geçen günlerden nişantaşıydı. o gün kendimi elitist hissediyordum. ayaklarım beni rumeli caddesinden nişantaşına doğru sürüklemişti. etrafta ışıltılı kafeler şık giyimli hanımefendiler beyefendiler vardı. elimi attığınız yer dizi oyuncusu, yazar çizer takımıydı. aaa haşmet..aaa gülşen.. neyse... ara sokakların birine girdim. butikler vardı özenle döşenmişti. gelmişken kendime bir çorap bakayım dedim daldım içlerinden birine.
yan tarafta soyunma kabininden haşır huşur sesler geliyordu. sarı saçlı botoks dudaklı bir kız çıktı. gökdelen topuklu ayakkabılarıyla' hayatım nasıl oldu çok mu kısa' dedi. onu bekleyen sevgilisi olacak buruşuk. 'yoo hayatım biraz daha kısasını dene istersen' dedi. elimdeki çorabın etiketine şaşkınlıkla gözüm önce kıza sonra askılığa takıldı. askılık denenmiş kıyafetlerle doluydu.
kasaya yürüdüm. kasada tezgahtar bilgisayar ekranına kilitlenmiş dünyayla bağı kopmuş gibiydi. gözleri ekrana kitlitlenmişti. dikkatli bakınca sol omzunun hafifçe titrediğini farkettim. göz bebekleri kaybolmuş, yüzünde baygın bir ifade vardı. sara nöbeti geçiriyor sandım. kıllanmıştım. çaktırmadan kadın iç çamarşırlarının olduğu bölümün arkasından süzüldüm. görünmeden tezgahtarın bulunduğu yerin çapraz arkasına gittim. aaa ne göreyim ekranda yarı çıplak bir kız. eee ben bunu tanıyordum. biraz önce soyunma kabinindeki sarışın... kalçaları olduğundan daha büyüktü. belli ki salmıştı. göğüsler gördüğümden küçük. belli ki destekliydi.
tezgahtar ritmini artırdı. arkadan sol omzu daha hızlı titremeye başladı. ne yaptığını anlamıştım artık.
o anda içim aktı. dürüst esnaf algısı yerle buz oldu. ağlayarak çıktım dükkandan. çorabımla vedalaştım. zaten çok da pahalıydı.