kısa öyküler

entry4 galeri0
    1.
  1. ... ve en sonunda bir köpek evlat edindim.
    1 ...
  2. 2.
  3. genelde yarışmalar sayesinde adlarını duyuran ve internette bir o yana, bir bu yana paylaşılan öykülerdir. bunun dışında kitap olarak pek talep görmedikleri gözlemlenmiştir.

    sizi kısa bir ödüllü öykü ile başbaşa bırakıyorum. *

    --ödül mü ceza mı?--
    Saat sabah altı idi; tüm askerlerin sabah içtiması için birliğin önünde dizilmesi gerekiyordu. Ancak saat altıda üç yüz kişilik birlikten ancak iki yüz doksanı hazırdı ve düzensiz bir şekilde duruyorlardı.

    içtimadan sonra hep birlikte yaklaşık iki kilometre kadar uzaktaki kahvaltı alanına gideceklerdi. En sona kalan on asker, birlik binasından çıkıp askerlerin arasına karışırken hemen fark edildiler.

    Bunlardan sadece iki tanesi uyuya kalmıştı. iki tanesi 'acaba çaktırmadan arazi olup bugünkü etkinliklere katılmayabilir miyiz' diye düşünüyordu. iki tanesi ise yatakhanede kahvaltıya gitmekten kaçınmak istiyordu. Diğer dördü ise plansızlıktan ve geç kalkmaktan zamanında hazırlanamamıştı.

    Komutan sonuçta onuna da ceza verdi. Gecikmenin cezası elli defa mekik çekmekti.
    Tugay komutanı, sadece içtimalarda değil; ama genel düzen olarak tugayda birinci gelen bölüklere de ödül veriyordu. Daha çok çarşı izni; daha iyi koşullarda yıkanma ve bunun gibi.

    ***

    Kahvaltı sırasında zamanında gelen askerlerden bir tanesi, "Bu ödül-ceza sistemi harika." dedi. "insanları, anlamıyorum; niye gözlerini ödüle dikmiyorlar ki! Eğer kendilerini ödüle odaklayacak olsalar, kurallara en iyi şekilde uyacaklar ve ödülü alacaklar. Şahsen ben tugay komutanının sunduğu ödülleri almak istiyorum; bunun için de kurallara uyuyorum. Ama tek başına uymam yetmiyor. Bir ekip performansı üretmemiz gerekiyor. 300 kişiden 290'ının kurala uyması yetmiyor. Hepimizin uyması gerekiyor."

    Kahvaltı sofrasındaki bir arkadaşı, "Ben sana katılmıyorum." dedi. "Ben de sabah zamanında içtimada hazırdım. Diğer tüm kurallara da uyuyorum; ama bütün bunların nedeni cezadan korkmam. Cezaya çarptırılmayacağımı bilsem kılımı kıpırdatmam. Mekik çekmek ya da tuvalet temizlemek ya da ceza her ne ise, bununla karşılaşmak istemiyorum. Benim kurallara uyma nedenim cezadan kaçınabilmek. Bu ödül-ceza sisteminin harika olduğunu düşünmüyorum. Çünkü benim cezadan kaçınmak için kurala uymam senin dediğin gibi yetmiyor. Ben kişisel olarak ceza almıyorum; ama cezaları herkes benim kadar umursamadığı için aramızdan on kişi çıkıp kurala uymadığında ödülü de alamıyoruz."

    Üçüncü bir asker, "Ben sizden farklı düşünüyorum." dedi ve devam etti: "Tüm kurallara uyuyorum. Tüm içtimalarda hazırım. Askerliğin tüm kurallarına harfiyen uyuyorum. Ama bunun nedeni, ne sunulan ödüller ne de karşı karşıya olduğumuz cezalar. Ödül almak için düzgün sıra olunmaz ya da cezadan kaçınmak için. Aslında bu iş o kadar karışık değil. içinde bulunduğumuz ortamda görev ne ise onu yapmak bizim sorumluluğumuzdur. Aklı başında her insanın bunu düşünmesi gerek. Kahvaltıya tugayda beş bin kişi darmadağın gidecek olsa nasıl bir karmaşa olur düşünsenize. Sorumluluk duygusu gelişmiş bir insan, ödül ya da ceza olduğu için değil, sorumlu olduğu için, birlikte yaşadığı toplumun gereklerini yerine getirir. Ben iyi bir insan olmaya çalışıyorum; ama cennete ulaşmak ya da cehennemden kaçınmak için değil. Doğrusu bu olduğu, sorumlu bir insanın yapması gereken bu olduğu için."

    --ödül mü ceza mı?--
    1 ...
  4. 3.
  5. ... ve en sonunda allah belamı verdi.
    1 ...
  6. 4.
  7. Sevdiğim bir öykü olup bugün feysbuk geçmişi ile yeniden hatırlanan öykülerdendir. Paylaşmak istedim. Belki ihtiyacı olan birine ışık olur.

    Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu.
    Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.

    Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.

    Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.

    Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. ikincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.

    Kızına dönerek sordu:

    — Ne görüyorsun?

    — Patates, yumurta ve kahve? diye alaylı bir cevap verdi kızı.

    — Daha yakından bak bir de dedi baba , patatese dokun.

    Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.

    — Aynı şekilde, yumurtayı da incele.
    Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.

    En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.

    Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:

    — Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?

    Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi.

    Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı.

    Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

    — Sen hangisisin? diye sordu kızına.

    Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
    Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın? Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?*
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük