yanıma doğru inmeye niyetlendi ki cama 2 tıklatıp merdivenlerden çıkmaya başladım * keşke burada kalsaydık, hem klima var hem de tv derken pis pis sırıtmam görülmeye değerdi. al bu da pis *
toplumsal baskı yüzünden açılmış bir başlıktır efendim. burda açıkca neyin ne olduğu görülmektedir. erkekler bağıra çağıra 31 masturbasyon asılmak gibi makara muhabbet yapabilirken, dişi bireylere ayıp hemen yuhalama damga vurma gibi şeyler geleceğinden bilinen ama söylenemeyen gerçekler olarak kalmıştır.
sonuçta erkek s.kmiş olur böbürlenerek anlatır, kız* s.kilmiş olur ve ayıplanır damgalanır.
çok çelişkili cevaplar geliyor şimdi bende yaptıklarını duymadım bellide etmiyorlar . biz belli mi ediyoruz erkekler olarak onuda düşündüm şimdi ama . evrenin sırlarından birisi bana göre ne olduğu belli değil. . .