Gemi
çatlamış bir alın kemiği
gibi duruyor limanda gri gemi,
yağmur, hüviyetini kaybetmiş potansiyel suçlu
rüzgarın kimsesi yok tabiattan başka
zanlıyım, kendimce haklıyım, bu kış ellerime
eksi sonsuz uçlu
upuzun kapalı müzelerin
hep bir çığlıkla hareketlenecek heykellerinin
mermer bronz karışımı
soğuk beyaz karışımı
aldatıcı, gözbebeksiz bakışları bulaştı, evet, harika,
sis çoktan ulaştı denizin sinirlerini bozan
geç dalgasının korku tabirlerine,
baudelaire aldım yanıma okurum diye
felsefe ağaç olsaydı hangi meyveyi verirdi ve
onu anlarım belki, onunla avunurum, hevesiyle;
şimdilik
gecenin esrara
sevgilinin ihanete aç teşekkül mertebesinde
belki gemide, belki sessizliğin güvertesinde
bir takım adamlar gülüşüyor
bir takım adamlar yalan yanlış örgütleniyor
halka ait bir manayı hayasızca aralarında bölüşüyor
hayır, yere düşmüş yalnız bir biletin önünde;
aslında tedirgin ve sıkılganlar
aslında cahil ve saldırganlar
herkes kadar bir gemiye binip gitmekle
şiddetin kendisiyle uzlaşmakla
uzaklaşmakla
uzaklaşmanın hayat paydasıyla çatışmaktalar
evet,
çocukken aynı sınavda çözemedikleri tek soruyla
o tek sorunun cevabıyla boğuşmaktaklar: onca
ağırlığına rağmen neden batmaz bir gemi
her gemi batmak için son bir yolcu mu bekler
son yolcunun darmadağın beyni, kalbi mi
indirecektir şalteri; gemi
öyle mi çekilecektir içeri, hayır, örneğin, gerisin geri,
toprağın da olsa kaldırma kuvveti
öyle kolay gömülemezdi hiçbir ölü, hiçbir hüzün neferi;
toprak
iterdi, tutardı, çırpınırdı
istemezdi gövdesine bir şeyin ansızın girmesini;
gemi
çatlamış bir alın kemiği
gibi duruyor limanda gri;
toprak da duruyor
zaman da, adamlar da. önemli bir aşk şahaseri
edasıyla çözülüyorum iskeletimden
etlerimle uçuşuyoruz yapışmak üzere
bir başka iskeletten ufka açılan
yeni
varoluştan oluşmuş hallerden hallere seviyeli;
belki de çok oldu gemi limandan ayrılalı ve gideli;
başlamış bir yolculuğun arkasından karada yazılan seyir defteri
tarih mi demeli buna, günce mi daha doğru, bellek mi,
hoş, ben ellerimi hep yıpranmış çımalara benzetirim
parmaklarım salkım salkım çımadan sarkar sarkar sarkar
kaç gemiyi bağlamak için limana fırlatılmış ellerim
çımacılar mı hain, eldivenler mi kaygan, deneyler mi uğultulu,
ufukta kaybolmaya yüz tutmuş bu büyük yüzen sedyeye
kimi zaman mabet de demeli, nazar da demeli, büyü de demeli
çatlamış bir alın kemiği
gibi kafatasında beyne doğru ilerliyor gemi;
ya çok bildik aynı bir sima var dümende, kazan dairesinde, radarda
ya da
kıyıdayız, hayallar kurarken ölüme dair, erdeme dair; anlıyoruz:
terk edildik,
diğerlerini kurtarırken telaşla o,
tufanda biz geride bırakılanlar, anlıyoruz,
ey devlet, beni de ötekileştir!
çünkü ötelenen, merkeze göre menzile daha yakındır.
ey devlet, beni de başkalaştır!
çünkü başkalaşan, sana benzemeyi bırakmıştır.
ey devlet, beni de yabancılaştır!
çünkü yabancılaşan, neden sevilmediğini anlayacak kadar düşünmeye başlamıştır.
ey devlet, beni de farklılaştır!
çünkü farklılaşan, rasyonel evrimin yolcusudur.
ey devlet, beni de dışla!
çünkü dışlanan, içerden çıkmış ve yeni şeylerle karşılaşmanın heyecanına kapılmıştır.
...
ey devlet, beni de 'ucube' say!
çünkü ucubeleştirilen, hep hareket halindedir.
köpürmüş ağzıyla gece
çatallanmış körpe sesiyle gece
indi inecek
indi inecek şimdi surlara ve zalim kalbim gerçeğe!
damarlarım da kanasın
damarlarım da karışsın taşıdığı kana ve kanlı aynaya,
canlı cinlere cansız peri kanadı takacaksın
eyleme, portakal kabuklarına ve kanlı aynaya baka baka!
duvar diplerine biriken toz gibi
ömür kırıntıları birikmiş asaletine!
giden trendesin, gelen trendesin veremli, tifolu, aids'li
kah cellatsın urganı gözyaşlarınla yağlayan
kah şarampolsün
aşkların sevgililere kapalı gizli görüşmelerinde,
buhardasın, kalıptasın, çatlasın kafatasın!
dağılsın artık, güzellikler içre itinalı sözüm
dışarda istanbul var kalbim!
orada sen, en incelikli ölüsün!
'bize gönderilmeleri yetecekti'
- onu burada bulmamaya çalış; şal
liköründe
üstüme giydiğindi.
ve genç erkekti haçı getiren
tanımadıkları ama örtündükleri,
haçlı yaşlı kadın da götürecek
bir elinde bir tepsi örümcek
bir elinde bir tepsi örümcek
heykelde rol alan bir ağaç
gibi havada asılı durur sarkaç!
kalp ile mermerin mesafesi daralmış
kusur, hükme mühim bir mühür
ölüm, aşka dair ihtiyaç!
hayatta bir yer edinmek lazım
eğer, ıstıraba doğru esiyorsa sahte
hüzünlerden kalkan zahiri kainat!
ah bu simsiyah sirayetin saldırısına
dur demek lazım tabip! dur demek lazım
etteki meleğe, kayıptaki tedavüle!
çünkü,
laf, keder israfı
veda, insana dair ihtiyaç!
kanda biriktim!
kanda soğudum!
artık cehenneme el lezım
artık cehenneme el lazım tabip!
çünkü
ateş, söndüğü geceye mahsus
ruh, maddede bir yantesir
ihanet, korkunç sevdalara mahlas
bir savaş diye başladığın bu aşktan
muzaffer çıktın yalnızlığa.
yine mandalina koklamak
yine sevdalarda
yeni görevler almayı beklemek düştü bana.
ihanet,rütbesini yükseltmez insanın
sırtını daha kolay döner sadece
sevgililerinin intiharlarına.
demek terkettin beni_
aferin.al sana seyyah bir manolya.
k.i̇skender
i̇stediğin gibi yaptım;artık kalbim yok!
artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine,atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
i̇stediğin gibi yaptım;artık kalbim yok!
küçük bir velede verdim onu,oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse
i̇stediğin gibi yaptım;artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
unutamadığım renk kalır aklımda
camdan her baktığımda düşen kuş
baktığım yerin yanmasında bir sır
gibi gizleniyor çocukluğum yüzünde
ben: sudan molekül çalmaya çalışan
yüksek bir yerden
geçiyor otomobiller: siyah oluyor mor
valelere sürtünüyor tenim
gözlerimin izdüşümü bu çığlıklı sonbahar
bakıyor bakıyor, bakıyor hiddet ve world
bir boş vaktimizde sevişelim diyor
bir vidaya saplanırcasına bir tornavida
saplanıyor babyface'im kasıklarına
gömülüyor dudaklarım organının ağı'na
geçiyorum katedrallerden köprülerden
merdivenlerde bakıyor eldivenlerine *
küçücük bir erkekhanımefendi: hüznüm
blues çalıyor.mor oluyor siyah
bir şahmeran büyüyor makatımda
ne biçim dansediyoruz
bir profesörün elleri kanıyor
bakıyorum ama görmüyorum artık seni
bakıyorum ama görmüyorum artık
nerdesin, nerde olursan oraya geleceğim
öpeceğim izin verdiğin en gizli yerinden
en mesut yerinden içeri gireceğim
avuçlarımda sokakların tozu ve iksiri
ilk sirki bir de dünyanın, ve dünyanın bütün hacmi
kurcalarken en müstesna hislerimi
sarılıp belinden çekeceğim seni kendime
sarılıp belinden çekeceğim kendimi sana
bakacağım en kurnaz bakışlarımla ağzına
ağzın ilaçla uyutulmuş bir saf külkedisi
gibi yığılacak ağzımın yumuşacık gölyatağına
bitmeseydi, bitmeseydi bu öykücük
şimdi tanıştığım her yeni sözcük
hatırlatmasaydı bana o yağmuru
o yağmurun altında bıçakladığım öcüye
nasıl yazık olmuş
ne olmuşsa olmuş diye söylenerekten
uzaklaşan vapurları düşün
güvertelerinde bateri çalan yaramaz yalnızlık
dışarda başka şeyler var
içersi çok rutubetli bir yanlışlığı barındırır
alkol yetiştiriyorum hatıralarımda
baktığım yerin yanmasında bir sır
gibi gizleniyor hasretim resminde
ben: külden gelecek yapan heykeltıraş
bir martıdan kırlangıç sıyıran,
biliyorsun,
bazı bamanlarda dışarda başka şeyler vardır
n'olur
içersi sürekli çok rutubetli bir yanlışlığı barındırır
bu ne tehlikeli mürebbiye: bakınca ezberle
yeceğim bir hadis gibi yaz
geçecekti sonbahara doğru süratli bir otomobil;
ah tabii o şimdi ölmüş
görünen çocuğun bir rehbere anlattığı son
aşk nedir biliyor musun seni üçüncü tekil şahıs
sayan seferde askerin sol üst cebindeki resim
de arkalarda durup başını öne eğen ilk adam;
büyük bir gülümsemeyle geçecekti yaz
dığım bir hikayenin bütün kahramaları
kutsal bir viyolonselden porteye doğru
geçecekti sonbahara süratli bir otomobil
içersinde sarı saçlı iblis ve herhangi bir tanrı
ya inanmak mıydı çıplak modelin apışına yağan
kar, teni tutan boran, ağzı kitleyen zemheri;
istikrarlı bir çekiliş yaşıyorduk sevişme
lerimizde memelerimiz vardı büzüşüp utanan
ların önünde hatim indirdim dudaklarımı
dudaklarınıza matem tülü üstünden
yazdı
yalnızca iki el ateş edeceksin
çünkü aşk, israf değil!
içinde gizlenen siyah beyaz hayvan
haplanmış gözlerine çöken terk-i diyar
kalbinin çıkışındaki esrarlı sudan sebep
ve tetikteki on birinci parmak
bir kancalı kurdun yorgun kayalıklara oturup
aşağılardaki kalın ve büyük bağırsakları seyrettiği
gecenin tamamlanışında senin cesaretinle
senin yüzünü bir cerrah ustalığıyla değiştiren
o yüce kinle, o masum şiddetle
yeniden
hep hep yeniden tanımlanacak!
bir başka deyişle sen olan karşındaki cesedin
iri ve patlak göğüslerine gömülü dişlerinin arasından
kendi sahte varoluşunun
kendi kanlı spermlerinin
zamklı suretlerine doğru sürükleneceksin sersefil!
korkma!
yalnızca iki el ateş edeceksin
çünkü intihar, menzil değil!
ilk kurşunu alnına sıkacağım. ikincisini karnına; sonraki kurşunlar sırasıyla omuzlarına: böylece ıstavroz çıkararak öleceksin. ne mutlu sana! bana bir kadeh şampanya ısmarlamak için ne bekliyorsun? !
ipi boynuna kravat şeklinde bağlayacağım. asılırken kibar ve efendi görüneceksin. ne mutlu sana! her yanım tereyağı içinde, bana biraz havyar sürmek için ne bekliyorsun? !
sana saplayacağım bıçakla tanışmanızı istiyorum; çok eski dostumdur. birlikte çok iş başardık, çok badireler atlattık. keskin bir dili vardır. yani bir ülkeyi bile bölebilir. öyle keskin bir dil! ne mutlu sana! bana şurdan bir kilo tecavüz tarttırmak için ne bekliyorsun? !
susadığın için boğarken seni ben, su sporlarına yeni bir branş kattığını düşün. alnına neşterle god yazacağım. gotik harflerle, yeni dalga akımının etkisi altında, biraz chaplin'i taklit ederek. biraz kafası karışık bir richard brautigan'ı taklit ederek. biraz enseyi omurgaya almış bir berberi taklit ederek. ne mutlu sana! aramızdaki sinir haplarını toplayıp zorla konu komşuya yutturmak için ne bekliyorsun? !
bizim senle hukukumuz var. avukatımız var. suçumuz var.
bizim senle bir ömrü paylaşmaya andımız, bu andı çiğneyip içyüzümüzü ifşa eden ihanetlerimiz, birbirimizi kolayca harcamanın lüksü, bu lükse sığan baş önde boş boş oturuşlarımız var. konuşamayışlarımız, hiçbir şeyi açıklayamayışlarımız, kaçıp gitmeyi erdem sayışlarımız var. umutmuş, bir şans daha vermeklermiş, özürlermiş, lütfen unutlarmış: zaaf zaaf! bunlar evrim zaafı! ben kin tutmayı aşktan daha yüce bilirim. aşk acısı silinir, kin mezara kadar! sadece hümanist olacak kadar düşük değil iq seviyem!
bu gece alkolle sabahla; ona de ki: ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim.
bu gece hüzünle sabahla; ona de ki: ben bedendeki mıknatısın büyüsünü bozdum.
bu gece iğrenç bir korku filmiyle sabahla; ona de ki: kabuslarımın orta yerindeki tek güzel mabedin kapısına sıçtım.
bu gece imla kurallarına uyulmuş edebi bir intihar mektubu ile sabahla; ona de ki: farkındayım, ölsem, cesedimi gerçekten teşhis edebilecek tek insan odur; ceset de olsam, hainim hâlâ.
istirahate çekilmiş şehirlerden geç
terkedeceğin bir kadın olmalı bir tarafında
tren,yanında yatan yabancıya uzattığın el
gibi ürkekçe yaklaşmalı son noktaya
biliyoruz biz burada,senin sesin yoktu
biz burada uslu çocuklara şeker alırken
gecenin göğsüne ucunda elmas taşıyan ok
gibi saplanıverdi birdenbire
ı need you
maalesef!tamamlamamış ressam portreni
eksik kalmış gözlerin yüzünde,aldatıyorsun
günü
bak,koynuna ay almışsın
sen kendini ne sanıyorsun
ben kendimi kim bilir ne sanıyorum
bir zamanlar ben de istirahate çekilmiş şehirler geçtim
kadınlar terkettim paramparça
şimdi açım ve ıslanıyorum
kendine güven,kendini küçümseme
mesela kimse görmez kelebeğin gülümsemesini
çiçeğin açarken çıkarttığı sesi kimse işitmez mesela
her neyse,ben hep yabancı gibi yanındayım
bana kızma,-yeni sevgilim pek hırçın laf aramızda-
telefonu kapatmak zorundayım
uzun yazlardan sözeden kadınlardan korkacaksın
hani bir de ağustos, köpek gibi sarhoşsa ayakbileklerinde;
hani bir de masada rakı, aşkta endişe tükenmişse
uzun yazlardan sözeden kadınlardan çok korkacaksın
bir ağaç, gece vakti tırmanmaya kalkmışsa ölü rengeyiklerine!
uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden korkacaksın
hani bir de taşlı tozlu yollar, deli gibi koşuyorsa gözbebeklerinde;
hani bir de devrimde inanç, vücutta takat tükenmişse
uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden çok korkacaksın
bir çocuk, gece vakti sapanla vurmaya kalkmışsa sınırdaki askeri!
uzun şiirlerden sözeden şairlerden korkacaksın
hani bir de intihar fiyakalı bir sustalı gibi duruyorsa arka ceplerinde!
hani bir de kağıtta mürekkep, kainatta şiddet tükenmişse
uzun şiirlerden sözeden şairlerden çok korkacaksın
bir mecnun kul, gece vakti tanrıyla peygamberin arasına girmişse!
uzun sözcüğünden korkacaksın
hani bir de kısaysa yazılırken bile!