yaşadıkça soyuluyor yüzüm kendi suretinden
aynalarda bir boyama kitabı oluyorum
unutmak mümkün mü onu: o,
gençliğimi yatağa düşüren tehlikeli difteri
güzelliği : ebruli hüznüm / bir iğfalin seyir defteri!
- sizi, demiştim, bir ayrılıktan hatırlasam,
gitgide soğuyan karanlığı ifade eden bir sesten..
- olmaz, demişti, hüznüm izin vermez!
- ama, demiştim, yalnızlığınız sanki bir kuğunun
kanatlarının kopartıldığı rüzgarlarla şekillenmiş..
- bilmem, demişti, belki kokum öyle istemiş!
uykusuzluktan acımasızlığa geçerken yükselen bir koku bu
huzursuzluktan ayaklanmaya geçerken yükselen bir koku
sarıverirken vücudumu bir yeraltı zenginliği
kalbimde bulunurken petrol
hatıralar bile çekingen, hatıralar bile mahcup!
sol yanımda oğlum ölüm
sağ yanımda kızım intihar
hatıralar bile küs, hatıralar bile meçhul!
-sizi, demiştim, son bir kez öpsem bari nadir köşelerinizden..
uzaklaşırken,bir sümüklü böceğin bıraktığı iz gibi parçalanan kalbim,
-imkansız, demişti, aşk kabul etmez!
evet!
yaşadıkça soyuluyor artık yüzüm kendi suretinden
aynalarda hiç beklenilmeyen bir soğuk hava dalgası
oluyorum/ ellerim için ölüm henüz çok erken!
Açıp baktım o mezara, yaradan kabuğunu
sıyırır gibi; gözleri: katılaşmış cerahat, çö-
zülüp eridi ilk sunuşumda daha; takip edilmiş
kemiklerde kırılmış bir ağzın trafik kazası,
tutup eteğinden fırtınanın, homurdanarak sa-
raydan kaçan.
Buzunllardan beri kapanmadı onun uçurumu,
örtsem de üzerini kavlarla, bıraktıklarında o
artık derileri yatağa, nehrin dönüp dolaşıp
kendi kaynağına kavuştuğu yere, balıkların tek
sıra karaya çıktıkları anda.
Ah kimya ah kimya. nasıl zor ayrılırsa
oksijen hidrojenden suda, ya da, nasıl imkan-
sızsa alüminyumun birleşmesi kobaltla; hatır-
la beni sen ey ölümlü nympha! tutup eteğinden
bir içakıntının, homurdanarak denizlerden ka-
çan.
Randevusuna gelmeyen eş
nuhun gemisindeki.
mülayim tayfuna peşkeş
çeken, ruhuma girişteki
mıknatıslı seki; ay oyalar
çocuklar ev kozalarında büyürken,
kavrulur günbatımına doğru
çapkın kadınların günahkar kasıkları,
bir şeytan çıkartma ayinidir kasıkları,
ki: el uzanır, ruh bulanır
suspus ormanların en çetrefil
en mukaddes
en itinalı
en muazzam
en kanlı yanışlarında,
uykuya giren şehirli çocuk yılanın tuttuğu
niyet gibi, masumiyetinden gü toplayan bir rüyada
en tehlikeli
en ahlaksız
en muazzam
en kanlı rüyada
yokluk ile varlık arasındaki şahane boşluğa doğru!
belki de yılan yalnızca
ayağa kalkıp suçu üstüne alamadığı için suçlu!
de gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim
istanbul darmadağın olacak, saçlarım
darmadağın. Hepsi, darmadağın!
üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,
ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
hem de çelikten toprağını dele dele hayatin!
de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir
sevgi, bitmiştir güven!
güven bana gülüm!
sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm!
göreceksin gülüm! Bekle!
hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere
hainlere, ezilmelere alışacak..
göreceksin-sevinçten ağlayacaksın gülüm-ki
iste o vakit bana-doğrudur!-
sair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!
bak! şiirler var, mektuplar var, çocuklar var,
sokaklar var, kediler!
inan bana gülüm, ölüm yok bir tek! ölüm yok bize!
ölüm inananlar için sessizce
kara kaplı kitaplardan çıkartılacak..
göreceksin gülüm! Bekle! Göreceksin!
artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz
bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak!
ipe sapa gelmez dudak yalnızlıklarının
olgun çatlakları! :
sarmal yılan cehenneminin zührevi suikastleri
kadar mı yaklaşılabilir bir kından bir kına
akan su bıçağın ışıltısına sarılan ve kavmi sarsan
haykırışsız fırtına
tırmalarken fısıltıları.
dumanı kirleten tenin sarsak çırpınışlarında
taranırken dağlara sığınan son korkunç saçlar,
bir sesleniş olur avuç derisinden kafasını uzatan
mermer sansar..
bilemezsiniz
bilemezsiniz
biriktirilmiş kabuslardaki yangı ambarlarını;
bir devrin dünyayı ayaklandıran dağınık gözlü atları
uğultular içersinde gittiler kendi solgunluklarına..
oradaydım
ayağa kalksam ihtilal olurdu
ve kurumuş bir gül gibi parçalanırdı gece
bilinçaltlarına dayadığım kırık omuzlarımda..
susmayın
susmayın ipe sapa gelmez dudak yalnızlıklarının
olgun çatlakları! :
hiçbir kuş, hiçbir kuşa adres sormaz
hiçbir kuş, hiçbir kuşa adres sormamalı!
greenwich'te saat yok: gölge bir çiy
tanesi gibi düşüyor boğulduğum suya
bakıyorsunuz yorulmuş sokak köpekleri
gibi nefes nefese gözlerinizden tanış
tığım ilk meridyen mühendisi kendisi
bir katalogta yanyana basılı durdu
ğumuz bir zamanlar eski bir pul arkada
şımdır söylüyorum
dumanın altında kalanların malafatı
kalkmış yürümüş bilgeye öğretiyor
artık geri gelmeyeceğini sabaha
doğru örtülüyor üstümüz bil
inmeyen bir elce; bir veda
tarifi olmasın sakın intihar da
da bulundum bir süre sessiz diyorum sen
inle diz çöküyoruz ölü bir çocuğun önünde
sen ciklet çiğniyorsun ben esrar içiyorum
greenwich'te saat yok: green sleeves
i çalıyor unutulmuş bir cazband söylüyorum
arkadaşımdır söylüyorum inatla sen anla
anlamlı temasın kükrediği ırmağın
boyunda vurulan prens erkeği.
oyun biter ve yırtılır kapanırken perde
yılanın gözlerinde iguana boncukları ve anı
yaz odalarında kafeslendiğim çarşaflar
bir mor kuşağın boşalıp inci belden
usulca yuvarlandığı paslı zümrüt ant
acıların hiç tükenmeyen cin çağrıları
mimozaların yanından geçti hayat
kırık sokakta kan bandoları
ve birinin yatağından diğerinin yatağına
atılan yaralının aşk tutanakları
'beni sevmene asla izin vermeyeceğim'
diye yazmıştın kapımdaki not defterime
kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım
içerde olmadığımı bile bile
gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte
uzun, büyük, parlak
siyah ve vahşi!
parçalayacak kadar siyah
ve onarabilecek kadar vahşi!
sanki
aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu
ama hep parçalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi!
gövde'nin tarihi'nde yan yana dururdu yalnızlıklarımız
plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık
kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken
birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri aşık!
ellerin saklamaya çabaladığı o şehir gecesi
başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık
giderken citroen: dudaklarını döven neon gazı
dudaklarındaki kazı tozu, 'ölelim mi? ' demiştin
bak şimdi tam sırası!
dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben
müşterisiz
mütemadiyen ağlamaklı
için için eğlenceli
temiz...
çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı
bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben
bir tahta masa, iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz!
mesela
yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca
ve sağ kulağındaki yabanıl bitki örtüsü
biz birbirimizin çatalı, bıçağı
biz birbirimizin incecik hırsızı, gönül süsü
ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda!
sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe
sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan
merdivenlere yığılıp ölen son şehzade
son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini
son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe!
dağlar, dersini verir acının kuşkusuz
aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta
yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil!
gecenin koynuna ihanet, bir orospu gibi sokulmakta!
Işıktan ışığa geçen o tenha yolda
o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada
seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada
o hırçın, o fazla erkek, fazla kadın noktada
tanımadığım
tanımaya kalkışmadığım
izahı zor, kavranması imkansız bir hastalık gibi
ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı
şaha kaldırdığı boşluklarda!
iz sürmedim
ad sormadım
dönüp bakmadım ardıma!
hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla
o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde
kendi kendimizi
mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!
'beni sevmene asla izin vermeyeceğim'
diye yazmıştın kapımdaki not defterine
ben de eklemiştim altına:
'aşkı dövmek lazım
kalbe terbiyesizlik ettiğinde! ..'
hacivat adamlar zülfikar kemiğiyle lades tutuşurdu
denize kusarlardı; yosun tutuşur, karides tutuşurdu
elele tutuşurduk, kimse susmazdı, susmak olmazdı
istanbul'da bir asit şişesi kırılırdı
bir çocuk kapıyı açıp laciverde girerdi
dudaklarından öperdim, başım derde girerdi
ve bir ayna şarkı söylemeye başlardı olduğu yerde
örneğin sarıyer'de: Bir börekçi aniden küçümsenirdi
çay bardaklarıyla asya'nın en eski haritası çizilirdi
seni düşlerdik tüm belleğimizle
acı çizilirdi, et çizilirdi, kafatası çizilirdi!
bir vapura binerdik, yüzümüz üstümüz limon ağacı
her iskele biraz daha uzak, her aşk biraz daha latince
iki parmak daktilo yazar gibi kopuk kopuk
iki sözcükle gözlerine yazardım kendimi
acemice!
ve bayram harçlıklarımı, açlıklarımı düşürmüş olurdum böylece!
sen ise
gençliğini, hep çocukluğunu düşürmüşsün
diyelim gece, diyelim alelacele yalnızsın
diyelim ki oturup beni düşünmüşsün
ağlamışsın gride biraz siyah, biraz beyaz arar gibi
yeşilde mavi yok oysa, sarı hiç yok!
beni düşünmüşsün saçlarını akordeonlarla tarar gibi
küçücük bir kız gibi
küçücük bir delikanlı gibi
küçük bir yaradaki büyük bir kabuk gibi
büyük bir yaradaki küçük bir kabuk gibi
kanar gibi, kanatır gibi, birlikte kanar gibi beni düşünmüşsün!
ecel olur gelirim sana artık adressiz bir zarf gibi
zarfı yalayıp kapatırken dudaklarımı kağıtla keser gibi
çünkü ben orda celladım, biraz katil
seri haldeyim sana, paralel haldeyim
bütün suçlar üstüme yıkıldı, hataların altında kaldım
hayatım hayatına düşüp patlamayan
hayali bir bomba gibi!
yalnayak alkol kamplarında
hayatımız bir komplikasyon
bir o adada bir bu adada karaya vurdu yüzün
ah bir gözü dönmüş hüzün
gibi üzerime sıç'rayan okyanus yunusları
bir dalıp çıkmaları acı karşılaşmalar
gibi sularında köpük köpek ömrümüzün
ben buruşuk ipek mendil kaldım
bileklerimin iç kısmını öpemez kimseler
tuttu sürükledi beni ibne ince sülün bir maytap
matrak bir tanrıyla salaş bir kulun şakalaşması
gibi siktiri boktan ayrılıklar.
onlar bir duble rakı daha söylediler
onlar bir duble rakı daha anlatılar
bir elimi götürüp saçlarına taktım ben senin
bir elimi götürüp siyah eldivenlere astım
dudaklarına hafif deydirdiğin ben mendil kaldım
ter içinde uyandım ben sana
topuklarım göğsünde tıknaz güllere bükülmüş
dirseklerim senden uzanıyor sarsılıyor boşlukta
bir uçaklar düşüyor seviştiğimiz yatağa
bir uçaklar havalanıyor sen savruldukça yatakta
sonra kalkıp iniyoruz merdivenlerden
topluyoruz çözülen hislerimizi
son anda
geçen günlerin hatırına bir erguvan iniltisi
Olağanüstü bir kandili üfler gibi yarım bırakılmış bir semanın altında, hızlanan, hep hızlanan acılarla koruduk çoğunluğa gömülü çocuk mezarlıklarını. Oysa biz de oradaydık, kefenini dev bir mendile dönüştürüğ gözyaşlarını silen ejderhalar arasında: Çok sigara içiyorduk acılı. Çok içki içiyorduk bağışıklık sistemine baka baka. Bütün sinemaları kapatmıştık ölüm gelir bir film seyreder diye. Gördün mü, ne yükselmeyi becerebildik sanal sanal ne de toprağa girdik kök olmak, elmas olmak, petrol olmak için.
Arada kaldık: 'Gökyüzüyle yeryüzü arasına sıkışmış, kendisine bile sahte bir böcek tadında.'
Zarif delilik ağaçların yapraklarını döküp döküp meyve verdiğini sanmasında kaldı. Hayalde kaldı. insandık. Ot bile olamadık aslında.
ay: Tanrının karanlığa fısıldaması.
Fakat hangi ses o, beni şeffaf
mefhumlarda dillerden dillere
lisanlardan lisanlara
bir
zarif tanrıçanın ihaneti gibi
dolaştırabilecek ehemmiyeti taşıyor ki
bariz cehenneminde.
Tarifi imkansız, bedenin.
Kahraman olan kalbimiz.
Yeneceğimiz tek düşman
suretteki kendimiziz.
hiç kimse civar diye adlandırılmamalı
çünkü aşktan beter başka bir şey yok bu dünyada!
yavaşça içi boşalan hayvanın
gözlerinin özlenen küfe dönüştüğü,
silikon dirsekleri mercana dayalı kadından
şatolara yitik 1 dul kanın cinayeti
çivi kentin demirden binalarında
bıçaktaki spermi yedi amadeus ve porsuk
ve sokaktan süvari general ilmühali
geçerken omuzlarında organik apoletler
aynaya ucukesik parmakla yazmıştı adını 2 cin
mor merdivenin ta başından fi sonuna
upuzun, karımtrak 3 martı tüyü, altmış dokuz hadisesi,
dalgalanıyordu o saralı çürükasker çocuğun
yaşlı kabaetlerinde
ayna manya alamanya bayrağı dövmesi
sarmal karanlığın kasıklardan
aralık bir caz makamına kayması,
tuzun içinde rakı
buzun yolunda kuyruklu 4 piyano
gibi sokuluyordu yüzüme porselen dudakları
şimdi limanda ve istasyonda
ve terminalde ve 'çıplak şose'de
secdeye varmakta alyans tırtılı,
-kim vardı orada, diyorsun
-avuçlarım kanıyor, diyorum
kerhanede bıçaklanan 5 safkan dönmeyle
arandaki ipekten g, öbekkordonuna
konmakta zemheri böcekleri
kanunla neyin içten teğetinde
dolanmakta bir lir maralı, ah şiş,
inşaat iskelesinde kendini asmış 6
kağıttan yelkenlide
çocukluğumun konvansiyonel aşk resitalleri
(ne kadar küçük mavinin gözleri
ne kadar kısa mavinin kirpikleri
ne ele gelmez bir menem hatıra şu
siyanür gömütü sürgün süitleri)
manzaralardan arta kalan bir arena bu
7 yerde kılıç içinde bir boğa burcu,
tahtının arkasına gizlenen bir defn-i hilal
taçta gotiğin yılanları, hepsi yarım çapulcu
otelin mimarının vücudunun
bir yanı gençmiş bir yanı mumya
lala, sütunların gerisinde öldü
köprücük kemiklerinin boşluklarında
8 siyah lavanta fırkateyni!