radyo oyunlarına benzer insan hayatı
hep arkası yarın! arkası yarın! arkası yarın!
sanki hep arkalarda kalmışçasına yarın!
sanki hep arkalarda kalması gerekirmişçesine yarın
bölük pörçük yaşanırken aşklar, acılar, nefretler
başka insanların dillerinde, başka oyuncuların yeteneğinde
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
efektler kimin elinden, seslendirenler kim, konu ne
bir dinleyici gibi oturursunuz kendi hayatınızın önüne
meraklanırsanız, heyecanlanırsınız, sinirlenirsiniz de
oysa kahramanı olduğunuz oyunda
habersizken olanlardan, olacaklardan
ağlarken ince ince siz, titrerken yarım yarım..
radyo oyunlarına benzer insan hayatı
hep
arkası yarın!
arkası yarın!
arkası yarın!
görmeyi çok istediğim bir filmin başlaması gibi sinemada
herşeye yeniden başlayan bir peygamber uyuyordu yatağımda!
basları yüksek bir geceydi
tizleri yüksek bir geceydi
müziğin sonlarına doğru çiziliyordu gözkapaklarının altındaki cd
uykunun karnesi baştan aşağı pekiyiydi!
evlat edindiğim bir aşktı bu!
başka alfabeyle yazdığım şiir ya da!
ölümü anlamayan bir çocuk kabilesi ya da!
uzak denizlere açılmayı düşleyen bir kağıttan tren ya da!
yüzemeyen bir balık, uçamayan kuş, açmayı bilmeyen çiçek ya da!
gerçeğin ne önemi olabilirdi ki rüyanın hayatında!
sarı uzun saçlarıyla suladığı yüzünde
orman kenarındaki göle benziyordu gözleri!
buğulu... vahşi... ve tedirgin!
pink floyddan high hope belki biraz!
radioheadden paranoid android belki biraz!
belki çoğaltılması engellenmiş bir fanzin!
belki yaklaşılması tehlikeli bir hayvan!
tekrar tekrar okunan bir intihar mektubu ya da!
canlı kalmanın ne önemi olabilirdi ki dolaşırken mezarlıkta!
sarp bir sevdanın kayalıklarında
ben yuva kuran şahin
o pusu kuran eşkıya!
kendine acı arayan hayali bir kahraman ya da!
pasıyla kavga eden tahta bir bıçak ya da!
patlayan dikiş, açılan yara, akan kan ya da!
i̇nfilak etmenin ne önemi olabilirdi ki sevişmenin ortasında!
paha biçilmez bir tablonun örttüğü çelik kasa
gibi duruyordu ruhu, gövdesinin arkasında!
süslü kelimeler bu gece baloya alınmayacak!
yalvarışlar yeminler damsız giremeyecekler içeri!
seslerin maskesi!
ifadelerin makyajı!
düşecek!
akacak!
bu gecenin sonuna doğru bir olasılık
senin, içi kızgın gözyaşı dolu içine yalnızca
kapkaranlık bir yeryüzü sarkacak!
ağlamayacaksın!
ağlamak, iki kirpik arasına kurşun sıkmak gibidir!
uzun uzun yürümektir ağlamak;
ağlamak eğer okuma-yazman yoksa sahicidir!
sen iyisi mi heyecanlı bir şehir kap getir yanında!
şaraba kafa tutan, esrara tavır koyan bir şehir!
damarlarında tinel dolaşan beton bir beden getir otopsi masasına!
gelincik, gelinlik giymiş olabilir
fakat damatlık kimin umurunda!
sen iyisi mi, çocuklarını başına toplatmış bir hasta getir yanında!
biraz geçmişten sözetsin
biraz önseziden sözetsin
biraz karasevdadan sözetsin bana!
güzel seslerin kötü seslerle
rugby maçına çıktığı herhangi bir bahar akşamında
tadına biraz ekim karışmış, kıvamlı bir mayıs akşamında
yumruklaşırken, sevişirken
birbirlerine uzanıp birbirlerini koklayan iki çam ormanı ya da!
birbirlerine uzanıp birbirlerini koklayan iki erkek köpek ya da!
sen iyisi mi
şifalı bir ot gibi yaşa kendi masum yalnızlığının doruklarında
ihtiyaç hocası kara cinin abluka aşklarla prensi sahiplendiği
ela matrikste elleri yapışık kuvarslarla ölü bayrağı selamla-
yarak bir sembolik attraction içinde kıpır güller
yaralı ganymedes
bıçaklı sabit
lekelerin zorunsuz barında alkol meleğinin tutuşan
strafordan kalıbı -iten, büken, kanırtan- hınç sebebi birle-
şik-katı ve-yorucu gölgeliği bir saksofon hışırtısı altın-
da
ezildi ecel
o nimçehrelerle beraber indiği katolik yaptırım -siniruçla-
rında karanlığın parmakizlerinin zinasına ihbar edilmiş ka-
maşma taktiği- yortu ve hiddet: beceriksizce gözakışı
öbür dizlerin başka topuklara çarpması müziği
ergiyen gövde damlası kuşa konarken yakalarında bir bunaltı
redoksu yaşanan yılların çöpkutularında aklanan sanık tutum
zenci kıssahan: gittikçe artan büyünün kafesi ardından - -
ney üfürür emel kalp nen olduğunda - -
siklamen akıntısı buruşuk aurora yitik habis
cadıkarga uçartüter lesbos'da biten tırnak pseudo yırtılan
camdan
gemici ve ıtri pusulaya takriben secde edeceklerdi ve hadis-
siz ve serhatsız
ve meal - - kromda mesafe olunur woodoo blues
anubis regle gelir tay ormanından i̇nsan beni hatırlamaz
alışkanlığın radyoaktif taneciklerinden kokina yaparak
iseolog kuru kış birikintilerinde eskiyen bir sevdalının
hep kuşku kutusunun lamelerine kaatilin eli batar o
yoksa garbarek
eşyanın etrafı
eşyanın eşrafı
yorucu bütünlemelerin beyin lavmanında sonrasız ile
ışık takibinde sualsiz ve usulün bozgunu
ve mürekkep avı
gizli çekmeceler sokağı
ve cinnet - - ve net cin
o protokol
siyah kadife nazar düşüşünde anını giz eden kuyum
yar
zikir
kum
tiz
maşuk
tokatlıyarak ikiye bölünen
o ters cennet'te kuyusuna sarkarak kaybolan seslerden
çok şiddet yaşatarak kimsesizlikle ölçülebilen yaratı-
cılığını tanımsız bırakabilme saadetine erecektir ki
tensiz yorgunluğunu tasvirinde buldurduğu eski zaman
dağınıklığında belirsiz ve billur bir görüntü parola-
sı peşinden küf ile adlandırılmış
o ters cennet çocuğu gettosunda bir boyut rozeti ile
kimliğini kölesinin karanlık göğsüne söndürdüğünde o
çıkarımsız yalanlarından ve öncelerinin kurallarından
artarak şekillenen küslerinin neyi temsil ettiğini bi-
liyord
uzayan yarılarında o ters cennet çocuğunun
bir söz tekrarıyla gelgitlendiği uç uçurum
anlayışsız imgelerden süprüntü bir fark o-
oluşumuydu ve son düellosunda düet yaptığı-
nı herkesten gizlediği kirli hüznü bir bu-
za sürerek 'burada kara hiç görünmez' di-
ye bağırdı
toplanıp karaldıktan sonra suratlar yeni - -
den dağıtıld
durunuz!
kaç kalibre o bakışlar
eh evet bir tanrıda sabaha vakitleri!
durunuz!
kaç yerimden vurdunuz!
kaç yerimde artık sorumsuz kuş yaraları var!
sorarım
kaç yerimde yerimden ettiniz beni!
kaç yerim şimdi lapa lapa kanar!
saysam sayılmazsınız asırlarla
konsam taşımaz gövdeniz içimi
öpsem çatlar kırılır dudaklarınız
dudaklarınız bir karşı çıkış biçimi
sarılsam sarılsam günlere sığmaz seyehatim
anlıyorum
sizin bir tavrınız oksijen
bir tavrınız bal gibi uranyum!
ah gidilemeyecek kadar sapa
dönülemeyecek kadar uzaksınız
çiçek açsanız baharla aram bozulur
sizi bana bırakmaz bu yalnızlığınız
çünkü biz ikimiz
yanlış yapamayacak kadar yalnızız!
sesler yalanlar mı geceleri
gözuçlarına tırmanan siyah tavşanlar
akşam inince kaybolur mu,
sizi seviyorum
sizi pek seviyorum
sizi sevmem bize ayıp olur mu..
bırakmalı kibarlığı! sonsun işte! sonsun!
sonumda biletimi kesen yaman giyotinsin!
ben istiyorum! ben istiyorum diyorum!
unut! giyotin tek hamlede insin!
balıkların aşkları hüzünlüdür,
çünkü onlar sevgilileriyle
elele tutuşamazlar.
belki de o uzun kollarıyla
en güzel sevişmeleri
yalnızca ahtapotlar yaşar.
gerçek denizciler,
kara görününce sevinmezler,
çünkü onlar deniz insanlarıdırlar.
kara onlar için siyahtır,
ölümdür,
ölümlüdür.
(........)
balıkların ölümleri hüzünlüdür, çünkü onlar gömülmezler.
bizde ölülerimizi gömmeyiz.
onları yemek, onlarla beslenmek trajedimizdir.
yarasalar, başaşağı uyusalar da düşmezler.
gerçek düşler, düşmez.
bizler, cenaze nedeniyle açığızdır adeta.
istanbul, bilinçakışına çok uygun bir şehir anne.
burada herkes kapasitesi kadar şizofren
burada herkes sarı ceket giyiyor.
her evde bir gaz odası var mutlaka.
üniformalar, kırbaçlar her zaman hazır.
ütülü ve cilalı.
üzüntü ve şiddet, daima el altında..
birileri birilerinde hep misafir sanki..
kapı çalınıyor, geliyorlar, birkaç kadeh birşey içiliyor.
ve herkesin anlattıkları yalnızca kendisiyle ilişkili..
herkes, yalnızca kendi bayrağını taşıyor.
istanbul'da hayattan çok ölümün sözü geçiyor anne.
yüzlerin bir kısmında karanlık ve perili orman,
bir kısmında ete henüz saplanmamış bıçağın titreşimleri!
istanbul'daki insanların yüzleri titanic!
yüz ünlü türk'le sınırlı varoluşlara şehrin özel radyolarından
çağrılar yapılır:
isteklerinizi çalabiliriz.
isteklerimizi çalıyorlar bizden anne.
arzularımızı, umutlarımızı, ideallerimizi zorla alıyorlar elimizden.
isteklerinizi çalabiliriz.
bir tehdit de gizli bu sözde.
ne yapmazsak tehlike altındayız.. bilinmiyor.
kimse nasıl davranacağını, nasıl davranması gerektiğini
bilmiyor.
şahane aşklar, felaketlerle son bulurken
muazzam zekalar uyuşturucuyla yaralanırken
ten kıymeti, fikir kıymeti çalınan isteklerimizle beraber yokoluyorlar.
istanbul vantuzları!
artezyen kuyusu!
artezyen kuyusu'yla birleşen yatay kuyular!
hırsızlar: onursuzluklarına çaldıkları değerleri ekleyerek
sürünenler! onların ayakları yok anne!
olmayacak da!
bir sürüngen,
ayağa kalkamadığı için ihanete yatkındır!
katiller: kararan vücutlarını başkalarının kanallarıyla ovarlar!
ayakbaşparmaklarından başlayan uyuşma,
tüm toplumu, tüm kültür mozaiğini kaplar.
sesler, birbirine karışır.
görüntüler, özlerini kaybeder.
kıyamet, budur anne.
kıyamet, netliğin bozulmasıdır.
kimseyle konuşmayacağım artık!
yalnızca, bilmek istiyorum.
ben neden hissediyorum? !
ben neden düşünüyorum? !
cehalet ile bilgi'nin ortak paydası ne? !
istanbul'daki cehalet, başka bir yerde bilgi mi? !
ben, bilginin merkezinde cahil kalabilir miyim? !
kelime kapandı! koptu sonbaharın kellesi!
tam kana dokunacakken, içimde acı bir fren sesi!
kıl döndü
zürafaya karıştı gözlerimiz
eh
kırık kaşlar altında kıpır kıpır kırmızı noktalar
ebruli iç huzursuzluğu
bir çırpıda yağıp kaçan abi yağmur
ve o birkaç arkadaşın öldüğü, öldürüldüğü aşk!
şimdi, başında durup derinliğine bağırdığımız kuyu
biliyorum! bütün boktan ayrılıkları bu kuyu uydurdu!
örnek vermek gerekirse, elbette ben de sıradayım!
rehin aldım kalp yoksulluğunu
dünya atlaslarına girmekten kaçınan
o meşhuuur
sır adayım!
domalsın önümde kötülüğün soyağacı
şartsa, yeterse,
tek başıma ölmeye de adayım!
eh
kelime kapandı! hükmetti sessizlik ve ot!
damarlarımıza düştü uçak! nedensiz güldü pilot!
oğlanlardan ve alkolden vaktim arttıkça seni düşü-
nüyorum türkiye, inan doğru bu kere yanılsamam
ve ruhumun yavşak zıpırlığı, hiç değilse ayık
dolaşamayacak kadar dürüstüm,
türkiye, tarkan öleli çok oldu, artık onu unut; bu-
nadı kurt. playboy'a annemin çıplak resimlerini
satarak beyaz saray'a sırnaşmayı düşlüyorum
spermi biraz fazla kaçırdığımda,
beş parasız paraladığım sokaklarında embesillerini
ve taşak kalpli aydınlarının sidik yarışlarını
görüp bol bol osuruyorum, başbakanı dinlerken
televizyon karşısında ekrana ekmek teknemi aç-
mak ya da esrar içmek, geğirmek en büyük mutlu-
luk bana verdiğin,
otuz bir çekmediğim gecelerde düşler kuruyorum se-
nin hakkında, hür hülyalarımda sana zerre kadar
yer vermiyorum ama, maalesef ayakta kalıyorsun,
sosyal demokrat idiotlarını, orospu tavukların
uğrak yeri sanat galerilerini, festival sar-
kaçlarını, ölüsevici kültürünün uyanık tez-
gahtarlarını ve tezgahın altında neler dön-
düğünü farkedecek kadar sosyalistim,
hapsine düşmedim henüz, o yüzden tam solcu sa-
yılmam köle pazarı piyasanda, kıçına cop
girdiği için şair olanlardan da değilim; eli
kulağındadır tımarhanelerinden birinde tes-
cilli manyak olmamın ve koynuna girmediğin-
den dorukta sıçanların, o yüzden ibneliğim
de test edilip onaylanmadı,
uyuşukluklarıyla iktidara peşkeş çekip çaktır-
madan, sonnet'leriyle, balad' larıyla köçek-
leşen, raconları kıyak geçme üzerine kurulu
mason-ulema tayfanı da tanırım, sen de bilir-
sin ki havlayan it ısırmaz türkiye, bak, biz-
bizeyiz, çekinme, şu azınlıkları ne zaman ke-
sip kızartacağız, çok acıktım türkiye,
nazım'ını severim, buna kızabilirsin, ama bazı
-ne demekse- naif şairlerinin, devlet sanat-
çısı olmasına ve adının iktidar şakşakçısı
starlarla bir anılmasına dair çabalarına izin
verdiğinden, sana korkunç müteşekkirim, inti-
harımı hızlandırıyorsun böylelikle, böylelik-
le artıyor kirim ve seninle kirimiz, ne gam?
iyi akşamlar. persil supra.
mustafa suphi, artık hamsi mi türkiye, dikkat et,
balıkları örgütlemesin,
allah'a inanmıyorum, osmanlı'yım velhasıl, akın
edip avrupa'ya, toplayıp getiremesem de cil-
lop gibi veletleri, n'apalım, burdaki lüm-
pen teen-ager'larla idare ediyorum,
türkiye, ayıptır sorması ne zaman akıllancağız;
türkiye, kıbrıs'ın yakasını ne zaman bıraka-
cağız ve ne zaman yaraşır olacağız binlerce
devrim şehidimize,
türkiye, hiç terbiye edinemedim, yeteneğim bu ka-
dar; çük kadarken okudum sabahattin ali'yi,
kafka'yı, dostoyevski'yi, london'ı; kapital'e
başlayışım babamla aramızda çıkan küçük bir
harçlık sorununa dayanır,
iq'larımızın düşük olduğunu sanmıyorum, peki
bir eşek şakası mı bu; köy enstitüleri,
halk eğitimler, halkevleri ne ayak; behice
boran iyi ki unutuldu; iyi oldu, eline
sağlık türkiye,
hasbelkader bir önerim var: cia, eurovision'u
kazanmamızı, aet'na girmemizi sağlayamaz
mı acaba, şüphesiz, eh benimki de salaklık,
haklısın türkiye,
bizi milletçe sevmeyenlere ayar oluyorum; ağız-
larını burunlarını kırarak onlara medeniyet
öğretmek istiyorum türkiye,
ben, sex-shop'ların, komünist partinin, müslü-
man demokrat partinin, rock partinin, çeşit
çeşit gay barların açılmasını, askerliğin
kaldırılmasını istiyorum türkiye; bu top-
raklarda nobel, oscar, lsd, özgürlük ve sik
anıtları görmek istiyorum: kişi başına düşen
milli gelirden bana ait payı iade ediyorum
bütün bu harcamalar adına sana; hapishane-
ler, hayvanat bahçeleri, kamplar, tımarhane-
ler boşaltılsın derhal; ben bütün kentlerin
de barışla, erdemle, insanlık haklarımla ke-
yiften gebere gebere, ıslık çalarak dolaşan
bir seyyah olmak istiyorum; mandela kötü a-
dam, döv onu türkiye,
uzak asya'dan gelip akdeniz'e bir kısrak ba-
şı gibi uzanan bu memleket.. sizin! afiyet
olsun efendiler' demekten bıktım, bıktık,
anlıyor musun, orada mısın türkiye,
ama yine de memnun olmuyorsan bu tavırdan ve
kızıyorsan ve sinirleniyorsan, olsun, biz
yine geliriz; yine yazar, söyleriz;ölürüz;
biz yine gideriz; sen rahatını bozma o za-
man, güzel bir çocuk gibi bu şık dünya ya-
tağında, böyle masum böyle mazlum uyu tür-
kiye,
kim yaban gecenin tozuna bulanmış çocuk: ben,
aşkın duvarlarına gölünü biriktiren.
bizi tipi takip etti, biz orda seksek oynadık
annelerimiz yoktu, hep haylaz kalacağız sandık
kemiklerimi gömdüğüm buzul dudaklar
nasıl buruştuysa bir öpüşün ardındaki valste
ve yontunun yalnızlığına bırakılan bir sesi
üfleyen karı kancığı spontan eller
nasıl dolaştıysa vücudumuzun en atölye kulesinde
sizin gözleriniz akşamüstü dinlenen yaz tangolarına benzerdi. hatırlayın, 'arkadaşımın aşkısın'da birlikte ağlayışlarımızı. ve birbirimizden kaçırırken bakışlarımızı, kayboluşumuzu çiçek pasajında. sonra size o adada uzatıp verdiğim papatyaya 'şarlo' adını takışımızdaki derin mana ve ısrar. biz umutsuzluğu iyi biliyorduk, bize hep tokat da attılar. bunlara iyi üzülürdünüz. şimdi bunlara üzülemeyecek kadar öldünüz. bana biraz chopin çalın, sarılın bana. bakın, bu sabah, buğu yağacak şehrimize ve ben, her zaman yaptığınızı yapıp,
bir yılgınlığı okşamak için uzanan yazı
unutup gittik biz, biz hep haylaz kalacağız sandık
birbirlerine omuz vermiş insanların sararmış fotoğrafları
biz onlardan sonraları uçurtmalar yaptık.
sorguluyor tarih ve ipek bugün suçlarımızı
ve gözyaşı kanallarınızı iltihaplıyor o hisler
kanatıyor kıpkırmızı.
hırsızlar, hey hırsızlar!
lütfen çalmayın yoksul çocukların bisikletlerini
ve onlar uzak ada vapurlarına binerken
siz satın alın bir kerecik olsun
taze, sıcak, akşam simitciklerini..
ölüm mü, ölüm, hayatın gençken çektirdiği yakışıklı resimler
hafif bir gülümseme yerleşmiş mavi taş çeşme gözlerine
içelim, diyor/ yağmurun, terkettiği manitadır gökyüzü!
öyle çok ki imgeleri, şaşkınlığa düşüyorum
- abi, diye fısıldıyorum rakı kadehi kanyonundan,
hiç mi sevdalanmadın sen?! ...duruyor :biri vardı elbette, diyor
sen ortaya bir karışık salata daha söyle,şöyle rast makamı bir salata
gecenin orhan'ları, ferdi'leri, müslüm'leri gibidir bak yıldızlar!
sen daha gençsin, çükünden önce sustalı tuttun
bekaret kanından önce haybeci kanı gördün!
benden sana nasihat oğlum
sevdiğini anladın mı çekip vuracaksın hiç acımadan :aleme namın,
kullandığın aletin şık ışıltılarıyla çığ gibi bir aşkla inecek!
dinecek göğsünde dört başı mamur bir şimşek gibi dolanan hiddet!
sevdiğimin gözleri .. hükümet gibiydi
sevdiğimin elleri .. anlatsam, ellerinden utanırsın!
sevdiğimin elleri .. ellere yağmur olup gitti!
harcadım allah seni inandırsın......
kan ağladım kan tükürdüm kan yutkundum günlerce......
on yıl yattım mapushanelerde, bambaşka alemlerin parlak
güvertesinde!
sen ortaya bir büyük daha söyle, şöyle .. boş ver lan, ağlama!
uzun yazlardan sözeden kadınlardan korkacaksın
hani bir de ağustos, köpek gibi sarhoşsa ayakbileklerinde;
hani bir de masada rakı, aşkta endişe tükenmişse
uzun yazlardan sözeden kadınlardan çok korkacaksın
bir ağaç, gece vakti tırmanmaya kalkmışsa ölü rengeyiklerine!
uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden korkacaksın
hani bir de taşlı tozlu yollar, deli gibi koşuyorsa gözbebeklerinde;
hani bir de devrimde inanç, vücutta takat tükenmişse
uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden çok korkacaksın
bir çocuk, gece vakti sapanla vurmaya kalkmışsa sınırdaki askeri!
uzun şiirlerden sözeden şairlerden korkacaksın
hani bir de intihar fiyakalı bir sustalı gibi duruyorsa arka ceplerinde!
hani bir de kağıtta mürekkep, kainatta şiddet tükenmişse
uzun şiirlerden sözeden şairlerden çok korkacaksın
bir mecnun kul, gece vakti tanrıyla peygamberin arasına girmişse!
uzun sözcüğünden korkacaksın
hani bir de kısaysa yazılırken bile!
istirahate çekilmiş şehirlerden geç
terkedeceğin bir kadın olmalı bir tarafında
tren,yanında yatan yabancıya uzattığın el
gibi ürkekçe yaklaşmalı son noktaya
biliyoruz biz burada,senin sesin yoktu
biz burada uslu çocuklara şeker alırken
gecenin göğsüne ucunda elmas taşıyan ok
gibi saplanıverdi birdenbire
ı need you
maalesef!tamamlamamış ressam portreni
eksik kalmış gözlerin yüzünde,aldatıyorsun
günü
bak,koynuna ay almışsın
sen kendini ne sanıyorsun
ben kendimi kim bilir ne sanıyorum
bir zamanlar ben de istirahate çekilmiş şehirler geçtim
kadınlar terkettim paramparça
şimdi açım ve ıslanıyorum
kendine güven,kendini küçümseme
mesela kimse görmez kelebeğin gülümsemesini
çiçeğin açarken çıkarttığı sesi kimse işitmez mesela
her neyse,ben hep yabancı gibi yanındayım
bana kızma,-yeni sevgilim pek hırçın laf aramızda-
telefonu kapatmak zorundayım
ilk kurşunu alnına sıkacağım. ikincisini karnına; sonraki kurşunlar sırasıyla omuzlarına: böylece ıstavroz çıkararak öleceksin. ne mutlu sana! bana bir kadeh şampanya ısmarlamak için ne bekliyorsun? !
ipi boynuna kravat şeklinde bağlayacağım. asılırken kibar ve efendi görüneceksin. ne mutlu sana! her yanım tereyağı içinde, bana biraz havyar sürmek için ne bekliyorsun? !
sana saplayacağım bıçakla tanışmanızı istiyorum; çok eski dostumdur. birlikte çok iş başardık, çok badireler atlattık. keskin bir dili vardır. yani bir ülkeyi bile bölebilir. öyle keskin bir dil! ne mutlu sana! bana şurdan bir kilo tecavüz tarttırmak için ne bekliyorsun? !
susadığın için boğarken seni ben, su sporlarına yeni bir branş kattığını düşün. alnına neşterle god yazacağım. gotik harflerle, yeni dalga akımının etkisi altında, biraz chaplin'i taklit ederek. biraz kafası karışık bir richard brautigan'ı taklit ederek. biraz enseyi omurgaya almış bir berberi taklit ederek. ne mutlu sana! aramızdaki sinir haplarını toplayıp zorla konu komşuya yutturmak için ne bekliyorsun? !
bizim senle hukukumuz var. avukatımız var. suçumuz var.
bizim senle bir ömrü paylaşmaya andımız, bu andı çiğneyip içyüzümüzü ifşa eden ihanetlerimiz, birbirimizi kolayca harcamanın lüksü, bu lükse sığan baş önde boş boş oturuşlarımız var. konuşamayışlarımız, hiçbir şeyi açıklayamayışlarımız, kaçıp gitmeyi erdem sayışlarımız var. umutmuş, bir şans daha vermeklermiş, özürlermiş, lütfen unutlarmış: zaaf zaaf! bunlar evrim zaafı! ben kin tutmayı aşktan daha yüce bilirim. aşk acısı silinir, kin mezara kadar! sadece hümanist olacak kadar düşük değil iq seviyem!
bu gece alkolle sabahla; ona de ki: ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim.
bu gece hüzünle sabahla; ona de ki: ben bedendeki mıknatısın büyüsünü bozdum.
bu gece iğrenç bir korku filmiyle sabahla; ona de ki: kabuslarımın orta yerindeki tek güzel mabedin kapısına sıçtım.
bu gece imla kurallarına uyulmuş edebi bir intihar mektubu ile sabahla; ona de ki: farkındayım, ölsem, cesedimi gerçekten teşhis edebilecek tek insan odur; ceset de olsam, hainim hâlâ.
yalnızca iki el ateş edeceksin
çünkü aşk, israf değil!
içinde gizlenen siyah beyaz hayvan
haplanmış gözlerine çöken terk-i diyar
kalbinin çıkışındaki esrarlı sudan sebep
ve tetikteki on birinci parmak
bir kancalı kurdun yorgun kayalıklara oturup
aşağılardaki kalın ve büyük bağırsakları seyrettiği
gecenin tamamlanışında senin cesaretinle
senin yüzünü bir cerrah ustalığıyla değiştiren
o yüce kinle, o masum şiddetle
yeniden
hep hep yeniden tanımlanacak!
bir başka deyişle sen olan karşındaki cesedin
iri ve patlak göğüslerine gömülü dişlerinin arasından
kendi sahte varoluşunun
kendi kanlı spermlerinin
zamklı suretlerine doğru sürükleneceksin sersefil!
korkma!
yalnızca iki el ateş edeceksin
çünkü intihar, menzil değil!
bu ne tehlikeli mürebbiye: bakınca ezberle
yeceğim bir hadis gibi yaz
geçecekti sonbahara doğru süratli bir otomobil;
ah tabii o şimdi ölmüş
görünen çocuğun bir rehbere anlattığı son
aşk nedir biliyor musun seni üçüncü tekil şahıs
sayan seferde askerin sol üst cebindeki resim
de arkalarda durup başını öne eğen ilk adam;
büyük bir gülümsemeyle geçecekti yaz
dığım bir hikayenin bütün kahramaları
kutsal bir viyolonselden porteye doğru
geçecekti sonbahara süratli bir otomobil
içersinde sarı saçlı iblis ve herhangi bir tanrı
ya inanmak mıydı çıplak modelin apışına yağan
kar, teni tutan boran, ağzı kitleyen zemheri;
istikrarlı bir çekiliş yaşıyorduk sevişme
lerimizde memelerimiz vardı büzüşüp utanan
ların önünde hatim indirdim dudaklarımı
dudaklarınıza matem tülü üstünden
yazdı