kişinin karşısındakine hissettirdiklerinin, karşısındakinin kişiye hissettirdiklerinin, yaşadıklarının, yaşayacaklarının, sırlarının, gülüşlerinin, hüzünlerinin, hayallerinin, bakışlarının, sesinin, dudaklarının, dürüstlüğünün, karakterinin, kaçamaklarının, endişelerinin, kıskançlıklarının ve en önemlisi de kalbinin değerinin farkına varmak, bütün bunlar özel ve mükemmel hissetiriyorken daha da sıkı sarılmaktır...
edit: bunları yazdıktan 5 gün sonra ayrıldığıma göre bir şeyler yine fazlasıyla ters gidiyor benim için :)
elinde olanın değerini, elinde olduğunda anlayabilmektir.
ama nedense, geçmişte yaşamaktan ya da gelecekteki mutluluğu düşlemekten, elinde olanın değeri genelde anlaşılamaz.
sonrası işte, keşkeler, amalar, isyanlar.
Artık bilenlerin ve uygulayanların mumlar aranacak kadar azaldığı kavram.. Bu kavramı bilenlerin de kıymetsiz olması ise apayrı bi trajik ironi malesef..
Dünyada en zor olan nankörlük içermeyen duygulardan biri.
Beynimiz kötü olanı algılamayı daha az sevse de yüzyıllar geçtikçe kötü olanı almayı daha iyi başarır hâle gelmiştir.
Bu tabii ki genetikle alakalı. Kıymet vermek, kıymet bilmek de öyle. illa kötü bir olay sonrasında daha iyi anlaşılır. Gerçekten sevdiğiniz birinin değerini çok nadiren ya onun ya sizin başınıza bir şey gelmeden anlarsınız.
insan olmak eşittir nankörlük. Ne kadar iyi bir insan olsanız da başınıza gelen kötü bir olayda içten içe lanet edeceksiniz, yaşadığınız iyi günlerin kıymeti aklınıza gelmeyecek.
Davranışlarımın arasında yer almayan insancıl bir özellik daha.
Diğerleri neyse de buna sahip olmak isterdim.
Kişinin üzerimdeki hakkı üzerinden ortaya çıkacak Sorumluluklardan, bir insana bağımlımlılıktan, bağdan, borçlu olma takıntım yüzünden yüzeysel ilişkiler kuruyorum insanlarla.
Her ne kadar ben yüzeysel devam ettirsem de karşımdaki kadın/erkek içselleştiriyor zamanla. O vakitten sonra da aramızdaki uçumurum tamiri olmuyor. Bu sefer de benim adım "nankör" oluyor.
Kimse duracağı yeri bilmediginden benim nankörlük hikayeleri hiç bitmiyor.