aşk, biraz aşağılanmıştır
kadın terzilerin neresinden baksam
irtifa kaybeder hücum ve şiddet
geri sayım: dört-üç-iki-bir-sıfır
patlar yükselir gider ağzım!
ağzım bana lazım
diye bağırır parmak çocuk
çocuk parklarında salıncaklar hızlanır
kaydıraklar ağlar
bir kadeh rakı dökülür üstüne ömrümün
alkolik annem geceden özür diler
neden sevgi
onca derbeder ve serseri
bir şık bıçak darbesiyle
yarar karanlığı
yürür giderim orda ileri geri
orda aşk
küçülür.. küçülür..
küçülür biter en güçlü sesiyle!
yarayı okşadıkça dökülüyor kabuklar) ... (diyemezsin
oysa belirsizliktir
ormanlarına pusu kurdurtan hayvanları. Kim bilir
hangi çağın karanlığında iki ateş böceği
gibi iki omzuna konmuştuk sevgili siyahını öpecek
ve ölecek olan, kanını
terine nişanlanmış o yaralı delikanlının.
hayır, bugün inanmıyorum ben gitgide büyüyen ellerine
ellerin büyüdüğü şehirlerde
gözlerin ettiği sözleri kesme cüreti gösterilir
ve o kesilen sözlerin üstüne
oğlanlardan yüzülmüş ipek tenden tüller serilir
gümüş yünden kuşlar örtülür
gideceksin. belli. git o halde seni çağıran beldeye
benim ilmim sistir de!
benim ilmim suçtur de!
ve unut sonra o iki ateş böceğini
kaldır başını ardından
gökyüzünde tek bir ateş böceğinin
bölünüp
kendisinden iki ateş böceği oluşunu
şaşkın bakışlarla, utanç içinde gözle!
benim sisim sensin de!
benim suçum sensin de!
belli belirsiz bir akyanus beni üstlensin
yarayı okşadıkça dökülen kabuklarla dolu sesinde!
onulmaz gecelerin epe parmakları olurdu
telgraflar alınırdı o saat
ince uçurumlarına ölü dolan plak ülkelerin
güzel yalnızlıklarından
dire straits'in hüküm sürdüğü bir pub'da
tekbaşınıza otururdunuz sen ve o
timsah parçası kadın
-geceyle ölüm arasında
bir bağlaç gibiydim-
adamlar sahile iner hıçkıra hıçkıra kanun çalarlardı
içlerinden ikisi menekşe körü
diğer üçü ölüm virtiözü ben
ben gitgide kararan vücudumu suda tutardım
su bizi sayıklardı ben hüznü sayıklardım
gözlerimi yumardım seni
özlediğimi fısıldardım laci sineklere, yüz binlerce.
bir baygın yılan sokulurdu ağzından ağzıma kimi
kimi kere, yatağımda bulurdum kopuk bacaklarını
kopuk hatıralarını bir yerlerinden kan sızlayan
öylesine bir özlemdi ki sözünü ettiğim
bütün kuşların aklı durur!
-kasıklarımda bulduğum ilk tüyü
senin burnununucuna sürdüydüm-
kirpiklerinde bir karanfil kayması
külden bir elbise dikip çocukluğuma
papuçlarını çaldım camii kapısı önünden
kapımın altından sızan sıvı kafatası
sen gök çetesinin reisi
ben yağmurun üvey oğlu.
-piyanonun sesini biraz kısar mısınız?
vücudundaki udu indirirdim tenimden
söylemine mahlas burakılmış bir aşk tragedyası
2.
jimmy hendrix, peter gabriel, lois armstrong
birdy, angel heart, outsiders, la luna, rumble fish
hepsini birbiri ardınca dinler
birbiri ardınca seyrederdim sürekliyüzünde
sen enjektörü sokarken damarına
'sabahattin ali'ye benziyorsun derdin
keserken jiletlerle bileklerini -ayak-
ben bir omzundan bir omzuna lir telleri gererdim
ipek böcekleri salardım gülerken süzülen gözyaşlarına
içki şişesinin kapağını seninle açar
seninle kapatırdım çıkarken perili konağın kapısını
puslu bahçeden geçerken topuklarıma
müge dikenleri batardı
batardın sayrı dolu geçmişinle yavaşça
birbirimize vidalanırdık geceler boyu
uyku,
bir çocuğun nefesini çalan cin gibi gelirdi ayakucumuza
sonra bir kadın çığlık çığlığa ağıt tutuştururdu.
-annem! -benim de!
-sen bir elementsin keşfedilmemiş -sen de!
seksle oksitlenirdik
dokunulmaz gecelerin tan parmakları olurdu
o parmaklar sessizce sokulur, hislenir
en kuvvetli unutuluşlarımıza dokunurdu
marlyn: devekuşunun banyo yaptığı küvet
james dean: çükümün soluk borusu
birarada düşünme alışkanlığı, birarada
duygulanım mekanizması, birarada ayrımsama
yetisi olan ve birarada yaptırımcı olma
tehlikesi taşıyan ve birarada
özgünleşme bilincine erişmiş bir
gettonun mütevazı ama sıradışı bireylerinin
tepisine ne zaman maruz kalacağız
dehliz ve ter. örtüşüyor ıslaklığın
kampanalar çalarken
taşocağında bulduğun
giyotin
eski bir eşarpla mavi.
ayrnıtlarını devşirip varlığının
eski bir okyanus macerasında
masal kitabımın en harbi korsanı
bıyıkları yeni bilenen şehzadem
süzdün ışığı.hole geçti uşak.
mumları iğnedanlığa batırdı
sen tanıdığım
en kadın
en erkek
kirpiklerinde bir karanfil kayması
1.
onulmaz gecelerin epe parmakları olurdu
telgraflar alınırdı o saat
ince uçurumlarına ölü dolan plak ülkelerin
güzel yalnızlıklarından
dire straits'in hüküm sürdüğü bir pub'da
tekbaşınıza otururdunuz sen ve o
timsah parçası kadın
-geceyle ölüm arasında
bir bağlaç gibiydim-
adamlar sahile iner hıçkıra hıçkıra kanun çalarlardı
içlerinden ikisi menekşe körü
diğer üçü ölüm virtiözü ben
ben gitgide kararan vücudumu suda tutardım
su bizi sayıklardı ben hüznü sayıklardım
gözlerimi yumardım seni
özlediğimi fısıldardım laci sineklere, yüz binlerce.
bir baygın yılan sokulurdu ağzından ağzıma kimi
kimi kere, yatağımda bulurdum kopuk bacaklarını
kopuk hatıralarını bir yerlerinden kan sızlayan
öylesine bir özlemdi ki sözünü ettiğim
bütün kuşların aklı durur!
-kasıklarımda bulduğum ilk tüyü
senin burnununucuna sürdüydüm-
kirpiklerinde bir karanfil kayması
külden bir elbise dikip çocukluğuma
papuçlarını çaldım camii kapısı önünden
kapımın altından sızan sıvı kafatası
sen gök çetesinin reisi
ben yağmurun üvey oğlu.
-piyanonun sesini biraz kısar mısınız?
vücudundaki udu indirirdim tenimden
söylemine mahlas burakılmış bir aşk tragedyası
2.
jimmy hendrix, peter gabriel, lois armstrong
birdy, angel heart, outsiders, la luna, rumble fish
hepsini birbiri ardınca dinler
birbiri ardınca seyrederdim sürekliyüzünde
sen enjektörü sokarken damarına
'sabahattin ali'ye benziyorsun derdin
keserken jiletlerle bileklerini -ayak-
ben bir omzundan bir omzuna lir telleri gererdim
ipek böcekleri salardım gülerken süzülen gözyaşlarına
içki şişesinin kapağını seninle açar
seninle kapatırdım çıkarken perili konağın kapısını
puslu bahçeden geçerken topuklarıma
müge dikenleri batardı
batardın sayrı dolu geçmişinle yavaşça
birbirimize vidalanırdık geceler boyu
uyku,
bir çocuğun nefesini çalan cin gibi gelirdi ayakucumuza
sonra bir kadın çığlık çığlığa ağıt tutuştururdu.
-annem! -benim de!
-sen bir elementsin keşfedilmemiş -sen de!
seksle oksitlenirdik
dokunulmaz gecelerin tan parmakları olurdu
o parmaklar sessizce sokulur, hislenir
en kuvvetli unutuluşlarımıza dokunurdu
marlyn: devekuşunun banyo yaptığı küvet
james dean: çükümün soluk borusu
birarada düşünme alışkanlığı, birarada
duygulanım mekanizması, birarada ayrımsama
yetisi olan ve birarada yaptırımcı olma
tehlikesi taşıyan ve birarada
özgünleşme bilincine erişmiş bir
gettonun mütevazı ama sıradışı bireylerinin
tepisine ne zaman maruz kalacağız
dehliz ve ter. örtüşüyor ıslaklığın
kampanalar çalarken
taşocağında bulduğun
giyotin
eski bir eşarpla mavi.
ayrnıtlarını devşirip varlığının
eski bir okyanus macerasında
masal kitabımın en harbi korsanı
bıyıkları yeni bilenen şehzadem
süzdün ışığı.hole geçti uşak.
mumları iğnedanlığa batırdı
Sonra aniden geyşa! Bilinçsizce,
bir anlamı olmalıymış gibi bunun
önce biraz tedirginlik ve öfke,
ardından çokca telaş ve savurganlık: Tahmini
gezegenin son astronotu -Niye Kimse
Fizikten Sözetmiyor Bu Evde -Ve Ben Niye
yukardaki, aşağıdaki komşunun da çocuğuyum
annem kilitlerken cinimi kilere; Daniel Hatırladım
şimdi, bazı mayıs aylarında ellerim olmazdı Ve Ben
çoğu kez Janis Joplin ve Jim Morrison Baladları
adına şarkılar da söylenmiş sonbaharın
sonra aniden çıkagelmiş unutulmuş bir kuzeniydim;
O Adam Terasta Ne Yapacaktı
Kadını Gerçekten Seviyor muydu
Kadın Bebek Beklediğini Neden Söylemiyordu
Peki, Adam Bazı El Yazmalarını Nereye Saklamıştı
geyşa! beni işitiyor musun, geyşa!
bu buzlu cam, bu buzlu cam diyorum sana,
bu buzlu cam hangi filmimin jeneriği.. Ah tabii,
Melek hastalığı: bir dokunun titiz Aranışı
müfettiş bir cin gibi bakarak tutunur gözü
akla sonradan gelecek olan sırtını duvara
vermiş gülüş, dişler arasında sıkıntılı dol
aşan tırnak, üstünde Manhattan ve beni sev
en tilki, cevaplamayacağım mektuplarım ve
r; bir merdiven var sonra çıkıp da inmeyec
eğim; infilak etmiş bir yaradılışla yakl
aşıyorum gecenin gecenin kanlısına elim
de yalnız
ca bir
fırıldak ve şehir haritası bir gül oros
pusuyum bir gül ib
nesiyim bir gül bana söyle bir
tek ben duy
ayım neredeyim ne yapıyorum ve sen neden nered
esin, ama
ay aralama etüdlerin
desin ay de
orada desin
ay farzındayım
tırnaklarımın arasına dünya birikti
kimseye koyduğum ad da yok
ve bu gece
ilçeyken il oluveriyor yalnızlığım
elinden tutup yeğeni acıyı
parkta gezdiren bir dayı gibiyim
her yanımda jilet yaraları
annem ölmüş bunu babam yeni söylüyor
telefon kulübelerine yaslanıp ağlıyorum
neden aramadım ben hiç seni
ama neden ben seni,
kaçarken sise takılmış ellerim hep kopmuş
kokuşmuş içimde daha dün gebermiş serseri
kim bilir çocukken öptüğüm kızın yüzü şimdi ne halde,
şimdi ne halde öldürdüğüm sinekler geçen ve evvelki yaz
hani saçlarına konmuşlardı da daima bağırmıştık
daima hıçkırmıştık: aşka niye karşı konmaz? !
tedavisi mümkün değil bu hırçın tutkunun
denize, balığa hükmeden kaptanken bir de hele,
ayrılık, bir kedinin gözünün kanlanması
artık mümkün değil aşka müdahale!
örneğin biraz da trajediden bahsedelim
ameliyatla şair oldum ben, ameliyatla yalnız kaldım
diz çöktü çocukluğum cerrahın önünde:
kurtarın lütfen onu, ben onsuz ne yaparım? !
türkçe, bence sözlüğün üstüne
konuyor bir irinli tüy sessizce
ilçeyken il oluveriyor yalnızlığım
bir tek sana tembih ettim saadeti
hiç bir şey hatıra değil aslında
kaynayan sular gibi bakardın ya bana
donan sular gibi gülerdin ya
bütün büyük sular korkutuyor şimdi beni
bir tek sana tembih ettim saadeti
hiç bir şey ihanet değil aslında
kararan havalar gibi dokunurdun ya bana
bozan havalar gibi şevişirdin ya
bütün güzel havalar ağlatıyor şimdi beni
Utandım acılarımdan
Utandım yalnızlığımdan
On yedi yaşımızın belalı hikmetinde birden
O inkisarları eden güzel hayallerimizden
Ve aşktan
Ve yağmurdan
Utandım ben
Sen misketlerini yüzümde unuttun
Sen hayatımda unuttun kokunu
Bir bidon benzin döküp hatıralarıma
Tutuşturdum sevinçlerimizi. tutuşturdum
Saçlarına
En beğendiğim bir hüznün görkemini,
Rüzgarını,
Al işte sonbahar da senin olsun artık
Daha ne istiyorsun benden
Al işte en biçimli intihar da senin
Ben yürüyüp gittim
Sen adalarını yüzümde unuttun
Utandım arzularımdan
Utandım ihtiyarlığımdan
Ve yağmurdan
Usandım ben
Ve sen: Şehrin terkettiği sepya caz oğlan
Her fırsatını ani ölümümde unuttun!
Beni yüklenip bir yere götürdüler
Sen geleceğini
Yüzümde unuttun
korkularımı tatmin eden bir et parçası gibi yükseliyor yerden
küllü köküyle,
sararmış koltukaltlarında geceleri kentleri saran mavi ışık
ve nöbetçi bir sevgilinin keçe kalemle alelacale
yazılmış, yarısı terden silinmiş telefon numarası.
-öncesi, diye soruyorum, nefesim çürük kağıt kokuyor
-öncesi, tende durmazki... diyor, ben
ağustos böceği orospusuyum, çabuk unutulurum!
sayılarını yitirmiş bir hedef tahtası gibi vücudu!
ağzına, karanlıkta, taşa sarılı bir mesaj gibi düşüyor
dudaklarındaki camı kırarak dilim...
tarz acemisiyim, aşk acemisiyim, düş acemisiyim.
on yedisindeyim:
-hikayen, diye soruyorum, gencim, geçmişsizlikten ürküyorum,
-hikaye, hayatta durmaz ki... diyor, ben
ölümsüzlük bahanesiyim, çabuk kururum!
kadın, bu: kalçalarını yerleştirirken kasıklarıma yeniden
ayın acımasızca çektiği çaresiz deniz suyuyum...
-deminki ilkti, diye fısıldıyorum, gülümsüyor.
-benimki son değil!
ilk'le son değil'in arasındaki bu delik deşik gürültü
örtüyor o korkunç kerhanedeki 'ortodoks' görüntüyü.
arkadaşlar dışarda bekliyor.
hepsi annem.
ben erkek oldum.
gerisi sırra kadem.
Dikkatimden kaçmış aşk,
nüfus cüzdanımda
küçük bir ayna parçası yapışık vesikalık fotoğraf yerine
Çocuk omuzlarında kayısı oyunları korosu ve
o on yedi yaşına sığdırmaya çalıştığın masum erkek
yağmursu gülümsemen belki de her yazılı casusta tekrar ettiğim
peygamber öldü! çünkü ben seni hiç çıplak görmedim
Kel kadınlar tanıdım insafsızca
Her sokak başında bir ekip otosu vardı
Kaç paraya öpüştük durduk asitli homojen
Ne çok insandılar öyle yıkılası acılı
öyle kırkayak kimlikli. Sahi,
bana ait bir sürü sevgiliyle dolaşırlardı!
Dolaşırdı ayaklarım - babam kimdi, belki
birikimler yalnızca, yalnızca itilişler!
Annem: O, yalnızlığım olacak!
Sarhoş çocuklar gibiydim, dirilen bir ceset
gibiydim - yüzümde bir gri saten bıçak! Saat bozuk
gibiydim, imdat polis gibi! Saçmalayacak gibiydim
beni bir bıraksanız, ah bir bıraksanız,
ödünç bir tutku, özürlü bir rüzgar misali
dağılıp gidecek gibiydim!
Oğlum eşkalim istanbul, yine katildi. Kızım
son vitrinin son beyaz gelinliğinde!
Yaşları, toplasan en fazla on üç, on dört
en azından milattan önce yirmi! Bir zaman
efkarla makyajını tazeledi içimdeki ölü helvası
Ölü helvası ve kör çiçekler satan çok kalibre çingene!
Ve horgörülen aşklar bazen sahte.. abazan..
Biraz daha öpüşebilsek, ah bir de
öpüşmeleri, sevişmeleri, logaritmayı bilsek
alkol komalarımıza hafif inceden
profesör bir zencefil kokusu inecekti!
Kel kedımlar tanıdım insafsızca
Her sokak başında bir ekip otosu vardı
Hatırlar mısın, yazmıştım sana, her otel odasında
filtresi bekaret kanıyla lekeli
yanan bir orospu sigarası. Ah, göğsüm,
sen, kurşuna dönmüş zalim gözlerle
delik deşik edilmiş bir erkek fanilası!
Delikanlılığım aşka aç
aşka muhtaç
aşka mecburdu!
Ve yüreğim!
Yaşlandıkça memeleri sarkar oldu!
Bana bir haller oldu / bana filmler bir tuhaf olur!
Sarkaçlar bana pek bir dar oldu / kuyular pek bir sığ olur
Bakın! Kızkardeşim gitti gecenin dul eşi oldu
Abim miyop dudaklarıyla kendi yılanında küçülür küçülür mahfolur!
Ah! Çıtır hüznüm, asil acılarım, dikkat edin!
istanbul bu! Genç bedenlere aç
dinç cesetlere muhtaç
hürriyete mecburdur!
ben, bu yaz serin geçer sanmıştım. uzun zamandır konuşmayı unutmak, hicbir seyi bilmemek, yalnızca, evet yalnızca gece yarısı edilebilecek bir telefonla uyanıp, eski, çok eski bir arkadaşın sesini duymak istemiştim. galiba, en büyük hatalarımdan biriydi bu. ses ne kadarını anlatabilir ki bir insanın: görmeden, dokunamadan, ansızın kapatarak avcunu, bir kelebeği orda hapsetmek gibi bir şey olmalı. oysa ağrılı yaralarım "janti" taklalarım, hububata dönüşmüş yanlarım vardı. oysa ben, bu yaz serin geçer ve sessiz kalmayı tercih ederek, evimde, odamda, fallar açarım, bir parça tarihe geçerim diye ümit etmiştim. ama olmadı. olmadı işte, savruldum. şaşkın çocuğun elindeki patlak, şapşal balon gibi, muhit itibarını yitirmiş delikanlı gibi, kalakaldım.artık her şeyi biliyorum. artık her şeyi bilmekten başka çıkar yolum kalmadı. bu ne sancılı bir telaş benim için; bedenimden mahrumum . onlar önemsemesinler, hatta alay etmeleri bile mümkün ve belki böylesi daha yıpratıcı, daha bir mazlum kılıcı. oysa neleri özlemiştim, ne şahane hisler beslemiştim. oh, artık çok geç?! onlara söylemek için şarkılar, okumak için şiirler, anlatmak için çok kaliteli seks fıkraları ezberlemiştim günlerce; ben, bu yazı serin geçer sanmıştım. alev alev. her yer alevler içersinde; ve ben, bu korkunç yangında çatıya kaçacak gücü bile kalmamış bir kötürüm gibi, tekerlekli sandalyemde havanın her zaman olduğundan daha çabuk ve daha fazla kararmasını, damların hesapsız kediler ve matematisyen martılarla dolmasını bekliyorum şimdi. aşk, beni ünlü yapar sanmıştım! neleri özlemişim, ne mükemmel hisler beslemiştim: çıt çıkarmadan çekildiler, hükmen yenildik. kaybolanları da gördüm. samimi söylüyorum, hem de çok yakından gördüm. kendi aralarında konuşuyorlardı. o mesafede gidip gelen bir nefes topluluğu, ağızdan kulaklara musikisi noksan bir söz kümesi taşıyordu. bu kümeste tek tavuk da bendim! ah, bir parça ağlarım diye ummuştum. nafile! olmadı velhasıl! artık her şeyi biliyorum. artık her şeyi bilmekten başka çıkar yolum kalmadı. bütün bütün boğuldum. karaya da vuramam, vuramam. neden benden söz ettiler kısaca. neden dolaştım bir serseri kurşun gibi oradan oraya. oradan oraya ve kime götürüyordum parklardan topladığım oksijen oranı yüksek çiçekleri. kim koklamaya cesaret edecekti, kim onları alıp bir vazoya yerleştirecek kadar kendini tanıyordu, bana inanıyordu, beni seviyordu,mıncıklıyordu, kolluyordu...hiç. hiç kimse. bunu da biliyorum. buna da erdim. bir kere, en başta sezmiştim yanılacağımı...ilkin, telefon defterimi attım. sonra fotoğraflar, ah çok hoş, elbette o mükemmel fotoğraflar. renk renk, çeşit çeşit, insan insan, düşman düşman fotoğraflar. topluca otururken, içki içerken, grup seks takılırken, hususi sevdaların o "sözü geçmese iyi olacak, mayonez alır mıydın" tipindeki sohbetlerinde çekilmiş, arşivelenmiş, çerçevelenmiş fotoğraflar! deklanşöre basanın, karşısındaki topluluk içinde olamayışının da hüznünü, burukluğunu taşıyan o canım fotoğraflar! kestim kendimi. kestim kendimi, çıkarttım fotoğraflardan: bir şiirde geçer ya hani: oramda buramda biraz el, biraz bacak, biraz omuz ve penis kaldı. oyup çıkarttığım o adamı, o aptal surat'ı attım, yani kendimi. şimdi o fotoğraflardaki o insanlar bensiz, ben zaten mekansız, yurtsuz, huysuz ve savruk, anne tarafından serseri, baba tarafından alkolik, ölmüş ve yarı diri bir adamım. olmadı işte. artık her şeyi biliyorum. bağırsam çağırsam, "ne bağrıyon lan bu saatte lavuk, manyak mısın?!" diye karşılık verecek bir yabancı bile yok. artık her şeyi bilmekten başka çıkar yolum kalmadı. romantizme kızıyorlardı. evet, onlar da gözyaşlarını bir sır gibi saklamayı erdem sayanlardandılar. kollarımda kör jilet yaraları, mutfakta üç haftalık bulaşık, ciğerimde dışarı atılması kasten unutulmuş bir miktar esrar dumanı, kulaklarımda fış fış kayıkçının ilk iki mısrası, gidilmesi gereken ülkeler, kalınması gereken oteller var aslında. godot'yum desem, bekleyenim olmaz! acayip bunalımdayım. sevmiyorum bu tür hijyenik cümleler kurmayı. "artık" kelimesini kullanmaktan nasıl da sıkıldım. "dert yanmak" fiiliyle başım uzun zamandır dertte!... gecenin bu yarısında... gece yarısı edilebilecek bir telefon! evet, aslında ben yalnızca buna değinecektim. hatta sabaha karşı...kafanı .iktiysem kusura bakma, özürdilerim, eğer, rahatsız...ediyosam... eğer...
sen... peki sen benim telefon numaramı hatırlıyor musun hala?!
ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar
ne bir ask zerafeti
ne bir hayal tabiri.. küçücük ömrüm
hep rüzgar gülleri kokacak !
bir sinek cenazesinden dönmüsüm de sanki
agzim burnum kanyak
denizden yeni çikartmislar yagmurun ölüsünü
mevsimlerden napalm günlerden ilkbahar
hummali sabrimin glayöllü dag köyleri
sana hasret sakimak mi yakisacak
çok arayacak çocuklugum esas sirrini
benim yüzüm bir kedi amipidir
ben ölürsem o kendiliginden çogalacak !
ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar
ne bir buz yorgunlugu
ne bir sinema perdesi yirtik.. küçücük kabrim
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden,
hüzün hastası bir hayvansın
şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan
çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde
ağır işkence görmüş şehirlerde
saadetin zarif, adaletin ince.
bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun
kelimelerin karardığı peşin hükümlerde.
şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle.
gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz
tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun
ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde.
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim,
her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var
ve
alelacele asılmış bir çocuk militan
gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun
yükseldiğin gökyüzüne.
ben seni ayakta alkışlıyorum
hep ayakta alkışlıyorum seni ben
yollarda yürürken alkışlıyorum
sinemalarda, üçüncü sınıf oyuncularda alkışlıyorum
afrika'nın içlerine doğru alkışlıyorum
vuruşurken alkışlıyorum seni ben
evet, hüzün hastası bir hayvansın
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun
kainata gösterdiğin sahte hüviyetinden.
o nasıl bir hale
bana cimri, başkalarına bonkör bedeninde;
bir acı votka tadı yakalıyorum dilenen bakışlarında
'suçsuzum' diyorsun, 'tarzım bu' diyorsun
aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün
kirpiklerin alnına deyiyor
bende deyiyorum alnına cevapsız sorularımla
uykum geldi diyorum
seni sevmekten uykum geldi
jilete abanıyorum
korkuya abanıyorum
tek arkadaşım yok öbür tarafta çünkü!
çek perdeleri, kapat ışıkları
bu telaşlı yokoluşun fosforu aydınlatır bizi
uykum geldi diyorum
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim
heryeri keserim, herkesi, herşeyi keserim
bıçağımı taşıyan elde kader çizgim de gizli!
bitiyor
sancıda safları sıklaştıran o garip haz bitiyor
bir kez olsun samimi bak
bak! gecenin eteklerine eşkiya ayrılıklar siniyor!
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden
ateşler içinde bırakıyorsun sana biriktirdiğim suyu
oysa hiç sansım kalmadı
yeniden doğmak için, bana ait olduğu belirtilen külden.
al bu külü de götür
al bu külü de götür, diğer taraflara üfle
muzaffer bir hain gibi ayrıl
tertemiz hayal hikayemden.
söylemez; cinnet, bir serzeniş bahçesidir söylemez
sökülür takılarak
sökülür takılarak bütün kenarlarından şehr.
'oybirliğiyle yalnızız'
der
demez
kuşu
birdenbire şaibe, birdenbire huşu;
-söylemez; bu akşam birlikte uyuyalım
- ama sonra birbirine nüfuz eder rüyalar
- cereyana kapılır kalp, yalpalar
- vücut: tunç yalım. uyuyalım. Beklemez;
şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktılar beni
bıraktın beni
o tahta balerinin yırtık bacaklarında benim tebliğimden
bir yansıma bir sıçrayış
gece üçte uyanıp başladım alkışlamaya,bıraktın beni;
yazı sorguya aldılar
işkencede kısa kalbim
dolaşıyorum yeni yanmış lisenin koridorlarında
da sözlüye kaldırılıyor ilk sevgilim intihar
ben hiç ders çalışmadım senden başka, bıraktın beni;
kibar bir orospuyum ben, bunu da yazdım kumsala,
tırnaklarına gözyaşı ojeleri süren
artmayacağım, eksilmekti sevişmelerimiz
bunun için her gün bir çocuk öldürüyorum
parmaklarım bir ferman gibi açılıyor gırtlağında
bir güle saati sormak değil mi çekip gitmenin öncesi
eğilip bir kediyi okşamak olmasın
geri gelmek istemenin en büyük delili;
bıraktın beni.
yanıtım: anlayacaktık zaten sıkıldığımızı ve bunun
böyle bungun, kırışık sürmeyeceğini
kahverengiye çevirdi yaşadığım sevdalar beni
türkçeler yetmedi karardıkça parlayan şarkıma
girdiğim bahçede yitti sidikli ömrüm
sanki
bir tren raydan çıktı vücudumda
bıraktın beni.
yıkandım ateşin suyunda
gümüşlendim kurşunlandım
neşter perisiyim şimdilerdeyse
yüksek sesle güldüm buna
bunu da- bunu da yazdım kumsala
kendi çevremi
üçyüz altmış beş günde döndüm sana döndüm dön bana
kurtarılmaz ayrılıklar mı yaşıyoruz çarparak söğütlere
uğrunda ölünecekleri mi gömüyoruz güneşin battığı yere!
aşk, çekim eki almıyor,başka uyaklarla kalıyor ayakta bıraktın beni
aşk, artık korkak bir zamir gibi
sabah akşam sağına soluna jilet atmakta
bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
yalnızlık okuma-yazma bilmiyor
siz sürdürün kentinizi
komik sarhoşluklarınızı- sahte öpüşmelerinizi
girin kalabalığa pazaryerlerine otobüslere bıraktın beni;
kaybolun yüzünüzde
siz sürdürün kentinizi
yangınınızı ben alıyorum, depremlerinizi
sel baskınlarınızı, salgınlarınızı
afetleri götürüyorum muazzam aşklarınızdan
şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktınız beni!
içime beton bir martı döktünüz
içime batırdınız ceylan kemiğini!
sevgi kubilay'ıydım ben
keserek bileklerimi nankör bir testereyle
kopuk ellerimi dolaştırdınız bir sopa ucunda tüm yeryüzünde
şiir yazdırmadınız bana şiirime döndüm sana döndüm
dön bana
siz sürdürün kentinizi
ben sizin payınıza nasıl olsa
yaşıyorum trajedilerinizi
muazzam aşklarınızdaki!
saadet bir kilide sokulan anahtar,ya açarsın ya da kapatırsın diye mükemmel dizelere imzasını atmış uzay çağı şairi. şiirleri genellikle aykırılık marjinallik kokan bir şairdir. modern hayata uygun şiirleri bence gayet güzeldir hoştur tavsiye edilir.
adını açıklamıyor parmakları arasında hızla
çevirirken tanrının entarisini geriye dönüp
baksak ta erik bahçelerinin de ardındaki
kuyuya derisini boşaltan çocuğun annesi
o kadın, müzik kutumda kalan balerin
kapıyı çaldığı kış gecesinde koltuğunun
altında birkaç karakalem çalışması ve
üşümüş, ıslanmış bir film karesi gibi kaç/
tığı adadan yanına alabildiği ödül:
çeyiz niyetine ölüm ve beyaz mürekkep
şişesi şekerli dudaklarda son dansının
genç çalgıcısının eriyen kaslarıyla
devşirdiği hastalık matinesi!
kalın ayak bileklerine halhal diye bağlanan
yavru yılanbalığının gözlerine yerleşen inci;
o halayıkların yıkadığı gri bakire!
ahlaksız tanrıça!
tırnaklarımı geçirip pençelerinin iki
kanadını açarcasına iki yana yırtıverdiğim
göğüskafesindeki zarif al kumru! adını
açıklamıyor parmakları arasında hızla
çevirirken tanrının papucunu geriye dönüp
fırlatsak da yeryüzünün de ardındaki
göçebe suya tersini boşaltan çocuğun resmi
o fotoğraf, nüfus kağıdımda kalan suretin
taşa uzandığı sessizlikte matemdeki puhuların
düşlerinde birkaç tecrit münakaşası ve
yığıldığı, kaderi kabullendiği gibi kaç/
tığı hayattan yanına alabildiği ödül:
ışık niyetine çığlık ve yarısı yanmış beyaz
bir gül makinesi!