“bir minder uzattılar ayaklarının altına, ayakkabıyı ona uzattılar. yüreği delicesine çarpıyordu şimdi. minderin üzerinde ışıltıyla duran bu cam ayakkabı tekine uzattığı ayağı, hayatının en büyük dönemecine adım atıyordu. ilkin ayakkabının üzerine koydu ayağını, ardından ayağına geçirmeye çalıģtı. ansızın bütün coşkusu, sevinci, umutları söndü.
o cam ayakkabı külkedisi'nin de ayağına olmadı.”
geçen gün tv'de denk geldi. malumunuz; haberlerin izlenecek bir tarafı kalmadı, zaten izleyecek doğru dürüst kanal da kalmadı ya, neyse, kaptırdım izledim filmi. çocukluğumdan bu yana 3-5 defa izlemişimdir ama bu son izleyişimde garip bir şey hissettim. adına samimiyet mi, huzur mu, adalete tekrar inanabilmek mi, yoksa hepsi birden mi desem bilemiyorum ama derinden garip bir his yumağı kapladı içimi.
samimiyet, huzur, adalet... bu kavramlara o kadar yabancılaşmışız ki yıllardır; insanlardan o kadar soğumuşuz, o kadar çok ümidi kesmişiz ki herkesten, her şeyden. filmin fantastikliği de işte tam orda başlıyor. kötülüğe karşı saf iyilik, küfürsüz, hakaretsiz, bıkmadan usanmadan iyilik. prensin rüyasında gördüğü bir kıza aşık olması ve ondan başkasıyla iyi olamayacağını düşünmesi, birbirine adanmış masum hayatlar. ve tabii ki adaletin tecellisi. bunlar artık fantastik. (bir de gerçek hayata bakıyorsun; bel altından üste çıkamayan muhabbetler, kadını salt seks objesi olarak gören skor sayacına dönüşmüş zavallı yığınlar...)
güzel mi güzel bazı şeyler kaybedilmiş, unutulmuş. bazı eski filmleri izleyip, kitapları okuyunca çok acıyorum şimdiki insanlığa, düştüğü zavallı seviyeden dolayı.
bütün gün iş görüşmesi yapmaktan helak olmuş bir vaziyette eve dönüş yolunu tutar. vapurda üşür. perinin yarattığı bal kabağından vapura biner. vapurdan inince iş görüşmesi için ayakkabılarının uygun olmadığını fark eder. işe bu yüzden mi alınmıyorum diye düşünür. cebindeki son parayla ayakkabı almaya gider. bakar etrafına çok sevmese de bir ayakkabı dener. daha sonra onunda genç ayakkabıcı ilgilenir. uzun boylu, yakışıklı genç delikanlımız kül kedisini çok beğenir. gözlerini ondan alamaz. dayanamayıp dizlerinin üzerine çöker ve kül kedisine evlenme teklifi eder. kül kedisi bu teklife red cevabı verir. lakin yakışıklı delikanlı niyetinin ciddi olduğunu ve şaka yapmadığını söyler. kül kedisi kendisini utandırdığını ama bu teklifi kabul edemeyeceğini söyler ve ayakkabısı alıp mağazadan ayrılır. ayakkabı prensi kül kedisinin peşinden gider ısrar etmeye devam eder ama kül kedisi yine kabul etmez ve utanmış bir biçimde otobüs durağına gider. 19s otobüsüne binip evinin yolunu tutar. her kül kedisinin eti yenmezdir.
Kader her güne isminle baslar
Hadi gel yine bitsin savaşlar
Aşktan ne buldum ki bugüne dek
Aç kalbini dedi bana melek aç kalbini kadın
Tas kalbimin kilidine kaç mermi sıkıldı
Nafile bunu da bilirsin
Aç kulaklarını simdi sokakta bizim sarkilarimiz çalmıyo dimi
Bi hata edip uyandim en derin uykudan
Destani bastan yazmak için
Yine katledip kendimi bi kösede beklerim
Sirf sen beni üzdün görmedin ki
Adiysen en büyük yanlisin kalbim senle askim demekti
Yasattin en güzel baharlarimi kisi ama bana yaptin hata insanlik disi
Bu sana veremedigim en güzel çiçekler bak al simdi koynunda kokla
Sikerim askin izdirabini derlerdi simdi git aski kiçina sok lan
Canimi yaktigini saniyosun yoktan yere aldattin bilirim çoktandir
Hadi git tamam esyalani topla yetis dostlarina ismarla votka
Bu benim en berbat 14 subatim
Aklimda mi saniyosun acaba suratin
Ölü barislarla sahilde tur atip gel ertesi gün bagir altima yatip
Bu hakaretlerden utanman gerekli çünkü Allah yukarda
Benim gibi sever mi seni unutanlar
Benim gibi el üstünde tutarlarmi lan ?
Külkedisi uyan gece saat 12
Suan biraz huzurlu ve mutluyum sanki
Tükettim içimde kalan son sevgi tohumunu
Bi daha ki bahari beklemem inan ki
Bozdur parasini bütün evlerin
Kalbimdeki evin yerle bir
Herkes inanmadi ve fakat el verip sana açik bütün kapilarim gel dedim (gel gel )
Hiç süphe duymadim nerdedir diye
Sen pavyonda da ben sana hediye
Almak için ne diye gezdim acaba
Kivir kizim etegini notum sana pek iyi
Sen sefasini sür ve ben çekeyim cefasini
Bu koydugumun askinin
Hacettepeli bir ölü ve tacini takmak için bi tek ben ugrastim
Sus fiyasko yasat basardin kasar
Bu tiyatro sahnesi degil seni asar
Siyah fon müzikleriyle tango yap
[hadi ya geliyorum aids bulastir]
Istemiyorum kursunlar kursunu
20 yil sonra göz altin burusur
Kiz dedigin yeri geldiginde konusur
Sevgilisiyle saatinde bulusur
Burdan Adapazari'na kadar uçurum
28 cm dalga tut ucunu
Ben direksiyon basinda sen belki vurusur
Kondom kuklanin kaza kursununa kurban gidesin
Öyle mi dersin ?
Sus be kizim motorun dinlesin
Sen git seni daha beterin gelsin
Elmas madenim servetim dersin
Onu da satma bari boku yersin
Sen benim galaksimde gezegensin
Orospuluk yapta sik gaza gelsin
Mini cooper'a ancak rüyanda binersin
Külkedisi uyan gece saat 12
Suan biraz huzurlu ve mutluyum sanki
Tükettim içimde kalan son sevgi tohumunu
Bi daha ki bahari beklemem inan ki
Bibidi babidi boo diye bir şarkısı vardır ki bir dilinize takıldı mı tüm gün aynı şarkıyı söyler durursunuz, hatta duramazsınız, onun baloda yaptığı dansı yapmaya başlarsınız. Dünyanın en mutluluk verici şeylerindendir bence.
genç kadınlara hayatlarındaki olumsuzluklarla mücadele etmektense beyaz atlı prens beklemelerini öğütleyen masaldır. andersen bu amaçla yazmamıştır belki ama mesaj budur. bir çok genç kadının gece yatarken kurduğu hayallerin temelini oluşturur. beyaz atınıza kendiniz sahip olun bunun için savaşın hatta daha sonra isterseniz atınızla birlikte gidip prensinizi alın diye değiştirmek istediğim masaldır.ayrıca;
--spoiler--
işte o gün bu gündür kadınlar, ayaklarını erkekler tarafından belirlenmiş kalıplara sıkıştırmaya çalışır, böyle yaparak erkeğin 'prensesi' olacağını düşler dururlar. zaman geçtikçe topallamasının, kendini depresif hissetmesinin sebeplerini sürekli kendi eksiklerinde arayarak ve pabuç'un ne denli geçerli olduğunu hiç düşünmeden.
erkekler ise ellerindeki 'ayakkabıya' (veya düşlerindeki kalıba) 'ayağını' (kendini) sıkıştıracak kadını arar; 'ayağı sıkışmış' bir kadının ne denli gerçek, ne kadar huzurlu, mutlu olup mutlu edebileceğini bile düşünemeden ve birlikte yalınayak yaşayabilmenin özgür keyfinden habersizce.
--spoiler-- *
saatin on ikiyi vurmasıyla gerçek kimliğine bürünen şahıs. o değilde nasıl ayaktır onunkiler anlamadım ki, koskoca ülkede sadece o camdan pabuç kendisine denk geliyor. demek ki hasbam özel üretim ayakkabı kullanıyordu.
günümüz şehirli kadının hayallerini çok güzel tasvir eden metafordur.. niye mi?
1- kül kedisinin çitayı düşük tutmaması. o kadar kötü durumdayken bile hala gözü prenstedir. acaba aklına oduncunun ya da çiftçinin oğluyla evlenmek gelmiş midir? her gün çalışıyorsun, yerleri silip yemek yapıyorsun, itilip kakılıyorsun ama gözün prenste. prens, kesin her gün kaç karıyla gönül eğlendirip hizmetçileri yerin dibine sokuyordur. ama bu, kül kedisinin umrunda değil ki! belki oduncunun oğlu daha karakterli daha iyi bir insan!
2- baloya gitmek için yanıp tutuşur. sen baloya gitmesen, yan evlerdeki hizmetçilerle oturup konuşsan, çay falan içseniz olmaz mı? olmaz tabi, alemlere akmasa bir yanı eksik kalır.
3- güzelliğini silah olarak kullanmıştır. makyaj ve güzel kıyafetlerle prensin gözünü boyamış, sonra esrarlı ve gizemli ayakları yaparak prensi cezbetmiştir. madem o kadar karakterli bir kızsın prense kendini olduğun gibi göstersene! hani önemli olan iç güzelliğiydi!
4- kül kedisi kendinden daha kültürlü, daha zengin ve daha saygın biriyle evlenir.
Ben bir ömrü zor kazandım
Külkedisi değil bu kız
Hayat benden çok şey aldı
Huyu böyle hayat hırsız
Sahte yüzler maskeler başka bir dost istesin
Kendine kul gezenler uzağımda beklesin
Ne çok savaş vermişim şimdi huzur cennetim
kalbinde kin besleyen yakınımdan geçmesin
Büyütürken, incitirken çok öğretti hoyrat yıllar
Savaşırken, değişirken ayrıldı yollar
ayak numarası koskoca masal ülkesinde tek olan hatun. nitekim olay gecesi bıraktığı ayakkabı sadece ona uymaktadır. ayrıca mal, gördüğünü bir daha farkedemeyen bir prensin karısı olmuştur zira prens ayakkabıyı denemeden önce "lan sen o kız değil miydin?" diye bir tepki vermez ayakkabı olunca sarıp sarmalar.
çok büyük bir mantık yanlışı üzerine kurulmuş masal.
şöyle ki masala göre peri gelir, külkedisi olarak bilinen hanım kızımıza bilimum sihirler, büyüler uygulayarak güzel elbise, camdan ayakkabı, 57 numara ten rengi mat çorap, balkabağından araba, kediden şöför, farelerden at yapar. külkedisi, cindrella olur. saat 12 de dönmek zorundadır çünkü saat 12 de her şey esgi haline dönüşecek der masal. bu durumda camdan ayakkabıların da esgi haline dönüşmesi gerekmez mi ?
prens dediğimiz delikanlı nasıl bunu kullanarak çubukla su arar gibi prensesini arar ? böyle bir hata nasıl olur da trilyonlarca yıl boyunca düzeltilmez, oynanmaz?
Fransızca: Cendrillon, ingilizce: Cinderella, Almanca: Aschenbrödel ya da Aschenputtel , Rusça: -Zoluşka-), ünlü bir
Avrupa halk masalının baş kahramanı genç kızın adıdır. Masalda kıskanç üvey annesi ve üvey kız kardeşleri tarafından kötü davranılan bir genç kız (Külkedisi), ona yardım eden bir iyilik perisi, ve onunla evlenip Külkedisi'nin tüm hayatını değiştiren yakışıklı bir prens anlatılır. Dünyada sayısız kez işlenen bu öykünün sadece Avrupa'da 550'yi aşkın değişik biçimi anlatılır.
Bilinen en eski Külkedisi öyküsü, 9. yüzyıldan kalma bir Çin masalıdır. Avrupa Edebiyatı'nda ise Külkedisi'ni işleyen en tanınmış yapıtlardan biri Charles Perrault'un Contes de ma mère l'oye adlı kitabında yer alan Cendrillon'dur. Perrault'nun yapıtında yer alan bazı olay ve kişilere diğer masallarda rastlanmaz (Örneğin Külkedisi'nin vaftiz anne-babası) Külkedisi'ne yardım için gelen doğaüstü varlık çoğu zaman bir peri, kızın ölen annesi ya da Külkedisi'nin iyi davrandığı ve sevdiği hayvanlardan biridir. Yakışıklı prensin Külkedisi'ni cam ayakkabısından bulması da Perrault'nun masalından gelir. Diğer masallarda bunun yerine altın ayakkabı, gümüş ayakkabı ya da yüzük tasvir edilir.
Binbirgece masallarında da (11.yüzyıl) öykü ayakkabı yerine halhal kullanılarak anlatılmıştır. Ufak ayak yerine ince ayak bileği kullanılmıştır.
Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gleip eve yerleşmiş.
Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.
Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona "Külkedisi" adını takmışla.
Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. ikisi de heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens'in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?' diye düşünmüşler.
iki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi'nin aksine bayağı çirkinmiş her ikisi de!
Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve içn için ağlamaya başlamış. "Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?" diye sormuş bir kadın sesi.
"Ben de baloya gitmek istiyordum," demiş hıçkırarak Külkedisi.
"Gideceksin öyleyse," demiş ses. Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış.
Güzel bir kadın duruyormuş yanıbaşında.
"Ben senin peri annenim," demiş kadın. "Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir balkabağı getir hemen!"
Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca, balkabağı birdenbire altından bir fayton oluvermiş.
"Şimdi de altı fare... " Külkedisi altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş.
"Bir sıçan... " Onu da arabacı yapmış.
"Ve altı kertenkele... " Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş.
Nihayet Külkedisi'ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi'nin yırtık, pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan ayakkabı pırıl pırıl parlıyormuş.
"Bir şey var yalnız," demiş Peri. "Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens'in bunu görmesini istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen."
O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar (özellikle de iki üvey kız kardeşi) onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar.
Prens ise götür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş.
Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada evde olması gerektiğini hatırlamış.
"Gitme!" diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi bir an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş. Geriye kala kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini bilmiyormuş.
O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika olamayacağını düşünüyormuş.
Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı tek tek bütün genç kızlara denetmiş. "Bu ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam yaşayamam," demiş.
Derken Külkedisi'nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış. Ayaklarına girmemiş bile.
Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev kalmış. Tam oradan ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş.
"Hanımefendi," demiş Prens Külkedisi'ne, "bir de siz deneseniz?"
"O mu deneyecek? Ne münasebet!" diye haykırmış üvey kardeşler.
Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi'nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii ayakkabı Külkedisi'nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi'ne evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi Prens'in teklifini tabii ki kabul etmiş.