küçük iskender şiirleri

    29.
  1. ateş Üstünde iki Kuş

    -kimseye...

    1.

    onulmaz gecelerin epe parmakları olurdu
    telgraflar alınırdı o saat
    ince uçurumlarına ölü dolan plak ülkelerin
    güzel yalnızlıklarından

    dire straits'in hüküm sürdüğü bir pub'da
    tekbaşınıza otururdunuz sen ve o
    timsah parçası kadın
    -geceyle ölüm arasında
    bir bağlaç gibiydim-

    adamlar sahile iner hıçkıra hıçkıra kanun çalarlardı
    içlerinden ikisi menekşe körü
    diğer üçü ölüm virtiözü ben
    ben gitgide kararan vücudumu suda tutardım
    su bizi sayıklardı ben hüznü sayıklardım
    gözlerimi yumardım seni
    özlediğimi fısıldardım laci sineklere, yüz binlerce.
    bir baygın yılan sokulurdu ağzından ağzıma kimi
    kimi kere, yatağımda bulurdum kopuk bacaklarını
    kopuk hatıralarını bir yerlerinden kan sızlayan
    öylesine bir özlemdi ki sözünü ettiğim
    bütün kuşların aklı durur!
    -kasıklarımda bulduğum ilk tüyü
    senin burnununucuna sürdüydüm-

    kirpiklerinde bir karanfil kayması
    külden bir elbise dikip çocukluğuma
    papuçlarını çaldım camii kapısı önünden
    kapımın altından sızan sıvı kafatası
    sen gök çetesinin reisi
    ben yağmurun üvey oğlu.

    -piyanonun sesini biraz kısar mısınız?
    vücudundaki udu indirirdim tenimden
    söylemine mahlas burakılmış bir aşk tragedyası

    2.

    jimmy hendrix, peter gabriel, lois armstrong
    birdy, angel heart, outsiders, la luna, rumble fish
    hepsini birbiri ardınca dinler
    birbiri ardınca seyrederdim sürekliyüzünde
    sen enjektörü sokarken damarına
    'sabahattin ali'ye benziyorsun derdin
    keserken jiletlerle bileklerini -ayak-
    ben bir omzundan bir omzuna lir telleri gererdim
    ipek böcekleri salardım gülerken süzülen gözyaşlarına
    içki şişesinin kapağını seninle açar
    seninle kapatırdım çıkarken perili konağın kapısını
    puslu bahçeden geçerken topuklarıma
    müge dikenleri batardı
    batardın sayrı dolu geçmişinle yavaşça
    birbirimize vidalanırdık geceler boyu
    uyku,
    bir çocuğun nefesini çalan cin gibi gelirdi ayakucumuza
    sonra bir kadın çığlık çığlığa ağıt tutuştururdu.
    -annem! -benim de!
    -sen bir elementsin keşfedilmemiş -sen de!
    seksle oksitlenirdik
    dokunulmaz gecelerin tan parmakları olurdu
    o parmaklar sessizce sokulur, hislenir
    en kuvvetli unutuluşlarımıza dokunurdu

    marlyn: devekuşunun banyo yaptığı küvet
    james dean: çükümün soluk borusu

    birarada düşünme alışkanlığı, birarada
    duygulanım mekanizması, birarada ayrımsama
    yetisi olan ve birarada yaptırımcı olma
    tehlikesi taşıyan ve birarada
    özgünleşme bilincine erişmiş bir
    gettonun mütevazı ama sıradışı bireylerinin
    tepisine ne zaman maruz kalacağız
    dehliz ve ter. örtüşüyor ıslaklığın
    kampanalar çalarken
    taşocağında bulduğun
    giyotin
    eski bir eşarpla mavi.
    ayrnıtlarını devşirip varlığının

    eski bir okyanus macerasında
    masal kitabımın en harbi korsanı
    bıyıkları yeni bilenen şehzadem
    süzdün ışığı.hole geçti uşak.
    mumları iğnedanlığa batırdı

    sen tanıdığım
    en kadın
    en erkek

    kirpiklerinde bir karanfil kayması

    1.

    onulmaz gecelerin epe parmakları olurdu
    telgraflar alınırdı o saat
    ince uçurumlarına ölü dolan plak ülkelerin
    güzel yalnızlıklarından

    dire straits'in hüküm sürdüğü bir pub'da
    tekbaşınıza otururdunuz sen ve o
    timsah parçası kadın
    -geceyle ölüm arasında
    bir bağlaç gibiydim-

    adamlar sahile iner hıçkıra hıçkıra kanun çalarlardı
    içlerinden ikisi menekşe körü
    diğer üçü ölüm virtiözü ben
    ben gitgide kararan vücudumu suda tutardım
    su bizi sayıklardı ben hüznü sayıklardım
    gözlerimi yumardım seni
    özlediğimi fısıldardım laci sineklere, yüz binlerce.
    bir baygın yılan sokulurdu ağzından ağzıma kimi
    kimi kere, yatağımda bulurdum kopuk bacaklarını
    kopuk hatıralarını bir yerlerinden kan sızlayan
    öylesine bir özlemdi ki sözünü ettiğim
    bütün kuşların aklı durur!
    -kasıklarımda bulduğum ilk tüyü
    senin burnununucuna sürdüydüm-

    kirpiklerinde bir karanfil kayması
    külden bir elbise dikip çocukluğuma
    papuçlarını çaldım camii kapısı önünden
    kapımın altından sızan sıvı kafatası
    sen gök çetesinin reisi
    ben yağmurun üvey oğlu.

    -piyanonun sesini biraz kısar mısınız?
    vücudundaki udu indirirdim tenimden
    söylemine mahlas burakılmış bir aşk tragedyası

    2.

    jimmy hendrix, peter gabriel, lois armstrong
    birdy, angel heart, outsiders, la luna, rumble fish
    hepsini birbiri ardınca dinler
    birbiri ardınca seyrederdim sürekliyüzünde
    sen enjektörü sokarken damarına
    'sabahattin ali'ye benziyorsun derdin
    keserken jiletlerle bileklerini -ayak-
    ben bir omzundan bir omzuna lir telleri gererdim
    ipek böcekleri salardım gülerken süzülen gözyaşlarına
    içki şişesinin kapağını seninle açar
    seninle kapatırdım çıkarken perili konağın kapısını
    puslu bahçeden geçerken topuklarıma
    müge dikenleri batardı
    batardın sayrı dolu geçmişinle yavaşça
    birbirimize vidalanırdık geceler boyu
    uyku,
    bir çocuğun nefesini çalan cin gibi gelirdi ayakucumuza
    sonra bir kadın çığlık çığlığa ağıt tutuştururdu.
    -annem! -benim de!
    -sen bir elementsin keşfedilmemiş -sen de!
    seksle oksitlenirdik
    dokunulmaz gecelerin tan parmakları olurdu
    o parmaklar sessizce sokulur, hislenir
    en kuvvetli unutuluşlarımıza dokunurdu

    marlyn: devekuşunun banyo yaptığı küvet
    james dean: çükümün soluk borusu

    birarada düşünme alışkanlığı, birarada
    duygulanım mekanizması, birarada ayrımsama
    yetisi olan ve birarada yaptırımcı olma
    tehlikesi taşıyan ve birarada
    özgünleşme bilincine erişmiş bir
    gettonun mütevazı ama sıradışı bireylerinin
    tepisine ne zaman maruz kalacağız
    dehliz ve ter. örtüşüyor ıslaklığın
    kampanalar çalarken
    taşocağında bulduğun
    giyotin
    eski bir eşarpla mavi.
    ayrnıtlarını devşirip varlığının

    eski bir okyanus macerasında
    masal kitabımın en harbi korsanı
    bıyıkları yeni bilenen şehzadem
    süzdün ışığı.hole geçti uşak.
    mumları iğnedanlığa batırdı

    sen tanıdığım
    en kadın
    en erkek

    kirpiklerinde bir karanfil kayması
    5 ...
  2. 56.
  3. Bir Yeryüzü Öznesi

    1. gece gelen gece

    yetmiyor münzevi kelimelerin kuytularına
    pıhtılaşan çöl: yakıp yıkmak için bir kente
    gittiğim günden beri biraz felç istemiştim
    yeryüzünden, ve biraz öğütülmüştüm terle - -
    bir ritmin bütün acizliğiyle çizildiğim
    resim kağıtlarında beni bitiren kadın, o
    sahte atölyenin eskimiş bir organı gibi
    esrarlı bir dokuyla örtülmüştü portrem!

    tabutumu dört siyah adam dışarı çıkarttı
    dört siyah atın çektiği arabadaydı ruhum
    dört gözlü doğanın prensesine giden yolda
    devrildi tabut, şimdi tüm boşlukları doldururum,
    der demez: tılsım gizlemiştim, bana sunulan
    alkol harfleriyle oldu adım, çekilen silah
    fırlatılan bir bıçak gibiydim o kadınla, bilirsin
    katil bir kadın saklar bir parça içinde
    her çocuk; ve yine bilirsin ki kimi aşklar
    kediden firar etmiş keyifli bir öğle uykusudur

    2. heves eden seda

    içindeki heykele negatif bir kan aranıyor
    kentin

    bir yabancıyı idrak ediyorum

    ki ilkokulu ne zor bitirdi yeryüzü
    karnesinde tek kırık kalbim

    derisini yitirmiş hayvan gibi gece
    senden likör yapılmıyor ölüm

    3. mr. pickwick'in son serüveni

    s e v i y o r s u n b e n i, anladım:
    güneş tutulması gibi gülümsemen çünkü;

    ö z l ü y o r s u n b e n i, anladım:
    öpmesen, hemen baban ölecek çünkü;

    g i z l i y o r s u n b e n i, anladım:
    ne vakit seni düşünsem,
    yeryüzü evinden kaçıyor çünkü;

    4. misafir cinayet

    gülle tartışıyor karanfil çocukta
    geri verilmeyecektir hüzün hülya; az daha;

    ne pornografi suresi ne de
    atlıkarıncası dışa dönük kabe,
    YERYÜZÜ!
    çağırma vücudumu, artık orada değil!
    sessiz film
    oyunu kurallarıyla anlat bakışımı
    sessiz film
    gibi kalsın gururum anlaşılmadan
    talanında;
    dokunulmazlığılotuslarınınkuyularındauykuların,
    bir sesli harf
    gibi yalnızlığım
    bir sessiz harf
    gibi dudağımdayım

    ürk! o çemberler içre yazılı rakamlar
    çoktan yuttu seksek oynayan çocukları,
    ve o seksek taşı
    ve o seksek taşı
    kim bilir hangi gezegenin
    uydusu şimdi, sona eren baygın uzayda;

    ya içeri dolarken artarsa eğer bir parça rüzgar
    bana da ölüm ayırın, çok az vaktim var. velakin
    bu kanayan gözü göbekdeliğimin
    üstüne yerleştiren mecbur mecmua
    bilinçaltım bir müze, hatıralara;
    ey karanfil, tartışma gülle çocukta
    komünist maestro bu gece sahne almayacak artık!

    gidiyormuş:
    ağırlaşır yağmurun iade etmediği karanlık
    bırak gitsin:
    hiçbir caddeye çıkmayacak o sokak artık
    4 ...
  4. 21.
  5. Arabesk

    adımı ilk söylediğin gün
    kan geldi kulaklarımdan o gece

    aceleyle çıkıp evden
    seni aradım saatlerce
    bulsam vuracaktım
    sen ölünce dudaklarından öpecektim,
    mikrop kapmasın diye
    tentürdiyot sürecektim ağzıma
    buna bütün eczaneler gülecekti

    allah belamı versin
    seviyorum işte ne yapayım
    kavuşmak yalnızca varsayım, zayıf ihtimal
    özlem hararetli bir esin, kırık bir hayal
    ama zulmeden, kahreden o mavi sesin
    'acı çekeceksin, yok olacaksın' diyor hâlâ

    ve isyan ediyorum allaha
    olmalısın, diye haykırıyorum
    evet, evet, ordasın
    hatta bir cübben
    cübbenin de kürklü yakaları var!
    ve ben, ölünce yapışacağım o yakalara
    yanıt ver, diye bağıracağım, yanıt ver
    neden neden neden neden neden neden
    beni bütün şeytanlar alkışlayacak

    seni ilk gördüğüm gün
    bir martı oydu iki gözümü de
    3 ...
  6. 6.
  7. afacan

    Bir sineğe binmiş içimden havalanan soğuk toz
    baharatım
    tadıma karışıyor sonbaharın beyaz ceketli martıları

    Kayıtısızım kente akın eden şehvete karşı
    gözlerimde masmavi iki kurşun yarası
    vahşi hayvanların parçaladığı yüzümle yatıyorum

    çocuğum. okuldan kaçtım. karatahtada unuttum coğrafyamı
    3 ...
  8. 19.
  9. Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
    Annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
    Annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
    Annemin vasiyetindeki,
    'Oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.

    Bazı eski romanlar
    'Yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
    ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
    senin oyuncaklarını kırarak başladım.
    Ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
    Yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
    Bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!

    Firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
    Anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
    Belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
    uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
    bir kalp bulmak
    bir kalbe çevrilmeyeek bir teklif sunmak
    okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı!

    Ah, nasıl unuturum,
    Ah ben nasıl unuturum ki
    annem lohusayken karnına bir gül koymuştu!
    Gül bu
    durur mu hiç yerinde
    annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu!
    Benim çıktığım rahim, cehennem
    gülün oyduğu rahim, cennet!
    Bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında
    babamın spermlerinin yazdığı metinler
    kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri,
    ölü kardeşlerim
    doğmamış kardeşlerim
    doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim
    hepsi,
    ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu!
    Annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
    Kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
    Siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
    siyah çoraplar ve siyah botlar
    simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme!
    Sana geldim yas tutar gibi
    Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
    Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
    'Beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
    'Beni hiç gömme, ben hep burda kalayım'
    'Bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında'
    'bu evde dökülsün etlerim
    yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
    Annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
    sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
    'Affet beni anne' dedim
    'Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından!
    4 ...
  10. 4.
  11. 34 ubj 29

    küçük chopin'e

    Joshua! sana bir bilmece olarak soruyorum
    kendimi ve kendimle ilgili
    tüm elektrik direklerini, ürkek kapı tıklatışlarını

    Naylon torbalarda muhafaza edilen cesaretler
    bayatlamaz Joshua! izlediğim bir korku opereti
    olmasın ne olur birlikte suladığımız bu aşk

    cebinde buruşuk bir kağıt para gibiyim, anla Joshua!
    3 ...
  12. 2.
  13. alpha

    Nehirlere karışan zehirli atıklar gibi
    ağır ağır akarak kanıma karışmakta
    yokluğun!

    Hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun
    aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz
    güveye benzer bir şey oldu suskunluğun!.. anladım ki:

    aşk naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun!
    3 ...
  14. 14.
  15. Alp'in Defteri

    bir organ nakli gibi sevmiştim seni
    çürük gözlerine bağışlanan ellerim
    yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim
    darmadağın kadınların darmadağın ettiği erkekler gibi
    çok tehlikeli bir sırrı saklar gibi sevmiştim seni!

    çok eskimiş bir aşkın hatırlanması
    sevgilinin resmi karşısında çocuksu bir iç kanaması
    aslında işin açıkçası
    rüzgarın fırtınaya dönüşmesi gibi
    fırtınanın camı çerçeveyi indirmesi gibi
    hayatına yönelik bombalı bir saldırı gibi
    geriye çekilirken herkesi öldürmek gibi sevmiştim seni!

    ruhum kan kaybederken nasıl tutarım seni şimdi bir deniz gibi!
    neticesi olmayan herhangi bir sebep gibi
    ortalık yerde durup dururken sevmiştim seni!

    atlara kalırsa çoktan kaybettik savaşı!
    mızraklar kırıldı, kalkanlar delindi, ganimetler paylaşıldı!
    kasaba meydanında birbirini dövmekten yorulan iki kovboy gibi
    bir tabancayla tetiği gibi
    bir tabancanın kabzasıyla ibiği gibi
    kendisinden farklı, kendisinden ayrı
    bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi
    aynı bedene sıkılacak iki el kurşun gibi
    katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşta sevmiştim seni!
    3 ...
  16. 24.
  17. Aşk Lazım Partisi

    van kedisi'ne

    karardı geceme sarkan
    o pırıltılı ay!
    ben yoktum!

    bir vakit yaratsam
    bir vakte düşsem çırılçıplak
    bir vaktin karaltısında kalsam öyle masum ve
    paramparça, darmadağın makam,
    kalbimdeki kasabanın şefi,
    mutlaka kaymış bir yıldız takardı yakasına!

    yürümezdi içimdeki haydut gölgenin dengeli uyuşturucusu
    parlatmazdı kalbimi bela
    eyy nerdesin sevgili sultan kıç kırığı cinayet tutkusu!
    biliyorum bundan sonrası
    yatağın yatağa omuz attığı
    papağanın papağana silah çektiği
    cesedin cesetle çılgınca raksettiği o uppuuzun cerahatle
    lal vakti! masmavi yemyeşil bir ihtilal vakti! bir ihtimal,
    ihtişam ve mutluluk sorgusu!
    çıkarıp attığım gözlerim kadar uzak bakışlarım
    bakışlarım, birbirini seven iki akşamın arasına girmiş
    gün gibi kıskanç, tıpkı o gün gibi flu suçlu!

    inan
    zavallı öğrencim!
    sevgilim!

    derin denizdeki vurgun
    uçsuz bucaksız yalınlıktaki muhteşem soygun
    gençlikle yaşlılık arasına giren o buz gibi nifak
    diriltmez artık çiçeklerin tanışıp tokalaştıkları iklimi!
    inan! bu bir nadas değil, bir veda birikimi!
    saat tam onikiyi vurduğunda
    terkederken herzamanki gibi o harikulade partiyi
    düşürdüm duru tenindeki parlak merdivende
    bütün taşları er olan satranç takımımı!

    ve anladım ki bir kez daha hatamı
    ve anladım ki bir kez daha talihsizliğimi:
    bulanık boktan bir sudur aşk
    insanın kendisini görmek için eğildiği!
    3 ...
  18. 1.
© 2025 uludağ sözlük