insanın beden yapısı, işleyişi, ay, güneş, gezegenler belli bir ritim içinde devinirler. Platon ve Aristoteles başta olmak üzere tarih boyunca birçok filozof, müzik ile matematiğin ilişkisini vurgulamışlar, müziğin maddeden arınan ve doğrudan insan ruhu ile birleşen en yüce sanat olduğunu savunmuşladır.
MÖ 3000 yıllarından itibaren Mısır'da ve Mezopotamya'da karşılaşılan matematik ise sayı, nokta, küme gibi soyut varlıkları ve bunların ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı olarak tarif edilebilir.
Müzik sanatın bir elemanı iken, matematik bilimin bir elemanıdır. Müzik ‘’güzel’’ olanla ilgilenirken, matematik ‘’doğru’’ olanla ilgilenir. Böyle bakıldığında birbirinden bağımsız gibi görünen müzik ve matematik, aslında tarihte var olduklarından beri paralel olarak gelişmiştir.
Her iki disiplin de estetik olduğu ve evrensel bir dile sahip oldukları için antik çağlardan beri birbirleri ile ilişkilendirilmektedir. Hatta müzik, Eski Yunan’da matematiğin 4 ana dalından biri olarak kabul görmüştür. Müziğin tarihsel sıralamasına bakacak olursak, ilk önce ritim daha sonra ezgi olarak ortaya çıkmıştır. Ve ritim ancak matematiksel bir ahenk sonucunda oluşabilir.
Müzik ile matematiğin birbiri ile uyumununun en önemli örneklerinden biri de ‘’armoni’’dir. Armoni, farklı seslerin aynı andaki matematiksel uyumunun birlikteliği ile ortaya çıkmıştır. Pisagor ve onun düşüncesini taşıyanlar sesin, çekilen telin uzunluğuna bağlı olduğunu fark ederek, müzikte armoni ile tamsayılar arasındaki ilişkiyi kurmuşlardır...
ayasofya ibadete açıldı ve ayasofya'nın mezarı kazılmaya başlandı.
şu an uluslar arası standartlarda böyle 1500 yıllık ve hala kullanılan yapıların hertz değerlerini devamlı ölçen gözlemleyen bir ekip-sistem ayasofya da yok tahmin edilmekte.
varsa bilgilendirme yapılırdı.
1500 yıllık binanın kapısını kemirmişler.
görevli tamir ederiz önemli değil yaklaşımında bulunursa ayasofya allah'a emanet.
binanın salınım hareketleri yatay ve dikey titreşimler-dalgalar aralığı kısalığı uzunluğu günlük olarak ölçülüyor, ortaya çıkan veriler mimarlar mühendisler ve sanat tarihi uzmanlarından oluşan bir ekip tarafından incelenip raporlanıyor mu?
sanmam...
binada-ayasofya da hvac ekipmanları ısıtma soğutma aydınlatma havalandırma ses sistemi ile dekorasyon ekipman malzemeleri montajı taşıma sistemleri yanında insan sirkülasyonu (ziyaret ibadet eğlence dans yürüme) yanında çevre dış faktörler olarak malum; deprem bölgesiyiz ve hissetmediğimiz sismik aktiviteler, tramvay metro araç trafiği mevsimler etkenler açısından binanın nasıl bir hertz değerleri olduğunu, müze olarak kullanırken ibadete açılmasıyla 1 yılda maruz kalacağı salınım titreşim değerlerini 1-2 ay zarfında elde edeceği insanı korkutuyor.
üstelik bu hertz değerleri günde 5 vakit ve devamlı olup vakit aralarında da ziyaretçiler düşünülürse ayasofya'yı büyük tehlike bekliyor.
unutmayın ki damlayan suyun mermeri delmesi suyun gücünden çok devamlılığı sistematik bir süreklilik yüzündendir.
bazen eski binalarda mermer taş kapı eşiklerini merdivenlerini görmüşsünüzdür. aşınmış sanki zımparalanmış gibi ayak kısımlarının geldiği yerler içe oyuktur.
o mermere basan ayağın sertliğinden, mermerin ayaktan ayakkabı tabanından daha yumuşak olduğu için mermer aşınmamıştır.
süreklilik ve sistematik bir devamlılık-tekrar yüzündendir.
ileride yine ayasofya tartışması yapacağız.
bu sefer ibadete kapatalım diye ve bunu dillendirenlere kafir din düşmanı islam düşmanı diyeceğiz.
Bir şeyi yapmaktan rahatsızlık duyuyorum ama yapmazsam da yapamamaktan rahatsızlık duyuyorum. Bu ne yaman çelişki. Hadi ben uyurken düşünün filozof olup açıklayın.
Son on yılda yapılan evrim araştırmalarıyla, insan evrimi ağacı Afrika ve Filipinler'de keşfedilen yeni hominin türlerinin fosilleri ile önemli ölçüde genişledi. Listenin ilk başına yerleştirdiğimiz bu genişleme, günümüz Güney Afrika'sında yaklaşık iki milyon yıl önce yaşayan bir hominin türü olan Australopithecus sediba'nın keşfi ve tanımlanmasıyla başladı. Bir paleontoloğun 9 yaşındaki oğlunun 2008 yılında bir sağ köprücük kemiği fosiline takılıp tökezlemesi önemli bir keşfin de yolunu açtı. Daha sonra bir araştırma ekibi iyi korunmuş bir kafatası da dahil olmak üzere daha fazla fosil bulgusuyla 2010 yılında A. sediba türüne ait genç bir çocuk tanımladı. Tür, Australopithecus cinsi ve Homo cinsi arasında, eski primat grubunun bazı özelliklerine sahip ancak modern insanlara benzeyen bir yürüyüş tarzıyla ara geçiş aşamasını temsil ediyordu.
Öte yandan Güney Afrika'da keşfedilen ve 335.000 ila 236.000 yıl önce yaşadığı düşünülen, yani kendi türümüz Homo sapiens ile aynı dönemde yaşamış olan yeni bir tür tanımlandı: Homo naledi. ilk olarak 2013'te Rising Star Cave sisteminde keşfedilen ve 2015'te açıklanan tür, küçük bir beyin (Homo sapiens'in yaklaşık üçte biri) ve yaklaşık 100 kg ağırlığında ve 155 cm'e ulaşan büyük bir beden gibi ilkel ve modern özelliklerin bir karışımına da sahipti. Daha küçük olan Homo luzonensis (90-120 cm boyunda) yaklaşık 50.000 ila 67.000 yıl önce Filipinler'de birkaç hominin türüyle aynı dönemde yaşadı. ilk H. luzonensis fosilleri başlangıçta Homo sapiens olarak tanımlandı, ancak 2019 analizi, kemiklerin tamamen bilinmeyen bir türe ait olduğunu belirledi.
Son on yıldaki bu üç büyük bulgu, eski insan akraba türlerine ait kemiklerinin, dünyanın çeşitli yerlerindeki mağaralarda ve tortu yataklarında keşfedilmeyi beklediğini göstermektedir...