ilk aşamasına uluslararası kamuoyu sesini çıkarmamış, bilakis desteklemiştir. türkiye'nin müdahalesini haklı bulmuştur.
ikinci aşaması ise planlananın dışında gerçekleşmiş, durulması gereken noktadan daha ileri gidilmiştir -örneğin maraş bölgesi böyle bir yerdir-. bu noktada dünyada türkleri adaya barış için değil, toprak kazanmak için girdiği intibası oluşmuştur.
bu ikinci aşamadan sonra, uluslararası kamuoyunun tepkisini kazanmış, ambargoya yol açmış ve bugün kıbrıs konusunda her surette 1-0 geriden başlamamıza sebep olmuştur.
hoş, 1-0'ı dengelemek için her yapılan şuursuz atakta kontradan gol yemekteyiz o ayrı...
cumhuriyet tarihinde yaptığımız, herkesi karşımıza almamıza rağmen türkiye cumhuriyetinin şanını, şerefini korumuş olduğumuz haklı ve yaptığımız tek harekat.
adaya çıkan ilk paraşütçülerden biri amcamın oğludur.çatışmaların bittiği sıralarda rumlara oldukça ağır hasar verilmiş yaptıkları katliamların hıncı fazlasıyla çıkarılmıştır.
çıkartma çok küçük bir plajda yapılmıştır. iki geminin dahi ancak sığabileceği kadar küçük bir plajda. oysa hemen yandaki koyun plajı daha büyüktür. rumlar o koyda pusuya yattıklarından ayşe tatile diğer küçük koyda çıkmıştır.
ayrıca şarkı geyiği gerçektir. ve türk askeri gerçekten de bir gece ansızın gelmiştir.
bu arada çıkartmanın ilk şehidi bir sivildir. adamcağız bakayım ne var ne yok diye kafasını çıkardığı an vurulmuştur. insanın başına ne gelirse ya meraktan ya da meraktan yani.
harekat 400 gün sürmüştür.
girnede çıkartmanın yapıldığı plaja doğru giderken karaoğlanoğlu şehitliği vardır. oradaki askerler ayrıntılı bilgiler verebilirler. ayrıca bu şehitlikte rumların savaş sonrası bırakıp kaçtıkları tank, top vs. gibi savaş araçlarının sergilendiği bir de açık hava müzesi vardır.
ismi "barış" harekâtı olan bu müdahalede türkiye ordusu suç işlemiş ve savaş esirlerini kurşuna dizmiştir.
"Askerlikte terhisime 1 gün kalmıştı. Tam o sırada Kıbrıs Barış Hareketi oldu. Beni Mersin'den Kıbrıs'a gönderdiler. Savaşın en acımasızca ve en kanlı bölümünün sürdüğü temizleme harekatında görev verdiler. Komutana 'Yapamam, adam öldüremem, ben sanatçıyım' dedim. 'Burada sanat bitti. Burası gerçek hayat, savaş. Emir verdim mi öldüreceksin' dedi. ilk öldürdüğüm çocuk 19 yaşında, esir düşmüş bir askerdi. Elleri arkadan bağlıydı. Silahı yüzüne doğrulttuğumda yüzüme tükürdü. Alnından vurdum, öldü. Sonra 9 kişiyi daha öldürdüm. Öldürdükten sonra gidip karargâhta ağlıyor, ertesi gün yine öldürüyordum. Rüyamdan çıkmıyor. Uzun süre psikolojik tedavi gördüm. Bu yüzden hala et yiyemiyorum. Kan göremiyorum. Aklıma öldürdüğüm çocuklar, kokmuş cesetler geliyor"
O zamanlar siyah beyaz tek televizyon kanalı vardı. Özellikle harekat başladıktan sonra sürekli olarak kahramanlık türküleri çalınıyor, halkın moralinin düzgün olması hedefleniyordu. Herkes savaşan askerlerimiz için dualar ediyordu. birlik beraberlik havası oluşmuş, iç siyasi çekişmeler bir tarafa bırakılmıştı.
bir dönem izmirde karartma uygulanmasının sebebidir efendim. yukardan uçaklar şehri göremesin diye hiç bir şekilde geceleri ışık yakılmamıştır izmirde.
türkiye'nin 1960 garantörlük antlaşmasına dayanarak yaptığı harekattır. haklıdır. GARANTi ANTLAŞMASI UYARINCA ADADAKi BiR ÇATIŞMA DURUMUNDA YUNANiSTAN VE/VEYA TÜRKiYE ADAYA ASKER ÇIKARMA HAKKINA SAHiPTiR. ancak bu kesinlikle ama kesinlikle adanın kuzeyini türkiye'nin, güneyini yunanistan'ın yapmaz. türkiye ve yunanistan sadece adadaki barışa kefil, garantör olmuştur. o yüzden adanın kuzeyini aldık, adanın kuzeyi bizimdir, 1 saat daha sürse adanın hepsini alırdık gibi sözler pek hoş gelmiyor kulaga. ne ingiltere'nin, ne türkiye'nin, ne yunanistan'ın ada kıbrıslılarındı ve kıbrıslılarındır.
ayrıca kral çıplak diyeceğim ikinci konu da garanti antlaşmasından sonra adaya türkiye'den nüfus yağdırılması* ve türkiye askerinin adada tutulması açıkça işgaldir. adaya nüfus yağdırılmasının hiç bir akla mantığa uygun, sağlıklı açıklaması yoktur. adanın "türkleştirilmesi" için yapıldı diye düşünenleri kaale bile almıyorum.
ayrıca bilinmeyen ya da inkar edilen bir başka gerçek de barış harekatı sonucunda arkasında türkiye'nin gücünü hissedenlerin ya da bizzat türkiye'nin silahlı kuvvetlerinin savaştan kaçmaya çalışan rum halka ya da esirdüşmüş rum askerlerine yaptıklarıdır. toplu mezarlar, kayıplar, esir tutuldukları gemiden denize atılmalar, öldürülüp kuyulara atılmalar rumların başına sıkça gelmiştir. atilla olgaç'ın söyledikleri hayal ürünüydü belki ama ister inanın ister inanmayın çok daha çarpıcı gerçekler oldu bu adada. bu harekattan ve savaştan sayısız komutanın cebi doldu, ölülerin altın dişleri söküldü, altın yüzükleri çalındı, evler talan edildi, tarihi eserler kaçırıldı, maraş yağmalandı ve daha sayamadığım niceleri oldu. kıssadan hisse türkiye sadece adaya asker çıkarıp barış ortamı sağlayıp askerini geri çekmeliydi. adaya tecavüz etmeye hakkı yoktu ve yoktur.
"türkler biraz deniz havası alıp geri dönerler" diyen amerikalılara kapak olmuş harekattır.
1nci komando tugayı'yla harekata yüzbaşı olarak katılan atilla çilingir'in anılarında, bm barış gücü askerlerinin rum havan bataryalarına telsizle türk birliklerinin yerlerinin bildirdikleri yazar.
magosa'nın türk tarafında tutulması gereken cephe hattı, stratejik durumu riskli gören tümgeneral osman fazıl polat'ın kendi inisiyatifiyle maraş bölgesini içine alacak şekilde işgal edilerek genişletilmiştir. sonradan süper zeka generalissimokenan evren, maraş'ın masada diplomatik koz olarak kullanılmak amacıyla alındığını iddia etmişti. ancak osman paşa'nın harp günlükleri yayınlanınca, işin iç yüzü ortaya çıkmış, kendisine kapak olmuştur.
ecevit'in popülaritesinin en önemli sebeplerinden birisi. osmanlı devleti döneminden kalma, biz gerekirse her yere gireriz tadının son demidir belki de. bir de bugünkü hale bak.
faşist cuntacılığa karşı kemalist-sol hükümetin (ecevit chp'si) islamcı koalisyon ortağı msp ile yaptığı tarihin en ilerici ve demokratik askeri müdahalelerdendir. zaten ecevit de yaptığı açıklamada hükümeti deviren faşist rum cuntasına karşı sadece türklere değil, rumlara da türk askerinin demokrasi götürdüğünü açıklamış ve dünyadan büyük destek görmüştür. bir kez daha hatırlanmalıdır ki askeri darbeler her zaman bir ülkeye zarar verir. ama islamcı geçinen yabancı piyonları daha büyük zararlar verir. o yüzden chp samimi dindarlarla amerikan piyonu olmayan islamcılarla kucaklaşmalıdır. bu da zor değildir. biraz kucak açın türbanlıya, dindara. iktidar çıkacak bundan kesin.
evet gördüm; küvetin içinde şerefsizce öldüren o masum çocuklarla annesinin öldürüldüğü evi gördüm. küçücük bir ev; küçücük bir tuvalet! kurşun izleri duruyor, namussuzca sıkılan kurşunlar. küçücük yavrular üst üste koyulmuş yanlarında anaları ufacık bir banyo içinde bir o kadar küvet !.. resimleride var, yavrunun şakağından kan damlamış o küvete, birinin başı yana dönmüş, kardeşi yanıbaşında resmen sığdırılmış oraya, çıkamamış küçücük yerden sıkışmış o tuvalete bir diğeri, lanet olsun onları vuranlara. o kurşun izleri orada durduğu sürece unutulmayacaksınız, çünkü biz onları artık yüreğimize işledik !..
20 temmuz 1974 yılında gerçekleştirilmiş, ilginç olaylar barındıran operasyon.
Sedat yüzbaşı, birlikten kopardığı dört tim ile kentin dışındaki ilk evlere doğru önce sürünmeye, sonra da tümsekleri, bitki oylumlarını, sulama kanallarının toprak yığınlarını, penceresiz bir bina duvarını siper alıp koşmaya başladı. iki ateş arasına düşmemek için de, sağa, batıya doğru geniş bir yay çizerek açıldılar... Bir süre sessizliğe bürünen kentin kuzeybatısındalar şimdi.
Yedek teğmen Erol, takımı yönetirken, dürbünü ile sık sık çevreyi gözetliyor. Sol tarafta da başka bir subay... Kalemde, kağıtta, eğitimde yok böyle bir subayın eylemi... Bunu düşünüyor elektrik mühendisi Erol.
Yürüyorlar. Adım adım gözetliyor... Ateş, yok!
Sedat Yüzbaşı ile erleri, soluk soluğa şehre girdiklerinde, terk edilmiş evlerle karşılaştılar. Kimisinin kapısı, penceresi açık, kimisi perdelerine kadar kapatılmış... Şu bahçede birkaç tavuk, kan ve ölümden habersiz mi? Bir kedi süzülüyor evin birine, korku içinde... Çeşmenin biri açık unutulmuş. Fesleğenli, terasında beşik olan şu ev, Türk evi olsa gerek. Şunlar da Rumların evlerine benziyor.
Arkada silah patlayışları başladı. Birlik, yeniden kapışıyor demek. Sessizlik bozuldu; ama önlerinde kimseler yok!
ilerlediler dikkatlice.
Geniş bir caddeye çıktıklarında, birden her yanlarını vınlayan çelik çekirdekler sardı! Taş, tuğla, beton akustiğinde daha da şiddetli çıkıyor ses. Ovadakine benzemiyor. Hangi evden ya da sokak arasından geldiğini kavrayamadan, ağaç gövdeleri altlarına, kaldırım çukurluklarına, kapı eşiklerine attılar kendilerini; boylu boyunca!.. Yaralanan var mı? inilti yok şimdilik...
Yüzbaşının çelik miğferine çarpan iki mermi, alacalı gizleme bezini yırtıp sekti. Beyni sarsıldı iki kez.
"Kötü yakalandık çocuklar! Dikkatli olun!"
Başını hafifçe kaldırıp çevreyi taradı gözleri; çabuk ve dikkatli. Caddeyi geçmenin mümkünü yok! Ya, dönüş? O hiç olmaz!.. Evet, cadde boyu geliyor ateş. Dikine yatıldıkça, hedef yalnızca baş!.. o ne? bir de yandan, çapraz başladı ateş; ses ve sekmeler, bunu gösteriyor. ateş kaydırıyorlar.
"Kaldırım ağaçlarını, elektrik direklerini siper edip ilerleyeceğiz çocuklar!"
Hedefi görüp de karşılık verilecek bir yer! hem de savunuruz kendimizi. daha tek cevap bile veremedik şunlara!
"arkadaşlar! savunma için bir yer göreniniz var mı?"
yerinden fırlayarak bir kapıya kütük gibi çarptı ve içeriye girdi sedat. o kadar hızlı yapmıştı ki bunu, tek kurşun bile ulaşmadı peşinden!.. kapının yanına dikilip seslendi çocuklara. soluk soluğaydı:
"ben pencereden... ateş edeceğim yukarıya; birer birer... girin içeri. dikkatli..."
on iki kişi, birer birer sürünüp sıçrayarak kapıdan girdiler.
pencereden dik girmeye başladı mermiler. sedat, durumu kavramaya çalışarak deminki çaprazı göstedi eliyle... hızla göz ucunu yanaştırdı çerçeveye. evet! olamaz! amma olmuş işte! nalet olsun!.. ateşin biri, karşıya kaydırılmış.
"çabuk! adamlarını öteki pencere ile kapıya bölüştür. şu makineli karşıya geçti bir içerde oyalanırken... hedefi görünce, birlikte ateş edeceğiz!" birlikten kopulmuş ve bir evde kapana kısılınmış! arkada ve önde cehennem!
"çavuş, bakın bakalım evin arkadan bir çıkış yeri yok mu?"
"bakayım komutanım!"
insan savaştayken daha iyi anlıyor bu çocukların candan bağlılıklarını; işe itirasız koyulduklarını...
"bunları ben soktum bu deliğe tanrım! hiç bir olmazsa bir apartman olsaydı, katlara dağılırlardı. ben sorumluyum, suçluyum amma, çocukların günahı yok tanrım! canım önemli değil artık. ama ya bunlar? ne dediysem, ona koştular..."
zamanın akmadığını, daha doğrusu pelteleştiğini sanıyor. izafiyet! göreceli zaman işte!..
Çavuşun umutsuzluğu:
"Arkada çıkış yeri yok evin komutanım!"
"Ocak bacası da mı yok?"
"Hayır. Baktım komutanım."
Tek katlı, eski tip ev oysa...
O ne o? Bir uçak sesi var. Geniş bir yay çizip alçalıyor galiba. Hangi tarafın ki?
"Çavuş!"
"Emret komutanım!"
"Uçağı gördün mü?"
"Gördük komutanım!"
Evde ne kadar terk edilmiş yastık, çuval, masa varsa, yığmışlar kapının eşiğine. Erler oradan ateş ediyolar karşı evlere... Eşikten bakıp çabucak pencere yanına döndü yüzbaşı. Şimdi gözler uçakta.
"Bu bizimki galiba!"
Caddeye iyice süzüldü. Ve eliyle koymuş gibi... birer birer... ateş yuvalarını bombaladı, geçti... peş peşe, büyük patlamalar ve kesilen otomatik sesleri... bina kalıpları, apartman balkonları devrilirken, bir insan da caddeye fırlatıldı yuvadan.
Uçak, ikinci dönüşte açı değiştirdi ve yine eliyle koymuş gibi, çapraz sırayı teker teker bombaladı. evler, yalnızca silah yuvası olan evler, birer birer, toz bulutu içinde, karton parçaları gibi, kalıp kalıp çöktüler. iki dakika içinde, boydan boya koca cadde susturulmuştu. geçip gitti uçak!..
"Hayret! Olamaz! bir jet uçağı... o hızla... hızı azalsa bile yapamaz bunu! silah yuvası olmayan hiçbir ev yıkılmamış! neresi yuva, orası yıkılmış sadece. nasıl bildi pilot silahlı evleri? nasıl ev ev atladı zarar vermeden? çatılarda işaret mi var? imkansız bu! havadan imkansız!"
Dışarıya çıktıklarında bir daha baktılar evlere. Yıkılan binalardakiler, görünmüyorlar, gömülmüşler belki.
Hızla süzülen bir uçak... bir caddeyi silahtan arındırmak istese... bütün caddede taş taş üstünde bırakmaması gerekmez mi? ve o arada belki de kendilerini de?
savaşan birlikler zamanla türkiye'ye çekildi parça parça. izinler, dinlenmeler, özlemler, yaraları sarmalar... yüzbaşı sedat, güney hava liman ve üslerini umutla dolaştıktan sonra eskişehir'e uğradı bir gün. "Ben, piyade yüzbaşı sedat göl, komutanla görüşmek istiyorum!"
"Buyrun yüzbaşım!"
"Kıbrıs'tan geliyorum. temmuz çıkartmasındaydım. bir pilot, on üç canı kurtardı en sıkışık yerde. bu bir mucizeydi. adını bile öğrenemediğim bu pilota, teşekkür borcum var... geliş saatini, gününü, yerini kaydettim. yardım edilirse, bu pilotla tanışabilirim."
"kıbrıs'a bir çok üsten uçak kalktı yüzbaşı! hepsi de verilen görevleri hakkıyla başarıp döndü. özel olarak birini bulmaya gerek yok artık. yapılanlar, vazife icabıdır."
Her yerde verilen cevaplardan... yüzbaşı direndi:
"evet efendim, ama... ben yine de o bir tanesini mutlaka bulmalıyım! lütfedip yardımcı olsanız... bende borçtur bu... başka yerlerde bulamadım."
"Hangi üsten kalktığını da bilmiyorsunuz."
"Maalesef bilmiyorum! Sadece yerden gözledim onu. Yanılmıyorsam bir F-... idi.
"Emirler, genelkurmay'dan geliyordu yüzbaşım. onlar planlayıp emir veriyorlardı üslere. siz ancak oradan araştırabilirsiniz!"
"ama bu üsten kalkmışsa, uçuş emri kayıtlıdır."
"bak yüzbaşı... ortalık daha yatışmış değil! böyle bir zamanda, kırılma ama... böyle bir sırrı bizden alamazsınız. zaten bizden kalktığı da belli değil.
"anlıyorum efendim."
"sen... dediğim gibi, dilersen ankara'dan araştır."
"haftalardır, aylardır beynime çakılmış bu iş. bulacağım eninde sonunda. ona, on üç can borcum var .nasıl başardı bu işi? evlerin damları işaretli değil ki, bunda silah yuvası var, bunda yok, bilesin! ben, yardım da istemiş değilim. zaten böyle bir bağlantı da söz konusu değil. nasıl bilinir de bir ev atlanır, öteki bombalanır? el, bunu nasıl ayarlar hiç atlamadan, şaşmadan? bu nasıl bir pilot? emri kim vermiş?"
elindeki ipucu, giderek onu bir pilot üsteğmenle karşılaştırdı bir akşam; merakın, sorumluluğun, azmin sonunda... buluşmaya giderken, yüzlerce soru vardı kafasında.
ilk karşılaşış! hayret! sıradan, başkaları gibi bir insan. neresinde ne var bu yüzün? bu duruşun, bu kafanın içinin? nasıl bir fark? bu olağanüstü olayı yaratanın, olağanüstülüğü neresinde? kibarca karşılıyor yüzbaşıyı.
"beni aramışsınız yüzbaşım!"
"evet üsteğmenim evet! ben piyade yüzbaşı sedal göl. kıbrıs'tan dönenlerdenim!"
"Memnun oldum efendim! üsteğmen şencan güner!"
tokalaştılar.
gözlerine baktı içtenlikle üsteğmenin:
"sana, tam on üç can borcum var üsteğmen. tam on üç! oraya gelişinde, senin oraya uçuşunda oldu bu iş. teşekkür ederim. hem... mahsuru yoksa, seni öpmek istiyorum ben."
duygulandı şencan. sarıldılar. ikisi de sivil giyinik. orduevinin bir odasındalar.
"sözün neresinden başlasam, bilemiyorum... şimdi iyi dinle bak: soruşturdum, araştırdım, buldum seni. tarih, gün, saat, yer hepsi yanımda. işte şu... evet, şu kağıtta. bak!"
üsteğmen uzatılan kağıda baktı. gülümsedi. ağzını oynattı anlamsızca:
"Evet kuzey... son sefer!.. siz oradaydınız demek?"
"Peki, tamam. dinle öyleyse şimdi merakımı. ben pilot değilim ama birazcık olsun şu aerodinamiği, şu sizin uçakların hızlarını ve gücünü bilirim. şimdi soruyorum sana. bir, nereden bilebildin, birkaç katlı evlerde gizli olan, havadan görünmemesi gereken silah yuvalarını? iki, nasıl öyle kısa aralıklarla ve tam isabetle, hem de ev ev atlayarak bombalamayı nasıl başarabildin?"
"beni size... gerçeği anlatsam..."
"evet, kurtulurum meraktan!"
"amma, gerçeği anlatsam, belki de bana deli dersiniz! belki de uydurdu dersiniz. ne bileyim! bir sivil arkadaşıma dayanamayıp anlattım, o da inanmadı!"
"ben inanırım şencan kardeşim! çünkü, o olağanüstü olayı gözlerimle gördüm bir delikten. on iki erle bir eve sığınmıştık ve kurtuluşumuz imkansızdı o gün... şimdi sana teşekkür ederken, o on iki çocuğun da yerindeyim, bilesin!" biraz rahatladı içi şencan'ın.
"Ben de teşekkür ederim! anlatayım dilerseniz."
derin bir soluk aldı üsteğmen. sesi de değişik çıktı:
"diyarbakır üssündeydim. emir alınca, kuşandım, uçağıma atladım. tam havalanacakken, uçağımın yanına bir ihtiyar geldi. ak sakallı bir ihtiyardı. sivil... selam verdi: 'ne yanayolculuk evladım böyle?' Kıbrıs'a baba, dedim. 'Beni de götürür müsün oğul?' dedi. peki, dedim. aldım ve havalandım. kısa kısa bir iki şey konuştuk aramızda. bilirsiniz yüzbaşım, bizim uçaklar için mesafeler çabuk tükenir... her şey normal. uçağım saat gibi. tık tık. hava berrak. hem de her zamankinden daha berrak...
akdeniz'i geçerken, baba şöyle dedi bana: 'oğlum, şimdi oraya varınca, ben ne dersem, sen öyle yap! ben nerede düğmeye bas dersem, se hemen bas
, oğlum. unutma!' peki baba, dedim. beşparmak dağlarını geçtik. toroslar gibi... evet, emre uygun olarak şehre yanaştım. baba, konuştu yine: 'oğul, şöyle bir yay çiz ve alçal!' parmağı ile de işaret veriyordu. dediğini yaptım. "oldu" dedi. şehrin kuzeybatısı... uçağın burnu doğrulunca, kesik kesik, parmakla da işaret vererek "bas,bas" demeye başladı baba. ben de sektirmeden, çarçabuk dediğini yapıyordum. sonra, "bir tur daha at aynı yere oğul?" dedi. dediğini yine yaptım. "biraz sağa kay!" dedi. ardından da yine parmakla işaret... "bas,bas,bas" dedikçe, bombaladım aşağıyı düşünmeden.
görev tamamlanınca, rahat, ama biraz dalgın olarak üsse döndüm. uçağımı piste indirdim ve bir derin soluk aldım. işte yüzbaşım, o zaman her şeyi yeniden düşünmeye, yeniden kavramaya başladım. dank diye uykudan uyandım sanki... içimden hızla geçirdim olanları. yahu nasıl olur? önce uçak tek kişilik, baba nereye oturur? yanıma kaydı gözüm. hiç kimse yok yüzbaşım! ihtiyar falan yok çevremde! şoke olmuşum yerimde. düşünmeye koyuldum uçaktan çıkmadan: havaüssünde, hem de böyle alarmda, sivil bir ihtiyarın işi ne? uçağın yanına kadar nasıl yaklaştı? peki, nasıl anlıyordu bu bombalama işinden? peki, nereye bindi? peki ben nasıl tehlikeyi göze alarak bir sivili savaş zamanı uçağa aldım? peki şimdi nerede? ya nasıl oldu da onun emrine girdim öyle de, dediklerini harfi harfine uyguladım? şimdi yüzbaşım, sizden de her atışın işe yaradığını öğreniyorum. gerçi kayıtlarda da var sonuçlar ama, sizin görüş ve anlatışınız, daha da sağlam bir görev başarıldığını doğruluyor. olan, bu yüzbaşım! tutup da, bunu, mesela doktora anlatsam, "uçuş pisikozu" der çıkar içinden. şimdi, ben sorayım size: anlatamadığım, aydınlanmasını istediğiniz bir yer var mı?"
ilk kez böyle bir şey dinleyen sedat, donmuştu sanki. uykudan uyanır gibi kımıldadı:
"olağanüstü bir şey gerçekten! şaşılası şey! madem sor dedin, sorayım yeni merakımı: uçaktayken, neden sormadın o yaşlı adama, sen kimsin, niçin bindin yanıma, niçin gidiyorsun falan?"
gülümsedi heyecanla şencan:
"ben, olayı kısaca anlattım size. zaten demin belirttiğim, hani diyarbakır üssüne döndüğümde, kendi kendime sorduklarım vardı ya, zihnim açıldığı için düşünüp sorabilmiştim. oysa o yaşlı baba yanıma geldiğinden itibaren zihnim, gücüm, nasıl anlatayım, idrakım tutulmuştu sanki... uçaktayken, havadayken yani, asla kafam çalışmadı. çalışmadı derken, nasıl anlatayımç uçağımı falan rahat kullandım. ancak, asla aklıma gelmedi baba ile ilgili tek soru... üstelik, sanki uykudaymışım, rüyadaymışım gibi, her şey, kendilinden oluyordu bensiz. hem de ben ile... nasıl anlatayım, kelimelere sığmaz! havadayken, hedefteyken, neler yaptığımı, havanın berraklığından tutun da, atışlara varıncaya kadar olan her şeyi, rüyadan sonra kavrayıp tazeleyebildim yüzbaşım!..."
türkiye'nin abd'ye ilk baş kaldırışıdır. olay karşısında abd dumur olmuş, acısını ekenomik ambargoyla fitil fitil burnumuzdan getirmiştir. varsın olsun ne yapalım. şu an kıbrısın en güzel yerleri bizim.