--spoiler--
"Hükümetin hedefinde şimdi de biz psikologlar varız. Sağlık Bakanlığı duyuru yayınladı. Psikologları sınava sokarak yetki belgesi verecekler. Diplomamız, masterımız, doktoramız bu alanda uzman olduğumuzu göstermeye yetmiyormuş gibi 'yeterlik sertifikası' almak için sınava tabi tutulacağız. Son on yılda Türkiye'de hiçbir sınav hilesiz değildir. Bu yeterlik sınavını kimlerin kazanıp kimlerin kazanamayacağı önceden belirlenmiş olabilir. Kazanamayanların lisansları iptal edilebilir ya da Bakanlık emrinde idari görevlere kaydırılabilirler. Yani hükümet tarafından tüm kariyerimize ipotek konulabilir.
Din psikologu diye birşey icat ettiler. Hastanelerde görevlendireceklermiş, ölümcül hastaya psikolojik destek verecekmiş.
imam hatip mezunu imam, danışma becerisi, iletişim becerisi yok. Hastaya yardım becerisi yok. insana nasıl yaklaşacağını bilmiyor. Psikolojideki davranış değiştirme tekniklerini, gestaltı, insancıl yaklaşımı, bilişsel ve davranışçı yaklaşımları bilmiyor.
Bunlar insanlara nasıl yardım edecek? Ateist ya da müslüman olmayan hastada suçluluk duygusu mu yaratacaklar?
Ya da hasta karşısında imamı görünce sonum yaklaştı diye düşünerek korku mu yaşayacak?
Şarlatanlar, astrologlar 'din psikologu' diye ortalıkta at koştururken, benim diplomam, yüksek lisansım, doktoram yetmeyecek, Sağlık Bakanlığı 'yeterlik belgesi' için beni yeniden sınava sokacak. Bu benim onurumla oynamaktır. Beni Sağlık Bakanlığı işe mi alıyor ki yeterlik belgesi verecek? Üniversiteden aldığım belgelerin hiç mi hükmü yok? Ama diğer şarlatanlar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 20 saatlik sertifikalarla yetkilendirilecek.
100 görüşme 50 anket yapmış herkes bu sınava girebilecek Bu yapılan bizim mesleğin altına dinamit döşemektir.
Şimdi şarlatanlar yapıyor işimizi, astrologlar yapıyor. Ortalıkta 'yaşam koçu' diye dolaşan çok sayıda sahtekar var.
Bu yaşam koçları, internetten birkaç yüz dolar karşılığında 10 saatlik eğitim aldığını gösterir uyduruk bir sertifikayla her sokakta faaliyet gösterebiliyorlar. 10 saatlik kurs sertifikasıyla mı hasta insanların sorumluluğunu alacaklar?
işletme mezunları yaşam koçu oldu, psikologun işini yapıyor. 'Meslek alanı' diye birşey kalmadı. Meslek odalarının, üniversitelerin, derneklerin hiç sesi çıkmıyor. Herkes nasıl kabulleniyor bu durumu?
Şarlatanlara, astrologlara, internet sertifikalılara nasıl ruhsat veriliyor? Ya da veriliyor mu?
Televizyonlarda bu kişiler nasıl denetimsiz ahkam kesebiliyorlar?
HiÇBiR MESLEKTE KURAL KALMADI. Hükümet kavramları karıştırdığı gibi meslek alanlarını da birbirine karıştırdı. Hiçbir şeyin sınırı kalmadı. Kavramların sınırı, mesleklerin görev alanı darma duman edildi.
Hukuk devleti diye diye yasal olmayan meslek alanları yaratıyorlar. Savcılar, mahkemeler bunu sorgulamıyor. Bu sahtekarlıkla nasıl başa çıkılacağını kimse bilmiyor.
Ben psikoloji mezunuyum,yüksek lisans ve doktoramı da yaptım. Yıllarca 'aman hocalarımız ne der' diye çekindik, elimiz kolumuz bağlandı, danışma merkezi bile açamadık. Buna her nedense Sağlık Bakanlığı da izin vermedi. Sonunda bizden başka herkes bizim işimizi yapmaya başladı. Ne Milli Eğitim ne de Sağlık Bakanlığı, psikologlara gösterdiği tepkiyi, bu şarlatanlara göstermedi.
O kadar çok imam hatip mezunu var ki, hükümet onlara 'kuralsız istihdam alanı' yaratma çabası içinde. Mesleki etik, sorumluluk, kural tanımıyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı'nda, Sağlık Bakanlığı'nda, hapisanalerde, adliyelerde, şimdi de hastanelerde istihdam ediliyorlar. Uzman olmadıkları alanlarda görevliler. Bilgili insanları engellemeye, cehaleti artırmaya çalışıyolar.
Eskiden klinik psikolog hastanede çalışırdı, şimdi kimin nerede çalıştığı belli değil. Örneğin okullar ilanla kilinik psikolog arıyor. 'Klinik psikologun okulda ne işi var?' diye kimse sorgulamıyor.
Psikologların elini kolunu bağladılar. Psikologların yapamadığı herşeyi herkes yapabiliyor.
il ve ilçelerde ruhsatsız, izinsiz din eğitimi veren anaokulları açılmaya başladı bunlara kaymakamlıklar ve milli eğitim müdürlükleri göz yumuyor.
Psikoloji mesleki sorumluluğu ağır bir bilim dalıdır. Yaşam koçları, müftülük emrindeki vaizler ve diğer şarlatanlar bu sorumluluktan da muaf.
Yeni mezun psikologlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bu bilim dalına 100 öğrenciden ancak 1'i girebiliyor. Bu gençler, bu zihinsel kapasite yok edilmeye çalışılıyor. Psikoloji okuyan binlerce üniversite öğrencisi var, mezun olduklarında ne yapacaklarını bilmiyorlar.
1985 yılında üniversite öğrencilerinin yüzde 70'i depresyonda idi. Düşünün, en üst zihinsel katmandaki yüzde 10'luk grubun yüzde 70'i depresyonda... Bu oranın bugün çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin geleceğini yok ediyorlar.
Psikoloji davranış bilimidir. Davranışların incelenmesi, irdelenmesi hükümetin işine gelmiyor. Biz psikologlar danışanların farkındalığını arttırırız, danışmaya gelen kişilerin davranışlarının sorumluluğunu almalarına, kendilerini tanımalarına yardımcı oluruz. Problem çözme becerilerini artırmaya çalışırız. Bunlar AKP'nin istediği şeyler değil. Çünkü halkı uyutmaya çalışıyorlar.
Cemaat okullarına giden öğrenciler suçluluk duygusu, sosyal fobi ve korkular gibi sorunlarla psikologlara gidiyor. imam Hatiplerde grup liderlerinin telkinleri ve yarattıkları suçluluk duyguları nedeniyle evlendirilerek çok eşli evlilik yapmaya zorlanan kızlar, üniversiteye taşradan gelen ekonomik durumu yetersiz öğrencileri ücretsiz öğrenci evlerinde etkilemeye çalışanların yarattıkları sorunlar, psikologların sıkça karşılaştıkları konular. AKP bunların duyulmasını istemiyor.
Hükümet yasal olmayan meslek alanları yaratarak, bilime, hukuka müdahale ederek imamlarına, şarlatanlarına iş alanı açarken bilimi, hukuku öldürüyor ve halka zarar veriyor.
Bundan sonraki adımları ne olacak acaba? Kendilerinden olmayan herkesin diplomasını, lisansını iptal etmek mi?
odatv'ye geçmiş ve "o gemide aslında kimler vardı" allah'ın ayarını vermiş yazar:
Belli oldu ki; AKP yakıp yıkarak, Türkiye'yi iç-dış savaşa sokarak gidecek.
Hamas'ın, Hizbullah'ın, El Kaide'nin avukatları, Türkiye'yi Arap-islam eksenine zoraki zincirleyip de gidecek.
Belli oldu ki; AKP pirincin içine beyaz taşı karıştırıp da gidecek. Arkalarından Kemal Kılıçdaroğlu değil Mustafa Kemal gelse, ayıklayamayacak.
Belli oldu ki; AKP, tüm provokatif gösterilerinde, türbanlı kadınları ve çocukları ön cepheye sürmekten asla vazgeçmeyecek.
Bir kez daha belli oldu ki; AKP, Türk Ordusu'na tuzak üzerine tuzak kurmaktan son nefesine kadar vazgeçmeyecek. Seçimleri biraz daha geciktirebilmek uğruna, Meclis'ten "savaş kararı" çıkartma riskini dahi göze alarak gidecek.
Şimdi kınadılar, kınattılar, kınalar yaktılar. Her "çuvalladıklarında" yaptıkları gibi patlattılar bir Ergenekon dalgası daha, maksat kafalar alkolsüz harman yerine dönsün...
--
Bir kere şu bilinmeli: Gazze'de Filistinlileri esir alan, israil'den ziyade Hamas'tır. Çatışmalar da, israil'den ziyade El Fetih'le Hamas arasındadır.
Filistin halkı; roketatar yuvalarını, karargahlarını, çok çocuklu Filistinli ailelerin oturduğu apartmanların ara katlarına kuran, sonra da "israil çocukları vuruyor" diye "mazluma yatan" Hamas'ın zulmü altında inlemektedir.
Gazze'ye Mısır üzerinden her türlü malzemenin sokulduğu 40 kadar tünel Hamas'ın kontrolündedir.Tünellerden giren gıda, tüketim mallarını halkına karaborsa satan Hamas'tır. israil'in ördüğü duvarın çimentosunu israil'e satan şirket Filistin Meclis Başkanı'nındır.
Kendi halkına karşı Hamaslaşan, kendi halkını rehin alan, zulmeden, tüccar zihniyetli AKP hükümeti, kendisini Hamas'a, Hizbullah'a ve hatta El Kaide'ye yakın hissettiğini açıkça ifade etmiştir. islami "Error (erör) örgütü" AKP ile, islami terör örgütleri arasındaki bu yanak yanağalık doğaldır.
Kâbem insan olduğundan ölenlere üzülürüm elbet. Ama şunu da bilirim ki;
O gemide, Van'da bir gün içinde asılmış bulunan dört kadını "namus temizlemek" için öldüren zihniyet de vardır.
O gemide; Yahudi -içki içen- şort giyen komşu istemeyen, ama şeriat özlemi uğruna AB'ye girmek istiyormuş gibi takiye yapan zihniyet de vardır.
O gemide, müslümanın parasını "Bosna'ya, Pakistan'a yardım göndereceğiz" diye toplayıp cebellezi eden, siyasi parti güçlendiren, tv kanalı kuran zihniyet de vardır.
O gemide, Pakistan'da Taliban - Amerikan işgali altında yerlerinden edilmiş 3 milyon müslüman mülteciyi, Taliban'a ve Amerika'ya b.k sürmemek için bir türlü göremeyen zihniyet de vardır.
O gemide, zina eden kadını taşlarken cennet hayalleriyle orgazm olan zihniyet de vardır.
O gemide, "Şehit olacak çocuklar doğuracağım" diyecek kadar gözü dönmüş, gelecek kuşaklardan "ahirette şefaat" vaadiyle vazgeçmiş, din uğruna analık hormonlarını kurutmuş zihniyet de vardır.
O gemide, kendi halkına zulmeden Hamas zihniyetinin israil'i provoke etmek amacıyla kışkırttığı, kandırdığı "niyazi"ler de vardır,
O gemide, TSK'nın onurunu kıran komploların aktörleri, bugün "Ordu göreve" diye manşet atıp, TSK'yı savaş tuzağının içine çekmeye çalışan zihniyet de vardır.
O gemide, TSK'nın kozmik odaları talan edilip, seferberlik planları Amerikan beslemesi medyaya servis edilirken badem bıyığı kıs kıs sırıtan zihniyet de vardır.
O gemide, israil'in icraatlarına "devlet terörü" deyip de, AKP'nin devlet terörünü, siyah jeep, villa, dolar karşılığı destekleyen zihniyet de vardır.
O gemide en çok da, "yeşil" inşaat şirketlerine Gazze'de iş alanı açmak için debelenen "tüccar" zihniyet vardır.
Şubat ayında Doha'da (ABD-islam Forumu) hisli bir konuşması vardı Recep Bey'in.
"Ey insanlık neredesin! Gazze'ye niçin inşaat malzemeleri giremez, niçin inşaatlar yapılamaz!" diye hem "nefsine-şahsına" hem "tüm insanlığa" sormuştu. Bu konuşmayı yaparken, aklında yakın ilişkide olduğu hangi inşaat şirketinin (Y. mi? yoksa i. mi, TOKi mi?) menfaatlerini koruma arzusu vardı, ben bilmem beyim bilir. Ne de olsa vatanı "arsa" kendisini pazarlama müdürü zanneden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
--
Tüm terör örgütleri gibi, günün birinde legal zeminde partileşip siyaset kulvarına dalan Hamas, 2006 Ocak ayında ilk resmi ziyaretini Türkiye'ye yapmıştır. Çünkü, Recep Bey, tüm dünyanın "terör örgütü" listesindeki Hamas'a destek vermektedir.
Recep Bey'in eylemleri Türkiye'yi bağladığından, Hamas-El Fetih çatışmasında Türkiye'nin Hamas'ı desteklediği görüntüsü verilmektedir.
Recep Bey, Türkiye'yi de "PKK'yı tanıma" gibi bir dayatmaya sürüklediğini idrak edemeden, AKP ile Hamas arasında "Seçimle iktidara geldi. Millet iradesidir" bağlamında parallelik kurmaktadır.
Ocak 2009'da Recep Bey israil Başbakanı Olmert'e yalvarıyordu: "Aman Lübnan'da Hizbullah'la bir gerilim yaşanmasın."
Velev ki Yahudi Cesaret Nişanı alabilmiş tek müslümandır, bir zamanlar Hikmetyar'ın dizinin dibinde mutlu, ona da kefil olmuş Recep Bey, radikal islamcı terör örgütleriyle yanak yanağa durmaktan vazgeçecek gibi değildir. Çünkü Recep Bey ve partisinin, "demokratik güç"le "terör örgütü"nün tanımı konusunda kafaları karışıktır.
--
Gemidekilerden Mazlum-Der Başkanı Ahmet Faruk Ünsal eski AKP Adıyaman milletvekili. Gemideki Türklerin hepsi AKP gibi Milli Görüş'ün elemanları. iHH dedikleri, "Yeniden Ümmet Seferi" diye seferler düzenleyen, nitelikli dolandırıcılık çetesi Deniz Feneri'nin uzantısı. AKP Kadın Kolları Başkanı Havva Girgin "Yayınlanan görüntülerde eşimi sağ olarak gördüm" diyor.
işler bekledikleri gibi gelişmeyince Bülent Ar-hınç tvlere çıkıp utanmadan "Sivil inisiyatiftir, hükümetle alâkalı değildir. Hükümetin demesiyle gitmiyorlar" diyerek Hamas sempatizanlarıyla aralarına mesafe koymaya çalışıyor.
DTP, BDP ne kadar PKK'lı değilse, bu gemi yolcusu da o kadar AKP'li değildir.
O gemide AKP, o gemide Milli Görüş zihniyeti vardı. Gemi Türkiye değil Komor Adaları bandıralıydı. Ha! Gemideki yabancılar mı? O kadarı PKK kamplarında da var.
"Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü hedef alan" israil saldırısı değil, bizzat "iyot gibi açığa çıkan" Recep Bey'in kendisi, partisi ve nitelikli dolandırıcılık tarikatlarıdır.
Bakmayın kınamaya, kınalamaya...
israil kurşunu "...ille dostun gülü"dür AKP için. Fena yaralamıştır. AKP ihalelerde israil'in ticari çıkarlarını bunca koruyup kollarken, israil'in inşaat malzemesine (sonra da şirketlerine herhalde) yol vermemesi üzmüştür civanım delikanlıyı.
Bu işler böyledir. Sen PKK'lı çapulcunun bile bitini kanlandırıp TSK'ya meydan okutursan,
Türkiye'nin görüntüsünü "şaşkın-sarsak-yalpalayan" ülke olarak dünyaya yansıtırsan,
Gemiye provokasyon için bindirdiğin vatandaşının canının önemi yoksa, israil ki gaddarlığı tescillidir, gelir sana meydan okur. Olan da her zamanki gibi, gaza getirdiğin türbanlı kadına olur.
Sen de Meclis savaş kararı almış da, seferberlik ilan edecekmiş havalarda ("Son kararımızın hayırlı olmasını diliyorum") kürsülere çıkıp, hık mık sumak, lamba kümbe der inersin.
Bu hükümetin alacağı en "hayırlı" son karar, derhal TOPLUCA iSTiFA ETMEKTiR.
1998 Ocak ayında, literatüre ;Great Icestorm; olarak geçen Montreal buz fırtınası felâketinde oradaydım. Buz yağmaya başlamadan önce, hava gündüz eksi 30, gece eksi 40 santigrad civarıydı. Ve bir hafta süren buz fırtınası başladı.
Ağaç dalları, binaların dış yüzeyi, arabaların üzeri birkaç saat içinde kalın buz tabakasıyla kaplandı. St Laurent nehri taştı. Montreal'e elektrik veren üç ana direk buzun ağırlığından yıkılınca şehrin elektriği kesildi. Binalar elektrikle ısındığından kaloriferler de söndü.
Şakası yok, Kanada kışından, eksi 30-40lardan bahsediyorum. Elektrik yok, ısınma yok. Her bir ağaç dalı kristalden fil bacağı gibi olmuş, asırlık ağaçlar kırılıp devriliveriyor.
Koca Montreal, o elektronik medeniyet, 24 saat içinde çatır çatır çöktü. Arşivlerden görüntüler için aşağıda link verdim.
Buz fırtınası felaketinde, devlet ilk 24 saat içinde derhal organize olarak şunları yaptı:
-Önce buzlu yollar hemen açılmaya başlandı.
-Bina cephelerini kaplayan buzu kırmaya, dalları kırılan ağaçları kesmeye başladılar. ikinci gün Amerika'dan da itfaiyeciler, askerler yardıma geldi.
-Radyolar sürekli her semtteki sığınakların (shelter) adreslerini yayımladı. Herkese, evlerini terkederek sığınaklara yerleşmeleri tavsiye edildi. Yaşlılar tek tek evlerinden toplanıp, sığınaklara götürüldü.
-Şehrin elektriği kesilmeyen bazı banliyölerinde sıcak yemek servisi yapan restoranların adresleri anons edildi.
-Kanada'da her evde en az bir buz hokeyi oyuncusu, her oyuncunun da en az iki kaskı olduğu bilindiğinden, halka sokağa çıkarken kask kullanmaları önerildi (kask takmayan birkaç kişi kırılıp düşen ağaç dalları yüzünden öldü).
-Evden çıkmamakta ısrar edenler, günde iki kez kapıya gelen itfaiyecilere tekmil verdi. itfaiye, listede o adrese kayıtlı herkesi görmek, sağlığından emin olmak istedi.
-Radyo aracılığıyla, insanlar arasında korkunç bir dayanışma ruhu& yaratıldı. Şömineli evlerde oturanlar, hiç tanımadıkları insanlara kapılarını açtılar. Bir haftaya yakın evlerinde barındırdılar. Bir Türk olarak, o türden bir dayanışmayı sadece savaş filimlerinde görmüştüm.
-Ve en önemlisi de, radyolar o şartlarda bile mizahı elden bırakmayıp insanlara moral verdi. Sırtımızda battaniyelerle mum ışığında otururken, sex shop'ların önünde sıraya girmiş Montreallilerle yapılan söyleşilere güldük. Marketlerde mum kalmayınca, penis şeklindeki mumlara aşırı bir talep oldu.
Kanada kışının ortasında, bir hafta süren felâkette sadece 30 kişi öldü. Ölenler; inatla evini terketmeyenler, propan ısıtıcının gazından zehirlenenler ve kasksız sokağa çıkıp, kırılan dalların altında kalanlardı.
Ölenler kendi hataları, tedbirsizlikleri yüzünden, devletin korumasını kabul etmediklerinden öldüler.
Ne o elektriksiz, ısınmasız bir hafta boyunca, ne de daha sonra yetkililerden kimse Allah'dan bahsetmedi. Hiç kimsenin St Laurent nehrinin intikamı'ndan bahsettiğini de duymadım. Halkı Aldın mı dersini diye azarlanmadı, korundu.
Yetkililer karla, buzla mücadele eder, ölümleri engellemeye çalışırken şu kararı aldılar: Montreal daha önce böyle bir felaketle karşılaşmamıştı. Bir kez olduğuna göre bundan sonra da olabilirdi. Bu şehrin elektrik dağıtımı yeraltından yapılmak zorundaydı.
O noktada Türk aklımızla anladık ki; ;çöktü sandığımız medeniyet katiyyen çökmemiş. Yöneticiler rant peşinde değil, gerçekten insana hizmet peşinde olunca, her hizmet insanın sağlığı, rahatı-mutluluğu ince ince hesaplanarak yapılınca medeniyet çökmezmiş meğer.
Medeniyet; doğayla itişe kakışa mücadele etmek değil, doğanın hiddetlendiği anda verebileceği zararı hesaplayıp, doğanın kurallarına göre oynamakmış. Ve medeniyet doğaya boyun eğmiş, kabullenmiş bir alt-yapıymış meğer.
---
istanbul'da aklına beton dökülmüş, türbanlı, AKP seçmeni, yağmacı bir kadın, kameralara ;Bu mallar oruç tutmayanları malları. Bunlar bize haktır!! diye bağırıyordu. Can Yücel sağ olsaydı, mal sensin hak da sana gir...gelsin derdi herhalde.
O kadının seçtiği, iyi kötü mevcut alt-yapıyı bile insanın aleyhine çevirebilecek zihniyetteki AKPli adamlar; Dereyi ıslah edeceğiz dedikçe tüylerim diken diken oluyor. Dereye kinlendiler. Derenin intikamıymış...yok devenin intikamı!
Etme kardeşim! Dere mere ıslah etme! Sen bir şeyi ıslah etmeye kalkınca bilim adamını, mühendisi falan dinlemezsin, ihaleden cebine girecek komisyona bakarsın! Islah etme, bırak dağınık kalsın!
Kentsel dönüşüm diye, kendine rant alanı yaratacaksın diye eko sistemi yıktın. Bu coğrafya senin manyakça üremeni, genişlemeni kaldıramaz hale geldi. Dereyi ıslah edecekmiş! Dön kuyruğunla oynaş birader!
Bundan sonraki seçimlerde de buzdolabı yerine Zodyak bot dağıtırsın, bulgur yerine de 3G teknolojisi bilmemne...onu da artık hangi G'sine yerleştirir halkım kendisi bilir.
kendisi ile ilgili sadece bir entry girilmesi canımı sıkmış olan müthiş bir zekaya sahip olan kadın. çok fazla yazı yazmasa da yazdığı yazıların etkisi bir kaç gün götürür cinstendir. siyasal iktidarı ve onu destekleyen iç ve dış güçleri esprili bir şekilde yerer.