Köyden köye fark var şimdi. 30-40 hanelik dağ başında, kıyıda köşede köyler de var. Biraz daha yüksek nüfuslu deniz kenarı köyler de. Köyde yaşamak doğası gereği zevk verebilir fakat uzun vadede düşünüldüğünde toplum baskısı küçük bölgelerde rahatsız edebilir.
Ben hiç köyde yaşamadım ama yaşamak isterdim. Biraz özentilik var. Ciftligime gireni araziye gomerdim ama hayat amerikan filminden daha farklı. Hem onlarda hukuk farklı. Özel mülkiyet vs .
Pozitif bilimlerin temeli doğadır. Doğayı anlamak, okumak, insanoğlunun kendini bulması için müthiş bir fırsat. Yaşadığımız tüm bunalımların çözümü aslında kendimizi anlayabilmek.
köyde yaşamak güzel değildir fakat her insan ayda bir iki gün ayakları toprağa değsin ister. ben isterim yani. şöyle köy değildir bir bahçem falan olsa bir şeyler eksem hem spor hem doğayla bütünleşmek olsa.
30- 40 ışık yanan evler, sessizlik alabildiğine, ağaçların hışırtısı, ağustos böcekleri, bomboş karanlık yollardan akan dağ suları, tilkilerin üzüm çaldığı bağlar, ürkütücü gecelerin yıldızlı gökyüzleri, sabahları tereyağlı yumurta, domates biber bahçelerden, taş evlerin gölgesinde içilen ikindi çayları, akşam serinliğinde yemek pişirmek için yakılan isli ocaklar, bol oksijen, bol arı ve kelebek, sonra herkesin çay ısmarlamak icin yarıştığı köy kahvesi...
büyük şehirlerin kalabalığı ve stresinden sonra ilk zamanlar bir boşluk hissi vuku buluyor bünyede. fakat zamanla bu hayatı seviyorsun. betine benzine kan geliyor, ciğerlerin açılıyor. her yer yemyeşil. doğa seni kuşatıyor. dinleniyorsun. uykun uykulara, uyanışın uyanışlara benziyor. yaşadıgını hissediyorsun. yalnız ve kimsesiz de hissetmiyorsun kendini. tabiat seninle konuşuyor.
şuraya geleli nerdeyse 1 ay oldu. eksikliğini hissettiğim bir şey yok. adı köy ama istediğin birçok şey burada da var. ha laf söz var, dedikodu var fakat bu zaten her yerin adeti. ben alttaki komşunun yaptığı kapı gıcırtısına sinirlenmiyorum burada. pazara gidip 200 lira harcamam da gerekmiyor. özgürsün. evin var, kimse seni rahatsız etmiyor. bağın bahçen var, elinin sevdiğini kopar ye ya da sat. toplu taşımalardaki rezillik hiç aklına gelmiyor. sen yürürken kasabaya doğru usulca, yanında arabanın biri bitiveriyor. akraba çıkıyorsun mutlak bir yerden. anılardan bahsediyorlar. perşembe ögleden sonraları, kırlardan çiçek toplayıp badem ağacının gölgesinde fatiha okuyarak bırakacağın mezarların geliyor hatrına. ölünün yeri de belli, dirinin yeri de.
en önemlisi de doğduğun evde uyanıyorsun sabahlara. böyle bir huzur yok. hayat gerçekten buralarda güzel.
Mis gibidir. 7 yaşıma kadar yaşadım, bilirim. O ilk 7 yıl dedeyle köy kahvesine gidilip, dede dizinde "sarı gazoz" içilmesi mümkün kılınan zamanlardı. Şu en bir ege şiveli olan köy kahvelerinde.
(bkz: geri gelmeyecek çocukluk)
ne kadar garip değil mi? yirmi yıl yaşadığın köyündeki bağı, bahçeyi tarlayı bırakıp şehre gööçüyorsun. en az otuz yıl boyunca hiç memnun olmadığın koşullarda çalışıp sürekli şikayet ettiğin ortamlarda yaşıyorsun. ve bu otuz yıl içindeki tek amacın emekli olup köyde yaşamak. emekli oluyor ve köyüne dönüyorsun. bu ne skm iş allaasen.
imrendiğim yaşamdır. Mesleğim gereği (bkz: arkeoloji) çalıştığım yerde bulunan köylülere bakıyorum çok mutlular çok neşeliler. imreniyorum hem de fazlasıyla.
Avrupada öyle bir akım var,pılını pırtısını satıp dağlarda doğal hayat yaşanlar var.hatta 1845 li yıllarda bunu tatbik eden bir yazar var kitabı, valden gölü doğal yaşam. Lakin doğada yaşamak zor ve sürekli iş çalışma meşakkat var haberiniz olsun.
bok gibi olan eylem.
internet yok, gıdaya ulaşmak güç, hastahane gibi hizmetlere ulaşmanın sıkıntılı olması vs. yani bok gibi bir şey.
neden böyle saçma sapan romantiklik yapıyorsunuz anlayamıyorum?