onulmaz gecelerin epe parmakları olurdu
telgraflar alınırdı o saat
ince uçurumlarına ölü dolan plak ülkelerin
güzel yalnızlıklarından
dire straits'in hüküm sürdüğü bir pub'da
tekbaşınıza otururdunuz sen ve o
timsah parçası kadın
-geceyle ölüm arasında
bir bağlaç gibiydim-
adamlar sahile iner hıçkıra hıçkıra kanun çalarlardı
içlerinden ikisi menekşe körü
diğer üçü ölüm virtiözü ben
ben gitgide kararan vücudumu suda tutardım
su bizi sayıklardı ben hüznü sayıklardım
gözlerimi yumardım seni
özlediğimi fısıldardım laci sineklere, yüz binlerce.
bir baygın yılan sokulurdu ağzından ağzıma kimi
kimi kere, yatağımda bulurdum kopuk bacaklarını
kopuk hatıralarını bir yerlerinden kan sızlayan
öylesine bir özlemdi ki sözünü ettiğim
bütün kuşların aklı durur!
-kasıklarımda bulduğum ilk tüyü
senin burnununucuna sürdüydüm-
kirpiklerinde bir karanfil kayması
külden bir elbise dikip çocukluğuma
papuçlarını çaldım camii kapısı önünden
kapımın altından sızan sıvı kafatası
sen gök çetesinin reisi
ben yağmurun üvey oğlu.
-piyanonun sesini biraz kısar mısınız?
vücudundaki udu indirirdim tenimden
söylemine mahlas burakılmış bir aşk tragedyası
2.
jimmy hendrix, peter gabriel, lois armstrong
birdy, angel heart, outsiders, la luna, rumble fish
hepsini birbiri ardınca dinler
birbiri ardınca seyrederdim sürekliyüzünde
sen enjektörü sokarken damarına
'sabahattin ali'ye benziyorsun derdin
keserken jiletlerle bileklerini -ayak-
ben bir omzundan bir omzuna lir telleri gererdim
ipek böcekleri salardım gülerken süzülen gözyaşlarına
içki şişesinin kapağını seninle açar
seninle kapatırdım çıkarken perili konağın kapısını
puslu bahçeden geçerken topuklarıma
müge dikenleri batardı
batardın sayrı dolu geçmişinle yavaşça
birbirimize vidalanırdık geceler boyu
uyku,
bir çocuğun nefesini çalan cin gibi gelirdi ayakucumuza
sonra bir kadın çığlık çığlığa ağıt tutuştururdu.
-annem! -benim de!
-sen bir elementsin keşfedilmemiş -sen de!
seksle oksitlenirdik
dokunulmaz gecelerin tan parmakları olurdu
o parmaklar sessizce sokulur, hislenir
en kuvvetli unutuluşlarımıza dokunurdu
marlyn: devekuşunun banyo yaptığı küvet
james dean: çükümün soluk borusu
birarada düşünme alışkanlığı, birarada
duygulanım mekanizması, birarada ayrımsama
yetisi olan ve birarada yaptırımcı olma
tehlikesi taşıyan ve birarada
özgünleşme bilincine erişmiş bir
gettonun mütevazı ama sıradışı bireylerinin
tepisine ne zaman maruz kalacağız
dehliz ve ter. örtüşüyor ıslaklığın
kampanalar çalarken
taşocağında bulduğun
giyotin
eski bir eşarpla mavi.
ayrnıtlarını devşirip varlığının
eski bir okyanus macerasında
masal kitabımın en harbi korsanı
bıyıkları yeni bilenen şehzadem
süzdün ışığı.hole geçti uşak.
mumları iğnedanlığa batırdı
sen tanıdığım
en kadın
en erkek
kirpiklerinde bir karanfil kayması
1.
onulmaz gecelerin epe parmakları olurdu
telgraflar alınırdı o saat
ince uçurumlarına ölü dolan plak ülkelerin
güzel yalnızlıklarından
dire straits'in hüküm sürdüğü bir pub'da
tekbaşınıza otururdunuz sen ve o
timsah parçası kadın
-geceyle ölüm arasında
bir bağlaç gibiydim-
adamlar sahile iner hıçkıra hıçkıra kanun çalarlardı
içlerinden ikisi menekşe körü
diğer üçü ölüm virtiözü ben
ben gitgide kararan vücudumu suda tutardım
su bizi sayıklardı ben hüznü sayıklardım
gözlerimi yumardım seni
özlediğimi fısıldardım laci sineklere, yüz binlerce.
bir baygın yılan sokulurdu ağzından ağzıma kimi
kimi kere, yatağımda bulurdum kopuk bacaklarını
kopuk hatıralarını bir yerlerinden kan sızlayan
öylesine bir özlemdi ki sözünü ettiğim
bütün kuşların aklı durur!
-kasıklarımda bulduğum ilk tüyü
senin burnununucuna sürdüydüm-
kirpiklerinde bir karanfil kayması
külden bir elbise dikip çocukluğuma
papuçlarını çaldım camii kapısı önünden
kapımın altından sızan sıvı kafatası
sen gök çetesinin reisi
ben yağmurun üvey oğlu.
-piyanonun sesini biraz kısar mısınız?
vücudundaki udu indirirdim tenimden
söylemine mahlas burakılmış bir aşk tragedyası
2.
jimmy hendrix, peter gabriel, lois armstrong
birdy, angel heart, outsiders, la luna, rumble fish
hepsini birbiri ardınca dinler
birbiri ardınca seyrederdim sürekliyüzünde
sen enjektörü sokarken damarına
'sabahattin ali'ye benziyorsun derdin
keserken jiletlerle bileklerini -ayak-
ben bir omzundan bir omzuna lir telleri gererdim
ipek böcekleri salardım gülerken süzülen gözyaşlarına
içki şişesinin kapağını seninle açar
seninle kapatırdım çıkarken perili konağın kapısını
puslu bahçeden geçerken topuklarıma
müge dikenleri batardı
batardın sayrı dolu geçmişinle yavaşça
birbirimize vidalanırdık geceler boyu
uyku,
bir çocuğun nefesini çalan cin gibi gelirdi ayakucumuza
sonra bir kadın çığlık çığlığa ağıt tutuştururdu.
-annem! -benim de!
-sen bir elementsin keşfedilmemiş -sen de!
seksle oksitlenirdik
dokunulmaz gecelerin tan parmakları olurdu
o parmaklar sessizce sokulur, hislenir
en kuvvetli unutuluşlarımıza dokunurdu
marlyn: devekuşunun banyo yaptığı küvet
james dean: çükümün soluk borusu
birarada düşünme alışkanlığı, birarada
duygulanım mekanizması, birarada ayrımsama
yetisi olan ve birarada yaptırımcı olma
tehlikesi taşıyan ve birarada
özgünleşme bilincine erişmiş bir
gettonun mütevazı ama sıradışı bireylerinin
tepisine ne zaman maruz kalacağız
dehliz ve ter. örtüşüyor ıslaklığın
kampanalar çalarken
taşocağında bulduğun
giyotin
eski bir eşarpla mavi.
ayrnıtlarını devşirip varlığının
eski bir okyanus macerasında
masal kitabımın en harbi korsanı
bıyıkları yeni bilenen şehzadem
süzdün ışığı.hole geçti uşak.
mumları iğnedanlığa batırdı
yetmiyor münzevi kelimelerin kuytularına
pıhtılaşan çöl: yakıp yıkmak için bir kente
gittiğim günden beri biraz felç istemiştim
yeryüzünden, ve biraz öğütülmüştüm terle - -
bir ritmin bütün acizliğiyle çizildiğim
resim kağıtlarında beni bitiren kadın, o
sahte atölyenin eskimiş bir organı gibi
esrarlı bir dokuyla örtülmüştü portrem!
tabutumu dört siyah adam dışarı çıkarttı
dört siyah atın çektiği arabadaydı ruhum
dört gözlü doğanın prensesine giden yolda
devrildi tabut, şimdi tüm boşlukları doldururum,
der demez: tılsım gizlemiştim, bana sunulan
alkol harfleriyle oldu adım, çekilen silah
fırlatılan bir bıçak gibiydim o kadınla, bilirsin
katil bir kadın saklar bir parça içinde
her çocuk; ve yine bilirsin ki kimi aşklar
kediden firar etmiş keyifli bir öğle uykusudur
2. heves eden seda
içindeki heykele negatif bir kan aranıyor
kentin
bir yabancıyı idrak ediyorum
ki ilkokulu ne zor bitirdi yeryüzü
karnesinde tek kırık kalbim
derisini yitirmiş hayvan gibi gece
senden likör yapılmıyor ölüm
3. mr. pickwick'in son serüveni
s e v i y o r s u n b e n i, anladım:
güneş tutulması gibi gülümsemen çünkü;
ö z l ü y o r s u n b e n i, anladım:
öpmesen, hemen baban ölecek çünkü;
g i z l i y o r s u n b e n i, anladım:
ne vakit seni düşünsem,
yeryüzü evinden kaçıyor çünkü;
4. misafir cinayet
gülle tartışıyor karanfil çocukta
geri verilmeyecektir hüzün hülya; az daha;
ne pornografi suresi ne de
atlıkarıncası dışa dönük kabe,
YERYÜZÜ!
çağırma vücudumu, artık orada değil!
sessiz film
oyunu kurallarıyla anlat bakışımı
sessiz film
gibi kalsın gururum anlaşılmadan
talanında;
dokunulmazlığılotuslarınınkuyularındauykuların,
bir sesli harf
gibi yalnızlığım
bir sessiz harf
gibi dudağımdayım
ürk! o çemberler içre yazılı rakamlar
çoktan yuttu seksek oynayan çocukları,
ve o seksek taşı
ve o seksek taşı
kim bilir hangi gezegenin
uydusu şimdi, sona eren baygın uzayda;
ya içeri dolarken artarsa eğer bir parça rüzgar
bana da ölüm ayırın, çok az vaktim var. velakin
bu kanayan gözü göbekdeliğimin
üstüne yerleştiren mecbur mecmua
bilinçaltım bir müze, hatıralara;
ey karanfil, tartışma gülle çocukta
komünist maestro bu gece sahne almayacak artık!
gidiyormuş:
ağırlaşır yağmurun iade etmediği karanlık
bırak gitsin:
hiçbir caddeye çıkmayacak o sokak artık
adımı ilk söylediğin gün
kan geldi kulaklarımdan o gece
aceleyle çıkıp evden
seni aradım saatlerce
bulsam vuracaktım
sen ölünce dudaklarından öpecektim,
mikrop kapmasın diye
tentürdiyot sürecektim ağzıma
buna bütün eczaneler gülecekti
allah belamı versin
seviyorum işte ne yapayım
kavuşmak yalnızca varsayım, zayıf ihtimal
özlem hararetli bir esin, kırık bir hayal
ama zulmeden, kahreden o mavi sesin
'acı çekeceksin, yok olacaksın' diyor hâlâ
ve isyan ediyorum allaha
olmalısın, diye haykırıyorum
evet, evet, ordasın
hatta bir cübben
cübbenin de kürklü yakaları var!
ve ben, ölünce yapışacağım o yakalara
yanıt ver, diye bağıracağım, yanıt ver
neden neden neden neden neden neden
beni bütün şeytanlar alkışlayacak
seni ilk gördüğüm gün
bir martı oydu iki gözümü de
Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
Annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum
Annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş
Annemin vasiyetindeki,
'Oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin.
Bazı eski romanlar
'Yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı,
ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına,
senin oyuncaklarını kırarak başladım.
Ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım.
Yazları kırarak sonbaharlara başlamak...
Bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı!
Firari bir aşka saklanacak kalp bulmak
Anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı.
Belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin,
uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda
bir kalp bulmak
bir kalbe çevrilmeyeek bir teklif sunmak
okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı!
Ah, nasıl unuturum,
Ah ben nasıl unuturum ki
annem lohusayken karnına bir gül koymuştu!
Gül bu
durur mu hiç yerinde
annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu!
Benim çıktığım rahim, cehennem
gülün oyduğu rahim, cennet!
Bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında
babamın spermlerinin yazdığı metinler
kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri,
ölü kardeşlerim
doğmamış kardeşlerim
doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim
hepsi,
ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu!
Annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
Kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
Siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
siyah çoraplar ve siyah botlar
simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme!
Sana geldim yas tutar gibi
Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'Beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'Beni hiç gömme, ben hep burda kalayım'
'Bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında'
'bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
Annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
'Affet beni anne' dedim
'Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından!
Nehirlere karışan zehirli atıklar gibi
ağır ağır akarak kanıma karışmakta
yokluğun!
Hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun
aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz
güveye benzer bir şey oldu suskunluğun!.. anladım ki:
aşk naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun!
bir organ nakli gibi sevmiştim seni
çürük gözlerine bağışlanan ellerim
yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim
darmadağın kadınların darmadağın ettiği erkekler gibi
çok tehlikeli bir sırrı saklar gibi sevmiştim seni!
çok eskimiş bir aşkın hatırlanması
sevgilinin resmi karşısında çocuksu bir iç kanaması
aslında işin açıkçası
rüzgarın fırtınaya dönüşmesi gibi
fırtınanın camı çerçeveyi indirmesi gibi
hayatına yönelik bombalı bir saldırı gibi
geriye çekilirken herkesi öldürmek gibi sevmiştim seni!
ruhum kan kaybederken nasıl tutarım seni şimdi bir deniz gibi!
neticesi olmayan herhangi bir sebep gibi
ortalık yerde durup dururken sevmiştim seni!
atlara kalırsa çoktan kaybettik savaşı!
mızraklar kırıldı, kalkanlar delindi, ganimetler paylaşıldı!
kasaba meydanında birbirini dövmekten yorulan iki kovboy gibi
bir tabancayla tetiği gibi
bir tabancanın kabzasıyla ibiği gibi
kendisinden farklı, kendisinden ayrı
bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi
aynı bedene sıkılacak iki el kurşun gibi
katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşta sevmiştim seni!
bir vakit yaratsam
bir vakte düşsem çırılçıplak
bir vaktin karaltısında kalsam öyle masum ve
paramparça, darmadağın makam,
kalbimdeki kasabanın şefi,
mutlaka kaymış bir yıldız takardı yakasına!
yürümezdi içimdeki haydut gölgenin dengeli uyuşturucusu
parlatmazdı kalbimi bela
eyy nerdesin sevgili sultan kıç kırığı cinayet tutkusu!
biliyorum bundan sonrası
yatağın yatağa omuz attığı
papağanın papağana silah çektiği
cesedin cesetle çılgınca raksettiği o uppuuzun cerahatle
lal vakti! masmavi yemyeşil bir ihtilal vakti! bir ihtimal,
ihtişam ve mutluluk sorgusu!
çıkarıp attığım gözlerim kadar uzak bakışlarım
bakışlarım, birbirini seven iki akşamın arasına girmiş
gün gibi kıskanç, tıpkı o gün gibi flu suçlu!
inan
zavallı öğrencim!
sevgilim!
derin denizdeki vurgun
uçsuz bucaksız yalınlıktaki muhteşem soygun
gençlikle yaşlılık arasına giren o buz gibi nifak
diriltmez artık çiçeklerin tanışıp tokalaştıkları iklimi!
inan! bu bir nadas değil, bir veda birikimi!
saat tam onikiyi vurduğunda
terkederken herzamanki gibi o harikulade partiyi
düşürdüm duru tenindeki parlak merdivende
bütün taşları er olan satranç takımımı!
ve anladım ki bir kez daha hatamı
ve anladım ki bir kez daha talihsizliğimi:
bulanık boktan bir sudur aşk
insanın kendisini görmek için eğildiği!