mezinbûnin ji axaftinê kurdî, kürtçe konuşarak büyümektir.
babam bilmezdi benim kürtçe, ama amcam, amcam dilini asla unutmamıştı.
bana konuşmayı da ilk öğreten oydu, ve kürtçe öğretmişti. bana günün birinde babamla bu yüzden kavga ettiğini söylemişti, ilginç bulmuştum. 7-8 yaşlarındayken amcam bana: ''oğlum, zamanlar tehlikeli zamanlar, biriyle kürtçe konuştuğun zaman sana tehlikeli bakanlar olacaktır, aldırma, eğer bir şey yapmaya kalkarlarsa da kendini koru'' demişti. anlamamıştım, bir insan neden bir dilden korksun ki, neden bir dilden nefret etsin ki...
+ sen hangi dilde konuşuyorsun?
- kürtçe...
+ git başka yerde konuş, ya da sus.
orta okul öğretmenimden uzun yıllar önce duyduğum bu söz beni kızdırmıştı. hala aynı soruyu soruyordum kendime. neden? neden dir bu öfke? ama neden olduğunu anlamakta pek gecikmedim, yani; biz büyüdük ve kirlendi dünyâ gibisinden bir şey. büyüdükçe görüyordum bazı insanların, bazen insan olmadığını ve insanları sırf konuştukları dil yüzünden yargıladığını. amcam bu yüzden hep derdi: ''seni dilinle yargılayanları yargılama, onları tarih yargılayacak...'' ve hâlâ o tarihin onları yargılamasını bekliyorum, umut içinde.
isteyip de yapamadığımdır. bir kürt olarak kürtçe konuşarak büyüyemedim. çok zaman sonra fark ettim kaybımın büyük olduğunu. çocukken önemsiz görünen bu eksiklik, büyüyüp babaannenin yanında tek kelime edemeden sessizce bekleyince okkalı bir tokat gibi yüzüne çarpıyor adamın. halbuki ne kadar da istemiştim onunla doya doya konuşmayı. yılların özlemini gidermeyi.