bazı sözlük yazarları diyorlar ki; kürtçe dil değildir farscadan türemiştir farsca üzerine inşaa edilmiştir. diyelim ki haklılar ve kürtçe bir dil değil. kürtçe esasında farsca ise ve bu ülkede bu kadar insan farsca konuşuyor ise dünyanın tanıdığı bir dil olan farsca konuşan insanlara bu kadar saldırganlık niye o halde. adam farsca konuşuyor işte, sana burda ne batıyor kardeşim demezler mi? madem farsca trt farsca yayın yapan bir kanal açsın. biz kürtlerde izleyelim.
güneş balçıkla sıvanmıyor,mızrak çuvala sığmıyor, güneş-dil teorisi artık tutmuyor, inkar politikalarını ne türkler ne kürtler artık yutmuyor canım kardeşim. uyan.
kafaları kuma gömülülerin hala aramızda olduklarını gösteren günlerdir. lan hala utanmadan kürtçe dil değildir deyip duruyorsunuz? dil değilse nedir amına koyim? bunca insan ne konuşuyor? dil değilmiş. siktir git ya.
neden hiç kimse bu günlerde nelerden bahsedildiğinden ve nelerin tanıtıldığından bahsetmiyor sorusunu sormuyor u akla getiren günlerdir. yeter artık. kürtçenin bir dil olup olmadığını tartışmaya gerek yok. kürtçe bilen arkadaşların bu soru hakkında bizleri aydınlatması daha mantıklıdır. hem kendi konuştukları dilde verilen eserleri tanıtmış olurlar ve hemde savundukları, ülkemizin kültürel bir zenginliğinin göstergesi olan bu dilin tanıtılmasını sağlarlar.
Huzurlarinizda iki Türkçe sevdalisini, ‘Türkçe’den baska dil kullanilmaya’ fermanini vererek Türkçe’ye çaglar astiran Karamanoglu Mehmed Bey’i ve ari-duru Türkçesiyle çaglari asarak gönüllerimizi fetheden Yunus Emre’yi rahmet, minnet ve sükranla aniyorum.
Bilindigi gibi, dil, milletlerin hayat kaynagidir. Milletler, kültürlerini, medeniyetlerini dilleri üzerine insa eder ve sürdürürler. Kusaktan kusaga milli varliklarini dil ile aktarirlar. Bir baska ifadeyle, dil, toplumu kusatan ortak degerler yaratir ve toplumsal bütünlesmeyi saglar. Kisacasi, dil, milletlerin kalbi gibidir. O kalp durdugu zaman, milletlerde ortadan kalkar. Tarih, dilini kaybettigi için bugün varligini sürdüremeyen topluluklarla doludur. Öyle ki, Orta Asya’dan zaman zaman Bati’ya dogru akan bazi Türk topluluklari da zaman içerisinde dillerini kaybetmis, bundan dolayi da baska milletler arasinda eriyip, yok olmuslardir.
Dilin, milletleri yasatan, büyüten en önemli unsurlardan biri oldugunu farkettigi içindir ki, Karamanoglu Mehmed Bey, kendi çagdaslarinin aksine günlük hayatin disinda, devlet hayatinda da bütün isleyisin Türk dili ile gerçeklestirilmesi fermanini vermistir.
Yine bu topraklarda yasayan ve dünyaya insani konu alan en güzide siirleri ve sevgi felsefesini armagan ederek evrensellesen Yunus Emre’de tipki Karamanoglu Mehmet Bey’in sergiledigi hassasiyetledir ki, ari-duru bir Türkçe ile siirlerini dile getirmeyi yeglemistir.
Dilin, nesilleri birbirine baglayan özelligi üzerine bizim tarihimizde, kültürümüzde ve edebiyatimizda daha pek çok örnek bulunmaktadir. Dede Korkut, hikayelerinde soy soylayip, boy boylarken, örf ve ananelerimizi ve milli hassasiyetlerimizi bize yüzyillardan beri ögretmeye, anlatmaya devam etmektedir. Haci Bektas-i Veli, Haci Bayram-i Veli divanlari manevi alemimizin derinliklerini bizlere göstermektedir. Kanuni Sultan Süleyman siirleriylede “muhtesem bir insanin” diline en hakim insan olmasi gerektigini, Sah Ismail Hatayi, Anadolu’nun hemen yani basinda bir baska Türk devletinin daha bulundugunu hatirlatmistir.
Bu güzel Türkçe iledir ki, hâlâ Karacaoglan alir bizi Toroslar’a, Çukurova’ya götürür, Ömer Seyfettin dilin zevkine eristirir ve Mehmet Akif vatan sevgisinin ve istiklâl askinin bir faninin gönlünde nasil firtinalar kopardigini gösterir.
Tarihin kaydettigi en eski milletlerden birisi olmamiza ve binlerce yildan beri dilimizi koruyarak bu günlere ulasmamiza ragmen, dilimiz zaman zaman baska dillerin, kültürlerin kusatmasi altinda yasamak zorunda kalmistir. Özellikle, Selçuklularin belli bir döneminde, günlük hayatta Türkçe egemen olmasina ragmen, yöneticiler ve aydinlar arasinda ne yazik ki, Arapça ve Farsça ragbet görmüstür. Osmanli’nin son dönemine rastlayan yenilesme sürecinde ise, aydinlar arasinda basta Fransizca olmak üzere, Bati dilerinin etkisinde bilim, sanat ve kültür dili arayislari gelismistir.
Ancak, bu arayislarin karsisinda her zaman büyük bir milli duyarlilik olmus, her zaman güzel Türkçemizi büyük bir baglilikla seven, kullanan nesiller yetismistir. Bunlar arasindan, bilim, edebiyat, kültür, sanat dili olarak, güzel Türkçemizle insanliga gerçekten ‘evrensel ölçekte’ muazzam eserler sunan pek çok Türk sanatçisi ve kültür adami çikmistir.
Dil, milletlerin hayatinda, milletlerin var olmaya devam edebilmesi için en önemli unsurlarin arasinda yer aldigi gibi, ayni zamanda da milletlerle birlikte yasayan, devamli gelisen ve ihtiyaçlara göre kendini yenileyen canli bir organizmadir. Bilindigi gibi, dil, insanoglunun ayni geçmisi, ayni kültürü ve kaderi paylastigi insanlarla iletisim kurabilmek için, duygu ve düsüncelerini ses yoluyla husule getirdigi ve Allah’in yeryüzündeki canlilar içinde yalniz insana bahsettigi bir özelliktir. Dilin, hizla gelisen iletisim ve ulasim teknolojisi ve hayatin her alaninda yasanilan dönüsüm karsisinda degismeden, kirilmadan veya etkilenmeden durmasini beklemek de elbette ki dogru degildir.
Yalniz, burada birkaç husus üzerinde özellikle durmak geregini hissetmekteyim. Bunlardan ilki, küresellesme sürecinin yanlis bir sekilde algilanmasi ve egitimden günlük hayata kadar milli dilin disinda bir dilin ön plana çikarilmasidir. Ikinci Dünya Savasi sonrasinda Bati ile siyasi ve ekonomik iliskilerimizin geldigi konumdan kaynaklanan bir tercihle okullarda Türkçe disinda, dil ögretimi müfredatinda yer alan Ingilizce ne yazik ki, bugün ilkögretimden, yüksek ögrenime kadar bütün egitim hayatimizin temeli haline getirilmektedir. Birtakim çevrelerin ve milli duyarliktan yoksun, Türk dilinin güzelliklerinin, tadinin ve zenginliklerinin farkina varamamis kisilerin Türkçe’nin bilim dili olmadigi gibi bilim disi iddialarinin da ne yazik ki bu anlamda toplum üzerinde zararli etkileri bulunmaktadir. Aileler de, milli hassasiyetlerine ragmen çocuklarinin gelecegi açisindan bu gidisatin saglikli bir degerlendirmesini yapmakta güçlük çekmektedir.
Birçok egitimcinin, aydinin bu egilimin sakincalarini büyük bir ciddiyet içerisinde ortaya koymasina ragmen de bu tutum uzun yillardan beri sürdürülmektedir.
Oysa ki, kendi dilinin güzelliklerinin zevkine varamayan, zerafetini, inceliklerini kavrayamayan nesillerin içinde yasadiklari topluma karsi yabancilasacaklari, toplumun degerlerini anlama ve kavramada güçlük çekecekleri de ortadadir.
Bizim, yabanci dil ögretimine karsi olmak gibi bir tavrimiz bulunmamakla birlikte, yabanci dille ögretimin bu türlü mahsurlarinin da dikkate alinmasi noktasindaki hassasiyetimiz bilinmektedir. Bu çerçevede, okullarimizda, egitim-ögretim dilinin Türkçe olmasi ve ders olarak Türkçe ögretimi konusunda daha duyarli, gerçekçi bir politikanin uygulanmaya konmasi konusunda çalismalarimiz da sürmektedir. Bugünkü meselemizin yabanci dil ögretiminden degil, yabanci dille egitimle kaynaklandigini görmek durumundayiz.
Surasi açiktir ki, kendi diliyle egitim yapamayanlar bilimsel gelismeleri özümseyemezler ve çagin bilimini takip etmekte yetersiz kalirlar.
Ikinci olarak üzerinde durmak istedigim nokta ise, bilhassa kitle iletisim araçlarinda Türk dilinin kullanilmasinda sergilenen özensiz ve duyarsiz tavirdir. Kitle iletisim araçlarinin dünyayi hizla global bir köye çevirme sürecinin baslamasiyla birlikte bir çok ülke, dilini koruma altina almak, yozlastirilmasini önlemek için içerisinde ciddi cezai yaptirimlar da bulunan bir dizi tedbir almak durumunda kalmistir. Gayet tabii olarak, bu hassasiyetlerin bir takim yaptirimlar dolayisiyla sergilenmesini beklemek, herseyden önce hem toplum olarak, hem de her bireyin tek tek sahip oldugu büyük bir zenginlik olan dile sahip çikma duyarliligi ile bagdasmamaktadir.
Ayni zamanda toplumun medeniyet yolunda aldigi mesafelerde öncü bir sorumlulugu ve inkar edilemez etkinligi söz konusu olan medyanin yabanci sözcükler basta olmak üzere, dilin yanlis kullanimi ve argo gibi dil sapmalarina karsi daha bilinçli bir tavri kendiliginden gelistirmesi gerekmektedir.
Gerek yabaci diller karsisinda Türkçe’ye karsi ve gerekse iletisim araçlari da dahil günlük hayatta dilimizi kullanma konusunda ortaya çikan duyarsizligin dogal bir uzantisi olarak, bilimde, sanatta, edebiyatta yasadigimiz yozlasma ve kisirlasma gibi sanayi ve ticaret alanlarinda da sikintilarla karsi karsiya bulunmaktayiz. Bunlarin en basinda marka ve imaj olusturma problemi gelmektedir. Günümüzde, igneden iplige her türlü üretimi gerçeklestiren, dis ticaret pazarini genisletme çabasi içerisinde büyük mesafeler kaydeden Türkiye’nin mahalle bakkalindan, en büyük üretim tesislerine varincaya kadar kendi dilinde isim ve markayi tercih etmeme egilimine girmesi gerçekten büyük üzüntü vericidir.
Bu durum, tarihin en eski, köklü milletlerinden birisi olan ve derin dil acilari yasayan Türk milletine yarasir bir tavir degildir. Yabanci dillerden alinma ticarethane tabelalari, ürün markalari bir taraftan yabancilasmanin, diger taraftan yapilan iste kendine güvensizligin tezahürleri olarak algilanmalidir.
Türk insaninin dinamizmini, gücünü ve azmini perçinleyen, daha da öne çikaran bir diger gerçek ise Türkçe’nin genis hakimiyet alanidir. Balkanlardan, Kafkaslar’a, Orta Asya’ya, Dogu Türkistan’a kadar çok büyük bir cografyada konusulan dilimizin bize kazandiracagi büyük imkanlari fark etmemiz ve ufkumuzu daha derin, daha genis tutmamiz gerekmektedir.
Bir taraftan bilimde, sanatta, edebiyatta ortak bir dil olusturmak, öte yandan da Türk emeginin, aklinin ve kaynaklarinin ürünü olan sanayi ve ticarete konu mallarimizin dünyaya açilmasinda kendi markamizla varolabilmek temel hedefimiz olmalidir.
Kendimize ait olan zenginligin farkinda olmadan, kendimizi çesitli gerekçelerle baska dillerin etkisine açik tutmak aslinda sahip olabilecegimiz çok büyük imkan ve zenginlikleri de reddetmemiz gibi bir anlama gelmektedir.
Büyük Türk düsünürü Gaspirali Ismail Bey’in dedigi gibi, ‘dilde, fikirde, iste birlik’ içinde Türkiye’den Balkanlar’a, Kafkaslar’a, Orta Asya’ya uzanan genis bir cografyada Türkçe konusarak yeni bir isbirligi sahasini kurmak artik mümkün hale gelmistir.
Bu günü anlamli kilan, çaglar boyu bizi yasatan dilimize saygi ve sevgide en önde olan ve çaglar boyu milletimizin hafizalarinda hep canli kalan Karamanoglu Mehmed Bey’e, Yunus Emre’ye ve dahi onlarla ayni yolda yürüyenlere selam olsun diyorum.