ilber ortaylının makalesinin başlığıdır. şunları yazmaktadır saygı değer hocamız.
--spoiler--
Millet sisteminin sınıflandırmasına giremeyecek Kürtler için kültürel alanda belli düzenlemeler yapılmalı. Bunun dışındaki talepler realist değildir. 21’inci yüzyıldaki Türkiye;nin şartları ve coğrafyası değişiktir, Osmanlı yöntemleri kullanılamaz
Son 10 sene içinde açıkça ortadadır ki; Türkiye etnik problemlerin baskısı altındadır. içte ve dıştaki oluşumlar bir hortum halinde gelişiyor; Türkiye’de bu hareket beynelmilel alandaki tarafgir havadan da etkileniyor. Sorunların karşısında Türk bürokrasisi etkisiz ve bilgisiz; vatandaş çaresiz ve acılı, matbuat ise ne hazindir ki onlardan farksız.
Üstelik bu bilgisizliklere rağmen kendi için yetkili bir yer edinmek isteyenler var. Hiçbir batılı ülkede medya ve üniversite bu biçimde yetki edinmeye kalkmaz; medya bilgi edinir ve nakleder, akademi ise bilgi edinir ve tasnif eder. Ama bizde az bilgiyle çok iktidara yeltenenler var.
Prof. Halil inalcık tarafından Osmanlı sistemi içinde bu sorunun çözülemeyeceği açıkça beyan edildi. Bu ciddi bir tenkittir. Zira millet sistemini özetlersek; belli bir etnik gruba değil ama inanç grubuna direnmenin, kendisine millet denen zümreyi oluşturduğunu görürüz. Slav dili konuşan Bulgarlar, Makedonlar, Arnavutça konuşan Hıristiyan Ortodoks Arnavutlar (ama işkodra’nın Katolik Arnavutlarıyla çoğunluğu oluşturan Müslüman Arnavutlar değil) ve daha garibi Orta Anadolu’daki Hıristiyan Türkler, Filistin ve Suriye’deki Hıristiyan Araplar da Helenlerle birlikte Rum Ortodoks milletini oluşturur.
Üç ayrı mezhebe tabii Ermeniler ise üç ayrı milleti oluşturur: Ermeni, Katolik ve Protestan. Bunun pek suni olduğunu da söyleyemeyiz. Katolik Ermeni ile Ortodoks Ermeninin yaşamı da birbirileriyle olan ilişkileri de konuştukları dilin aynılığına rağmen birbirinden uzaktı.
Federasyon 1918 yılında öldü, bir daha dirilmez
20’nci yüzyıl boyu birbiriyle karşı karşıya gelen ve mücadeleleri yavaş yavaş şiddetlenen Müslüman Arnavut, Türk, Arap ve Kürt o vakte kadar “Elhamdülillah Müslümanız” deyişiyle bir arada giderlerdi. Bugün doğudaki ari kavim yani Kürtler artık ayrı bir kimlik güdüyor.
iki unsurun bir arada yaşaması için millet sistemini önerenlere karşılık ne var? Kürt siyasi kuruluşları bazen telaffuz ediyor, bazen susuyor ama federasyon istedikleri belli. Oysa federasyonlar 1918’de Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorluklarıyla birlikte tarihe gömülmüştür. Bu sistemin bir daha dirilme ihtimali olmadığı da Sovyet Rusya ve Yugoslavya’nın tek partiye dayalı totaliter yönetiminin aniden göçmesiyle anlaşılmıştır.
Osmanlı millet sistemi, dini grupların kendi dini hukukları çerçevesinde yaşamasını öngörür. Yani Müslümanlar için Kuran’ın şeriatının, Yahudiler için Tevrat-Talmut’a dayalı şeriatlarının, Rum Ortodokslar için de “Turkokratia dönemi” dediğimiz Roma hukukunun son şeklinin aile, miras, nikah ahkamı için tatbikinden ibaretti. Genelde Ermeniler için de aynı durum söz konusuydu. Fakat şaşılacak bir şey; miras taksimi için bazı Hıristiyanların da kadı mahkemelerine müracaat ettiği görülmektedir. Medeni Kanun’un kabulünden sonra hukuk alanında böyle bir ayrımın görülmediği ve gereği olmadığı da açıktır.
Son derece hazırlıksız, kolaycı tartışmalar
O halde bütün sorun aslında millet sisteminin sınıflamasına girmeyecek Kürtler için hukuki alanda olmamak şartıyla, kültürel alanda gereken düzenlemelerin yapılmasıdır. Bundan fazla taleplerin realist olmayacağı çok açıktır.
Sorunların kolaycı ve hazırlıksız tartışıldığı anlaşılıyor. Nitekim son açılım girişimleri beklenmedik tepkiler yaratmıştır.
21’inci yüzyılın Türkiye’sinin şartları ve coğrafyası değişiktir; bu değişiklik üzerinde durarak öneriler getirmek gerekiyor. Kesin ayrımlı bölgeler ve homojen özellikli grupların da kalmadığı görülüyor.
O vakit kalıp görüşlerin uygulanamayacağı açıktır.
Yıpratma deneyimi
Alevi çalıştayı ve hayali Genelkurmay raporunu bahane edip Taraf’ta beni etik ve edep dışı biçimde yıpratıyorlar
Alevilik üzerine dedelerin, aydınların, konuyla ilgili tetkikleri olan tarihçilerin katıldığı bir çalıştay düzenlendi. Çalıştayın düzenlenmesinde Devlet Bakanı Faruk Çelik’in de katkıları var. Beni bakana bağlı danışmanlardan biri sözlü olarak davet etti. Konuyla ilgili çalışmam olmadığını, seneler evvel Alevi derneklerinin ve izzettin Doğan hocanın tertiplediği böyle bir çalıştaya katıldığımı ama faydalı olamadığımı hissettiğimi söyledim. Her yerde hazır bulunmak katkın olmayacaksa ciddi bir davranış değildir. Danışmanın bu çekincemi Taraf gazetesinin ünlü sütun yazarına ve Sabah gazetesinden Sevilay Yükselir hanıma nasıl naklettiğini bilemem. Zaten nakletme sebebini de anlamış değilim. Şık bir davranış değildir. Devlet bürokrasisinin, basının bazı mensuplarıyla bu işbirliği demokrasi ile açıklanamayacak, ciddiyet bakımından memnu ve laubali bir tavırdır.
isimler verilmeden ama tarifim yapılarak bana hücum ediliyor. Kendileri isim vermiyorlar ama onların tarifiyle internetin sorumsuz ve yazarı isimsiz sayfalarında benim ismim zikrediliyor. Bu edep dışı davranışın etik ilkelere de uymadığı açık. Fikrimce Alevilik bu memlekette her şeyden önce sosyal bir kurum olarak laisizmin ayaklarından biridir. Edebi bir kültür olarak da folklorun bir parçasıdır. Bunun dışında hiçbir şey demem ve demedim de.
Son günlerde benim ismim hayali bir Genelkurmay raporuna konmuş; haberi veren de gene Taraf gazetesi... Bazı yazarlarının epey bir zamandır evvela tarihçiliğimle, bilahare Topkapı Sarayı’ndaki konserde organizatörü destekleyen tavırlarıyla bana hücum ettikleri malûm olan Taraf’taki bu haber de basit bir yıpratma deneyimidir. Bu efendiler kendilerinde böyle bir yetki olduğuna nereden inanıyorlar ve kendilerine böyle bir gücü nasıl hamlediyorlar bilmiyorum.
Her fikir savunulabilir, herkes tenkit edilebilir ama edep ve akıl çerçevesinde... Bazı gazeteci arkadaşların bazı ilkeleri öğrenmesi lazım, şayet öğrenebilirlerse.
DP dönemini bir efsane haline getiren düşünce, Altan Öymen’in “Öfkeli Yıllar”ını okumalı
Altan Öymen basın dünyamızın üstatlarından; 1932 doğumlu, 1950-60 arasını 20’li yaşlarında yaşadı. Daha Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken gazeteciliğe hazırlandı ve galiba hayatta da yönlendiği meslek buydu. Tek parti döneminin milletvekili ama eğitim camiasının tanınmış simalarından Hıfzırrahman Raşit Öymen’in oğludur.
Öğreticiliğe veya memurluğa basını tercih ettiğini biliyorum. Doğuştan gazetecidir. Vakit ayırır, herkese yazı yazmayı öğretirdi. Ben bile basın dünyasına Milliyet’te bir diziyle onun daveti sayesinde başladım. Yazdığımı her gün düzenler ve tavsiyelerde bulunurdu.
Asıl mesleği her zaman gazetecilikti
Altan Öymen’in gazeteciliğe başladığı yıllarda onun gibi yabancı dil bilen gazeteciler azdı. Bu yetenekleri sayesinde mesleğini çok geniş alanda yapabildi. 29 yaşında kurucu meclis üyesi oldu. Bu onun siyasi hayatının başlangıcıdır. CHP’de milletvekilliği ve bakanlık yaptı, en sonunda genel başkan da oldu; ama her zaman asıl mesleği gazetecilik olmuştur. ANKA ajansını kurdu, yazı ve yorumlarını hiç aksatmadı.
1950’lerin dünyasını anlatan en önemli kitabı Değişim Yılları”dır. Bunu tahlil etmiştim. “Öfkeli Yıllar”da ise Demokrat Parti iktidarının hırçın iktidar yılları anlatılıyor. McCarthy döneminin Türkiye’deki yansıması, komünizm fobisi, solculuk suçlamaları derken partizanlık, basın üzerindeki baskılar, yargı üzerindeki denetim, ele alınan bazı konular; bunların abartılı tespitler olmadığını söylemeliyiz. Yalnız bir tarafı da vurgulamak lazım: Sol korkusu ulusal korku haline dönüştü çünkü CHP’lilerin bu konuda DP’lilerden daha farklı hareket edip düşündüğünü söylemek mümkün değildir. Zaten DP’nin bağnazlıkları da bu nedenle kontrolsüz ve önlemsiz olarak devam etmiştir.
Hafif alaycı ve akıcı bir üslupla yazılmış
“Öfkeli Yıllar” iyi eğitim görmüş genç bir gazeteci gözüyle bir devrin değerlendirilme raporudur. Bu gazeteci kuşkusuz ömrü boyunca CHP’lidir, onun için bir dönemin ilginç gözlemidir. Üstat bu dönemi hafif müstehzi ifadesiyle ve akıcı üslubuyla kaleme almıştır. DP dönemini bir efsane haline getiren düşüncenin bazen bu tip eserlere hatırat ve gözlemlere müracaat etmesi kaçınılmazdır. Devirleri değerlendirmek
için yaşayanların notlarına, evraka ve bırakılan eserlere bakmak lazım.
1950-60 arası halen yazılmadı. Yazılacak ve yazarken de Altan Öymenin ve diğer basın mensuplarının eserlerine başvurulacak. Onların içinde en vukuflu olanların başında Altan beyin yazdıkları gelir.
--spoiler--
hoca güzel söylüyor. türkiyenin dünyaca tanoınan en büyük tarihçilerinden biri gecmişi süzerek uazmış yazısında anlatmış herşeyi.