Karayiplerde olan bir ada ülkesi. Sosyalizmle yönetilen az sayıdaki ülkelerden biridir. Birkaç ay önce yaşı epeyce büyük olan ve uzun zamandır sosyalist görüşü benimsemiş sosyalistforum.net adresinden biri bu ülkeyi ziyaret etmiş ve gözlemlerini forumda aktarmıştır. bence okunmalıdır... Sanıldığının aksine mutlu insanların yaşadığı tozpembe bir ülke olmadığı sosyalist birinin gözlemleriyle anlatılmış. Fuhuş ve diğer yasa dışı olayların başkentin merkezinde hemde devletin yönetildiği binanın iki sokak arkasında serbestçe yapıldığı ürkütücü gerçeklerden biri. Vaktiniz varsa mutlaka okuyun derim...
çok kısa bir kısmını burada paylaşıyorum merak edenler yazının sonundaki adresten en başından başlayıp okuyabilir.
--spoiler--
14 HAZiRAN 2013 CHE'NiN VE GERiLLA ARKADAŞLARININ ANIT MEZARINA GiDiŞ.
Sabah erkenden; 1956 FORD VE Umberto Gonzales kapımızdaydı. Kahvaltıdan sonra SANTA KLARA yoluna düzüldük. KÜBA'nın güneylerine inecektik.
Kumandan CHE'nin anıt mezarının bulunduğu şehir, kuzey güney arasında güneye daha yakın bir uçtaydı.
Vize kağıtlarımızı yanımıza aldık. HAVANA'da evinde konakladığımız HUGO bize Santa KLARA'da kalabilmemiz için, pansiyon da ayarlamıştı. Ancak HUGO'nun hiç de bizleri düşünen iyi niyetli biri olmadığı; gezdiğimiz arabayı arkadaşım diyerek temin ettiği UMBERTO ve arabasını biz gezip her para ödediğimizde bizden gizli komisyon aldığından bunu da Umberto'yla kurduğumuz samimiyet ve sıcak ilişki sonrası üzülerek öğrendim.
Yolda DOMUZLAR KÖRFEZi'inde FiDEL'in karargah olarak kullandığı, evden bozma ve bakımsızlık ayrıca toz toprak içinde çatısı yıkık karargahına da uğradık.
Amerikan uçaklarıyla nokta atış sonucu bombalanan tek katlı binanın kapısı kilitli olduğundan resim çekerek gezdim. Binanın arka tarafında parçalanmış bir Amerikan uçağı o günlerin canlı tanığıymışçasına ve suçlu suçlu bana bakıyordu. Bana bunları yarım yamalak ve tarzanca anlatan orada yaşayan köylü sınıf kardeşim; bütün halk ayaklandı; Tırpanla, kazmayla, yabayla dirgenle, ORAKLA, ÇEKiÇLE bütün bir halk buradaydı; o kavga günlerinde demekteydi, tabii ki dakikalarca uğraşarak ve de işaretlerle.
Bütün bir halk ellerinde KÜBA ve Dünya işçi sınıfının ortak alameti farikası olan simgesiz KIPKIZIL BAYRAĞIYLA hep birlikte Amerikan Emperyalizmine karşı oradaydılar.
Bu en az onlar kadar benim de gururlanmamı 58 yaşıma rağmen o an için gözlerimin yaşarmasını sağladı.
Sanki ağlıyormuydum, ne yapıyordum ben.
Bu küçücük ve şip şirin evlerin olduğu tozlu yollarda bir örnek giysileriyle cıvıl cıvıl her yaştan, siyah ve beyaz tatlı mı tatlı kimisi sütlü çukolata rengi kızlı erkekli okul öğrencileri; hanelerinin önüne çıkıp oturmuş yada uyuklayan, kapılarında koskoca Sambrerolarla (MEKSiKALILARIN GiYDiĞi ŞAPKALAR) orta Amerika'da yaşıyormuşum izlenimi uyandıran, şirin yerden onlarca fotoğraf çekerek ayrıldım.
Tekrardan SANTA KLARA yoluna koyulduk. Yolda içine bence baya bir yüksek para verilerek girilen bir timsah çiftliğine uğradık. Kapıdaki görevli her yeriyle iklime uymayacak şekilde kalın ve uzun giysileriyle bizi karşıladığında baya bir şaşırmıştım.
Şaşkınlığımın sebebi üzerinizdeki elbiselere rağmen sizi ısıran büyük bir sivrisinek ordusuyla karşılaştığımda hemen kalktı. Kendi ayağımla aptal gibi üstelik bir de para vererek sivrisineklere kendimi yem yapmıştım. Binlerce kez pişmanlık duyarak ve 5 KUK bizim paramızla 12 lira civarında bir para ödeyerek girdiğimiz bu çiftlik tam bir sıtmalı sivrisinek ANAFEL yuvası gibiydi. Binlerce kez pişman olmama rağmen o an için yapacak bir şey yoktu.
Üzerimdeki tişörtü hiçe sayarak binlerce iğnenin gazabına uğrarken, Keşke TAKSiM gezi parkında insanlara kötü davranan ZARBOTiF unsurları buraya getirsem ve çırıl çıplak soyup üzerlerine de bal türü bir sıvı sürüp burada bir bırakabilsem diye düşündüm. on binlerce kilometre uzaklardan.
Burada krokodil denilen timsahlar en küçükten irilerine kadar boy boy değişik bölmelerde ve öbek öbek dizilmişler, telle dikdörtgen bir alanda serbest olarak bırakılmışlar, ancak, aşırı güneşten mayışmış bir halde, esrar sarhoşu gibi uyuklar halde duruyorlardı.
Bu çiftlikte bölmeler yüzlerceydi. Hepsini tek tek dolaşıp resim çekmem; canavar sivrisinekler yüzünden adeta imkansızdı.
Görünüş olarak doğal bir cennet olan; bu sivri sineklerin bağımsızlık ilan ettikleri yerden zorlukla kaçtım.
Arabayla hemen yola çıktığımızda bile kapıları camları kapalı arabada en az 20 ye yakın sivrisinek vardı ve emecek kan arıyorlar, vurduğunuz her yeri kıpkırmızı kan ediyorlardı.
Yemyeşil uçsuz bucaksız çayırlarda besili ve özgür; at eşek dahil büyük ve küçük baş hayvanlar doyasıya otluyorlardı. Kuzeye giderken yol üzerinde hiç köy görmemiş ve bunun bir devlet politikası olduğunu düşünmüştüm. Herhalde yanılmış olmayım.
Çünkü, güneye giderken bazı köyler ve daha büyük yerleşimlerden de geçtik. SAN SPiRÜTÜEL (Kutsal Ruh) da bunlardan birisiydi.
Kuzey güney arasında tek hatlı, vagonları oldukça eski dizel lokomotiflerin çektiği tren hattı da var. Otomobille ve hiç bir yere uğranmadan KÜBA bir baştan diğer başa 15 saatte dolaşılabilir. En güneyde GUANTANAMO eyaleti ve büyük bir Amerikan üssü var.
Bu on beş saatte otomobille gidilen mesafe trenle en az 10 gün sürmekte ve insan perişan olmaktaydı.
SANTA KLARA'nın biraz dışında BÜYÜK GERiLLA KUMANDANI CHE ve savaştığı yoldaşlarının anıt mezarına ulaştığımda devasa büyüklükte, dev bir CHE heykeliyle karşılaştım. Çok büyük en az 15 metre yüksekliğinde kaidenin üstündeki CHE sanki hoop diye atlayıp on binlerce kilometre uzaktan gelmiş olan ben iBO'cuyu kucaklayacak bağrına basacakmış gibi duruyordu.
içim bir anda kıpır kıpır olmuş kalbim hızla çarpmaya başlamıştı, damarlarımdaki kan sanki bir boşluk bir yer bulup dışarıya fırlayacakmış gibi hissettim kendimi, Tansiyonum, Şekerim hepsi bir birine karışmış, aşırı duygulanmış ve heyecanlanmıştım.
Çok düzenli pırıl pırıl temiz bu anıt mezarın, her bir tarafı özenle ve mermerle kaplanmış, Dev bir KÜBA bayrağının altında çakı gibi bir asker nöbet tutmaktaydı.
Her yer mermere kazınmış sloganlarla DEVRiMiN VE SOSYALiZMiN ERDEMiNi beyinlere çivi gibi çakacak sloganlarla doluydu.
SOSYALiST FORUM Yazan küçük afişi özenle bilgisayarla arkadaşlarıma hazırlatmış ancak, maalesef bulamamıştım. Uçakta kaybolmuş olabileceğini düşünerek kahrolmuş 13 HAZiRAN gecesi özen ve itinayla, elimden geldiğince ihtimam gösterek notlarımı aldığım defterimin orta yapraklarını ekleyerek yeni bir SOSYALiST FORUM yazmış; işçilerin ve köylülerin, simgeleşmiş el aletleri ORAK ve ÇEKiÇ'le de kendimce süslemeye çalışmıştım.
Özenle çıkardım SOSYALiST FORUM yazısını. Bol bol resim çektirdim.
Her açıya taşıdım. Küçük mütevazi ama bir o kadar da içten ve DEVRiMCi hislerimin tercümanı SOSYALiST FORUM yazısını.
PARTiZAN pankartıyla, BÜYÜK BAŞKAN MAO ve iŞKENCE TEZGAHLARINDA SER VERiP SIR VERMEYEN YiĞiT DEVRiMCi, ÖNDER iBRAHiM'in klasik resimlerini. Elimden geldiğince ışığı hesaplayarak bol bol poz verdim.
Çok heyecanlıydım. Mozolenin altındaki müzeye de girebileceğimi Doktor CHE ve omuzdaşlarının ebedi istirahatgahlarının on santim kadar yakınlarına tam yanı başlarında olabileceğimi öğrenince heyecanım daha da arttı.
SOSYALiST FORUM adına dev anıta kendimce duygularımı anlatan bir çiçek koyduktan sonra, Kolumdaki CHE dövmesinin de uyandırdığı sevgi ve sempatiyi de bahane ederek fotoğraf makinamı her ne kadar ısrar ederek içeriye sokmak istesem de sert ve katı disiplin duvarını aşamadım.
Kabul ediyorum ki; bence de böyle olmalıydı. Büyük gerilla komutanının yattığı yerde sessiz olunmalı, saygılı olunmalı disipline uyulmalıydı. Müze görevlileri bence çok iyi yapıyorlar diye düşündüm. Kendi kendime hemen ve oracıkta öz eleştirimi verdim.
Makinamı oradaki emanete bırakarak, CHE yoldaş ve yaptıklarından gururlanarak sessizce içeriye süzülürken, kapıdaki görevlinin ilgiyle kolumdaki Dövmeme baktığını fark ettim.
Dünyanın her yerinden, kadınlı erkekli CHE hayranları içerde ve sessizce saygı dolu yüz ifadeleriyle CHE ye ait özel ve şahsi eşyalar arasında hayranlıkla dolaşıyorlardı.
Kapı girişinde Büyük Kumandanın 12 yada 13 yaşlarındaki bire bir afacan çocuk hali bir duvar üzerine oturmuş bronz heykel olarak sizlerle göz göze gelmekteydi.
Duvarlar binlerce ve dev boyutlarda CHE resimleriyle doluydu. Unutmadan şunu da yazayım ki; Mozole altında ve müzeye girmeden önce resim çektiğim alanda; sürekli ne dediğini anlamadığım; devrim ve gerilla marşları çalıyor, silahlı çatışma sesleri ve CHE'nin kendi sesinden konuştukları fasılalarla bilmediğim bir yerden yayınlanıyordu.
Müze içinde ise neler yoktu ki. Dev bir ekrandan, sinevizyon görüntüleriyle gerillaların silahlı çatışmalarının filmi; sesli olarak izlenebiliyordu.
Müzenin içinde CHE'nin parmaklarını emerken çekilen bebeklik resmi, annesinin kucağındaki hali, ilk okul karnesi, Tıp diploması, Tıp aletleri ve stretoskobu (Doktorların insan iç organlarını dinleme aleti), iğne enjektörleri, gerillaların ağrıyan dişlerini çekerken kullandığı uyduruk aletleri, Başta Tomson olmak üzere, çeşit çeşit 9 mm lik tabancaları, ata bindiği eğeri, BOLiVYA'da üzerinde yattığı hamağı, Kendi el yazısıyla FiDEL'e bıraktığı son mektubu, Doktorluk önlüğü, Ayakkabısı, Sanayi bakanlığı yaparken kullandığı dolma kalemi, mikroskobu, kendinin ağaç dallarından yaptığı uyduruk sandaletleri, kol saatleri her şey; ama her şey bulunup temin edilebilen her şey, ter temiz ve düzenli bir şekilde cam muhafazalar içinde sergileniyordu.
Daha sonra ortasında dev tropikal çiçeklerin olduğu salon türü ve üzeri camlarla kapatılmış bir bölmeye geçtim.
Burasının KUMANDAN CHE'nin mezarı olduğunu düşünmekteyken, buraya açılan başka ve küçük bir kapı gördüm, sessizce buradan içeri süzüldüm.
Büyük Komutan CHE; diğer gerilla arkadaşlarıyla kucak kucağa ve BiR ARADA eski günlerdeki gibi omuz omuzaydı.
işte O buradaydı.
Duvara masa çekmecesi gibi raf raf bütün gerilları ve hiç bir ayrım olmadan CHE'Yi DE YOLDAŞLARIYLA YAN YANA KOYMUŞLARDI.
Sürekli yanan, DEVRiM ATEŞi'nin bulunduğu bu bilinçli olarak karartılmış odadan ayrılırken gözlerimden kos koca iki damla yaşın daha düştüğünü hissettim.
Yalan yazan, duygu sömürüsü yapan ŞER-REF-SiZ-DiR.
Sizlere bu satırları yazarken bile 58 yaşında; sert mizaçlı biri olArak tanınmama rağmen, ben şu anlıyorum.
Sanki 15 saatlik uçak yolunu ben CHE ve yoldaşlarının mezarında ağlamak için gitmiştim. Demek benim de duygusal yönüm dumura uğramamıştı.
Her çekmece içinde ölen gerillanın, adı, soy adı ve kabartma bir portresi vardı. Sayıları 32 tane kadar olan bu KOMUTAN CHE VE YAKIN ARKADAŞLARI, DEVRiM VE SOSYALiZM ŞEHiTLERi, gene omuz omuza, gene yan yana, gene FAŞiZM'e karşı, KIP KIZIL BiR BARiKAT GiBi, göklerden bana bakıyor ve benim ağlamam karşısında üzülme iBO'CU, SiZLERiN hepinizin bizlerden hiç bir farkı yok. Solmasın göğsünüzdeki kalp denen kızıl karanfil, gelecek gençlerin iŞÇiLERiN KÖYLÜLERiN, KADINLARIN KIZLARIN elindedir YAŞASIN PARTi, YAŞASIN PARTiZANLAR, YAŞASIN KOMSOMOL diyorlardı, gülümseyerek.
Duygu yoğunluğu içinde ve daha fazla dayanamadan dışarı çıktım.
Dışarda büyük bir bölgede, Devrim esnasında savaşmış, yada devrimden sonra ölmüş, ya da uzun yıllar yaşadıktan sonra ışıklara yükselmiş eski gerillaların da mezarları, daire şeklinde iç içe geçmiş alandaydı. Aralarında sessizce ve saygıyla dolaştım.
Bu güzide insanların tam ortalarında gene HiÇ SÖNMEYECEĞiNi ARZU ETTiĞiMiZ DEVRiM ATEŞi YANMAKTAYDI.
Her yerini beynime kazıyarak, dolaştım ve zorlukla en az 4 saat sonra ayrıldım, bu anıt mezardan.
SANTA KLARA'da fırsatçı HUGO'nun bize bulduğu eve ulaştık. Sora sora penceresi bile olmayan, küf kokulu karanlık ve izbe gibi bir yerdi. Odatı beğenmedim tabii ki.
Zaten SANTA KLARA ANADOLU kasabalarının 1955 leri görünümünde ANIT CHE mezarından başka hiç bir özelliği olmayan, bir adeta il eyalet olmasına rağmen köy görünümlü bir yerdi.
Burada kalmaktan vaz geçip TRiNiDAT'a güneye doğru gitmeye karar verdim.
Tabii ki HUGO'nun bize bulduğu bu izbe yerin, HUGO gibi fırsatçı sahibi kadınlardan kurtulmam o kadar kolay olmadı. Bu kervan geçmez kuş konmaz, yerdeki odayı "biz size rezerve yaptık adam başı 20 KUK ödeyeceksiniz" (bizim parayla 42,5 lira gibi bir şey) diyerek diretiyorlardı. Yanımdaki zorunlu yol arkadaşlarımın da yeterli uyanıklığı göstermeyerek adeta aptal gibi, adeta değil SALAKÇA kadınlara hak vermesinden dolayı,SO-YU-LA-RAK ve parayı ödemek zorunda kalarak yola devam ettik.
TRiNiDAT daha önce de yazdığım gibi daha güneydeydi.
Yollar alabildiğine düzgün, ve tertemiz oldukça da geniş olan orta bölmeleri traşlanmış maki türü bitkilerle şerit gibi düzgün çiçeklerle bitkilerle ve bomboş gibiydi.
Bu yolların; Batista zamanından kaldığını; Çok fakir olan yatırım fıkarası SOSYALiST DEVLET'in, maalesef ve üzülerek yazmaktayım ki en küçük bir imar faaliyetinde bulunmaya imkan ve olanak bul(a)madığını, gözlemlemekteyim.
Hava kararmadan saat beş yada altı gibi TRiNiDAT'a ulaştık. HUGO bize burada da sözüm ona ev bulmuş ve adresini vermişti.
"Biz bu HUGO sahtekarının bulduğu evlerde konaklamak mecburiyetindemiyiz" dedim. Bir seçim yapmalı ve kısa bir zaman içinde konaklayacak bir yer bulabilmeliydik. TRiNiDAT 16 yada 17 nici yüz yılları andıran KÜBA'nın iSPANYOL sömürgesi zamanlarından kalma ve hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze ulaşmış, bakımsız ve tarihi doku sahibi şirin ve güzel bir şehir.
Amerikan kovboy filmlerinden fırlamış gelmiş hissi uyandıran, bir Meksika kasabası görünümünde olan bu şehirde Arnavut kaldırımı yollarında 1956 FORD otomobilimizle kısaca dolaştık.
Ya merkezde yada 6 kilometre kadar uzaklıkta LA BOKA deninel sahil kasabasında kalacak ve TRiNiDAT'a gelmek istediğimizde otomobille gelecektik.
TRiNiDAT'da dolaşırken, devasa büyüklükte, CHE portreleri gördüm. Gurur duydum tabii ki.
Sahil kasabasında kalmayı tercih ederek arabamızla yola çıktık. Bir iki araştırmadan sonra tek katlı geniş bir verandası olan, oldukça temiz ve bakımlı bir evde, 25 KUK'a kalabilecektik. Sabah kahvaltısını 4 KUK dan 3 e düşürttük.
Akşam yemeği balık 8 KUK, iSTAKOZ yani LANGOZ 10 KUK, Tavuk 8 KUK, a hazırlanabiliyor yanında getirilen garnitürden para alınmıyordu.
Sahil alabildiğine kumsal ve hemen önümüzdeydi. Her yer tropikal ağaç ve çiçeklerin yoğun cömertliğiyle istilaya uğramış gibiydi.
Bizden başka bu evde başka da konaklayanlar olduğunu fark ettim.
Bu güzel ve iç açısı fakat ev sahibi kadının yüzünün sürekli asık olduğu eve hemen yerleştik.
Arabayla TRiNiDAT'a indik. Kahvaltıdan başka yolda, 5 kişi bir ananas atıştırmış; başka hiç bir şey yememiştik.
Bir iki yere bakıp, yukarlardan salsa müziği sesi gelen, karşısında ben beyaz ve büyük çak kulesiyle hemen göze çarpan bu lokantaya adeta yorgunluktan çöktük kaldık.
Hiç yememiş olduğumuzdan toplu LANGOZ ısmarladık. Burada ISTAKOZ yani LANGOZ harcı alem bir yemekti.
Şoförümüz UMBERTO bizimle birlikte gece kalmaya ve yemek yemeye zorladığımızdan mutlu, ancak arabayı bıraktığı yerden dolayı biraz endişe içindeydi.
Kalacağımız pansiyona giderken oradaki görevli polisin eline UMBERTO para sıkıştırırken görünce, bu ZARBO milleti nerde olursa olsun rüşvet gibi ortak ve geleneksel alışkanlıkları var diye iğrenerek düşündüm.
Zencilere ait foklorik dans olan SALSA yapılırken, hem izledim hem de ucuz bulduğumdan 2 bira da patlatıverdim.
SALSA bence hiç bir özelliği olmayan yapılan dans esnasında sadece kalçaları değirmen taşı gibi sallamaya dayalı bir dans gibi geldi bana.
Belki evvelce de yazmışımdır. KÜBA'da hiç bir şeyin fiyatı, hiç bir yerde bir birinin aynı değil. Yarım litre su bizim kullandığımız parayla, 2 lira ama, aynı suyu 3 liraya hatta bizim parayla 3.5 liraya dahi aldığım anlar oldu.
33 cc lik bira 1,5 liraya geliyor. Yabancılarla bira bir ilişkide bulunan şehir insanları, aşırı derecede DEJENERASYONA UĞRAMIŞ, SOSYALiST BiLiNÇ, SOSYALiST AHLAK SOSYALiST EĞiTiM DE ALMAMIŞ OLDUKLARINDAN KARAKTERSiZLEŞMiŞLER.
Sizi gördükleri her an fırsatçılık yapma peşindeler. Para üstünü eksik verip siz farkına varınca ve üzerini isteyince sanki bilerek ve bilinçli olarak yapmış olduklarını belirtir yüz ve mimiklerle yaptıkları şey çok normalmişçesine gülüyorlar.
Ancak, tarım kesiminde, metropol sayılacak şehir yaşantısından uzak insanlar, KÜBA'yı ve DEVRiM ÖNDERLERi'ni daha çok sahiplenen, iyi niyetli sıcak kanlı, arkadaşlık canlısı, samimiyetlerine rahatlıkla inanabileceğiniz insanlar.
Gece geç vakitlere, kadar çılgınca SALSA yapıp çılgınca dans eden kadınlı erkekli, yerli halk dışında meraklı Turistlerin de olduğu trinidat yerlisi melez ve sütlü çukolata renkli insanları ilgiyle seyrederek TRiNiDAT merkezine ertesi günlerde tekrar tekrar dönmeyi kafamda tasarlayarak, konakladığımız, oda ve 2 kişilik yatağı, doğru dürüst tuvalet ve banyosu olan çocukluğumun RUM evlerini anımsatan konaklayacağımız eve; LA BOKA'ya sahil kasabasına yorgun argın geri döndük
UMBERTO bizi bu eve getirmiş olduğundan bu gece ücret ödemeden ve bedava evin arka bir odasında kalabilecekti.
Sabah bu notlarımı yazabilmek için 6.30 da kalkmama rağmen onu göremedim. HAVANA ya bizim onu telefonla çağırmamızı beklemek üzere erkenden dönmüştü.
--spoiler--
haziran ayından itibaren vatandaşlarına internet erişimi sağlayacak olan ülke. insanların ortalama aylık geliri 20 dolar iken, 1 saat internete girmenin ücreti 4,5 dolar olacakmış.
1 dolara fuhuş yaptırıp dilenciliğin yasaklandığı ülke. bence en büyük fuhuş olayını hugo yaptı saatinin parasıyla beş tane küba alır üstüne de binlerce kübalı kadınla yatar.
çok abartılan ülke.
devrim mevrim komünizm dışında bir numarası yok diğer fakir latin amerika ülkelerinden. halkının öyle "anti amerikancıyız! devrimciyiz! huraaaa!" ayaklarına yatmadığı bir ülke. ben demiyorum, gidenler öyle söylüyor.
Sömürücü ülkelerin bayraklarının yakılması yasak; çünkü onlar yöneticileri değil o ülkenin halklarını temsil ediyor.
Karalamacılardan dahi olsa birsinin ölümüne sevinmek yasak; çünkü ailesinin acısına saygı duyulur.
Halkın iktidarına ve yaşayış şekline karşı işler çevirmek veya ona karşı çalışmak yasak.
Az sayıda zenginin çok varlığının olması ve çok sayıda insanın az varlığının olmasını oluşturacak durumlara devletin göz yumması yasak.
Dünya üzerinde herhangi bir yerde üniversite okuma şansı olmayan gençlerin, hayallerine ulaşmak için ne yapacağını bilmeden çaresiz kalması yasaktır bu yüzden ELAM (Latin Amerika Tıp Okulları) kurulmuştur.
Muayene ve ameliyat parası olanağından yoksun olduğu için doktora gitme imkanını kaybetmiş insanların olması. Bu sağlık alanındaki problemler sadece Kübalıların problemi olarak değerlendirilmesi kabul edilemez. Bu sadece Kübalıların problemi değildir dünyada yaşayan kadın erkek yoksul halkların problemidir (Küba'nın yaklaşık 30,000 doktoru dünyanın yoksul ülkelerinde hizmet vermektedir;*).