Hayatın anlamını bir mevyenin gözünden incelediniz mi hiç? ısırdılar mı sizi yada vücudunuzun orta yerinden? kurt düştü mü hiç içinize? (bu olmuştur, geçelim bu kısmı) o halde gelin öykümüze, kırmızı elma'nın günlüğü'ne.
Ağacın dalında pek yapacak bir şeyiniz yok. bazen etrafınıza insanlar geldiğinde kulak misafiri olmak eğlenceli sadece. mesela iki aşık. geçenlerde ağıza alınmayacak sahneleri gözlerimizin önünde oynadılar. ben bakmadım tabi, arkadaşlardan duyduklarım bunlar. mesela yaşlı bir amca. göz yaşlarını gördük. elinde bir baston, geçen yıllarına ağlıyor diye düşündük. demiştim ya, ağacın dalında yapacak çok şey yok. sizin hikayelerinizi seyreylemekten başka.
artık iki yol kalmıştı. ya vuracaktı onu yada? yada eğecekti başını ve affedecekti yine. yine o merhametli insan olacaktı gün ışığı pencereden vururken. gün ışığı bile vururken o? eğecekti başını ve affedecekti yine. yine o şefkatine sığınacaktı günahkar sevgilisi.
dilinden daha önce dökülen neden?,niye?,niçin? sorularının artık bir anlamı kalmamıştı. ve tekrar tekrar düşünse bile iki yol çıkıyordu karşısına. ya vuracaktı onu yada? yada eğecekti başını ve git diyecekti. git! nerede olmak istiyorsan orada ol. ama uzak dur benden. ruhen ve bedenen uzak dur. rüyalarım olma git! kalbime işleyen gözlerini, sözlerini, yeminlerinide al lüften. ve git buradan! ...
neyi tercih etmeliydi? kafası iyice karışmıştı. kızın bakışlarında pişmanlığı aradı durdu. yoktu. sevgiyi aradı sonra, yoktu. demek ki herşey yalandı. aşk yalan, gülüşler ve sıcacık öpüşlerde öyle...
artık iki yol kalmıştı. ya vuracaktı onu yada? yada eğecekti başını ve kal diyecekti. gitme kal! her ne kadar onursuz bir davranış gibi gözükse de bir şans verecekti. bildiği halde sevmediğini. onu sonsuz merhametiyle yanında tutmak isteyecekti. bildiği halde gitme ihtimalini, kuş misali uçma ihtimalini.
artık iki yol kalmıştı. ya vuracaktı onu yada?
(ve duyulur bir silah sesi)
ardından gülü bıraktı başucuna. birde not yer alıyordu kanların sıçradığı.
"bana yalanlar söyleseydin inanacaktım. ama yalan söyledin. bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birincilği beyaza verdiler" (yazılıydı.)
adamın bıraktığı not: özdemir asaf'a ait bir şiir'den alıntıdır.
hikaye,kurgu: (bkz: gece uykusu)
Babasının yeni aldığı ayakkabıları baş ucuna koyarak uyudu elif. yarın okula giderken giyecekti kırmızı ayakkabılarını. o yüzden bir an önce yarın olsun istiyordu. yeni ayakkabılarını giyecek, bütün gün o ayakkabılar ile gezmek onu neredeyse göklere yükseltecekti. çok mutluydu. bir çift ayakkabının elif için önemi büyüktü. zira güzel ve dikkatli kullanmasıda gerekiyordu. elifin hikayesini gördüğümde şunu farkettim. insanlar sahip olduklarının karşılığında bir çok duyguyu kaybediyorlar. mesela ben yeni aldığım ayakkabıların yüzüne bile bakmıyorum. çocukkende bakmıyordum. ama elif'in hissettiklerini bir kez olsun yaşamak için her şeyi verirdim. saflığın ve temizliğin orada olduğunu görüyorum çünkü. mal mülk ganimet her zaman elde edilecek şeylerdir. fakat şimdiye kadar bonusa altı taksitle onur,şeref, gurur satıldığını görmedim. aynı saflıkta ömrünü tamamlaması hem ailesini, hem beni sevindirecek. umarım eliflerin yaşadıkları güzel dünyayı farkeder, sahip olduklarımızın karşılığında duygularımızı kaybetmeyiz.
geçenlerde sıkıcı sanat filmlerinden birini izliyorum yine evde tek başıma. tak kapı çaldı baktım kahveden hasan abi gelmiş. tabi muhabbet napıyosun nerelerdesin falan filan derken, '' abi gördüğün gibi kapattım kendimi eve sanat filmi izliyorum'' dedim. hasan abi suratında pis bir ifadeyle, '' oğlum bırak bu işleri emmeli gömmeli filmler var bende. sanatın kralı burda gel bunları izleyelim.'' dedi. tabi bendeki sanat aşkı bir anda boyut değiştirdi. neyse öykü kısa olduğu için uzatmaya gerek yok. taktık filmleri ileri sar, geri al, burayı yeniden oynat vesaire derken öykünün sonu geldi.
3 yıl geçti üzerinden yolda görse yüzüne tükürür, ardına bakmaz; içinde fırtına kopardı. öyle yada böyle geçiyordu, hem de hiç beklemediği şeyler oluyor güzel, kötü... farklı şeyleri görünce hiç demedi "aaa" diye bir çocuk edasıyla, artık biliyordu her şeye şaşırmanın bir mantığı yok: hayat bu işte.
adam yürüyordu. kadını gördü. kadını hızlı adımlarla geçti gitti, ardına bakmadan. çünkü ne kadını rahatsız etmek istiyordu ne de ondan daha önde olan birini görmeye katlanabiliyordu.
PAMUK
Dünya barışı pamuk ipliğine bağlı dedi kravat takan bir adam. Ben ise pamuk şekeri de pamuktan yapılmazmış dedim. Sonra kravatlı adam elime bir oyuncak silah tutturdu. Ben de gidip pamuk şeker satan adamı vurdum. Sonra iç organlarını boşaltıp içini pamuk doldurdum. Daha sonra ben hapishanedeki yastıkların içinin pamuk dolu olmadığını farkettim. Oyuncak silahı satan kravatlı adam ise yeni bir takım almış yüzde yüz pamuk.
insanlara çok fazla şey anlatmayın, ki anlattıkça daha da özlüyorsunuz. bu da anlatılmayanın öyküsü işte. mesela cansu var, bahsetmiş miydim? geceleri yıldızları izleyen bir çift göze sahip. o yıldızları izlerken ben onu izlerim, ki hep izlerim. ama onun haberi yoktur. sonra o kalkar gider ve gene küçük kısa öykümüzün son cümlesine son noktayı o koyar. öyküleri bitirmeyi çok sever. ben de severim. bahsetmiş miydim? sahi, kışın göl donunca ördekler nereye kaybolur? çetelesini tutan birilerini bulmakta fayda var. bu işi yapan cansu'ysa, uzak durmakta fayda var. aşık olmak için iyi bir neden. aşık olmadığımdan bahsetmiş miydim peki? yalancının teki olduğumdan kesin bahsetmişimdir ama.
kendi karanlık düşüncelerinde boğulmaktaydı.. bir anda başını o ince sesin sahibine doğru çevirdi. Merhaba dedi, tatlı sesiyle. Ve elini omzuna attı, birden o karanlık kaçmaya başladı.Ve herşey yolunda gibiydi.