her geçen gün özleten yerdir.
anneannenizle, büyükbabanızla, babaannenizle, dedenizle bütünleşmiştir.
samimi insanları hatırlarsınız köy deyince. belki de köy kahvesinde bir yaz akşamı bahçede sohbet ederken içtiğiniz çay gelir aklınıza köy lafı geçince.özlersiniz, hüzünlenirsiniz... **
nüfusu 2000'den az olan yerleşim yerleridir, çok az haneli yerler başka isimler de alabilirler. pek güzel olurlar, gidersiniz stres atar oksijen depolar hayvanlarla kaynaşır gelirsiniz. ayrıca köylü milletin efendisidir.
m night shyamalan filmi. yemin ediyorum beter, iğrenç, saçma ve bir o kadar da kötü bir film. kasaba halkı ile korulukta yaşayan yaratıklar anlaşma yapmışlar da kimse kimsenin arazisine girmeyecekmiş. sonra kasaba'dan birisi kalkıp koruluğa giriyor. e malum sonrasında yaratıklar da kalkıp kasaba'ya gidiyorlar. finali tam yıkım. hayal kırıklığı bir film. üst düzey bir şey beklemeyin. "boş vaktim var izlerim" diyorsanız izleyin.
not: yazı boyunca bana eşlik eden sunay akına peşin peşin teşekkür ediyorum.
ne kadar çabuk değişiyor artık her şey. "sınırlar kalmayacak" sloganları atan sermayedarlara inanmamakla ne kadar da yanılmışım yeni anlıyorum.
öyle derin bir tezat var ki insanlar ne yapacağını bilemiyor.
teknoloji ve hastalıklar birbirini besliyor. envai çeşit lüks, aslında içindeki kanserojen maddelerle tedavisiz hastalıklara neden oluyor. aynı teknoloji, yine o kansere tedavi etme rolüne soyunuyor. ortada dönen para, yiten yaşamlar sadece.
konuya bi hararetle girdim amına koyim şimdi de toparlayamıyorum.
bizim köyde internet cafe var lan! küçükken arap sabunuyla, termosta odun ateşinde kaynatılan suda yıkanırdık şimdi sıvı sabun kullanıyorlar. 3 katlı apartman dikmeye başlamış köy ahalisi.
hani o eski haline bakıyorum da, nerden nereye. hayat bilgisi derslerinde gıptayla anlatırdı ali hocam imece usulünü. "köylüler elele verir köyün köprüsünü inşa eder" derdi, hayranlıkla bakardık. şimdi iktidar partisinden seçilmiş bir belde varsa yardım gidiyor.
teknolojinin kokuşmşluğu mu yoksa sağladığı imkanlar mı? tüketmenin keyfi mi yoksa sunduğu rahatlık mı? köy bu tezatta kanlı canlı bir örnek galiba.
eğer ananeniz ya da babaanneniz bir köyde doğmuş ise, muhtemelen o köyün hemen hemen hepsiyle akrabasınızdır. herhangi biri söz konusu olduğunda şu tarz konuşmalar geçer:
- yaşar gelecek
+ kim yaşar?
- söküklü'nün yaşar
+ haa, gızıl yaşar desene
- tamam işte koca yaşar...
ayrıca, çoğunluğu lâkap açısından geniş bir yelpaze sunar.
bildiğim 2 ege köyü; söğüt ve çamlı'yı harmanlayarak örneklendireyim:
fıs fıs hüsam: tarım ilaçları satar. asıl adı hüsamettin
cet memet: köy-şehir minibüs hattı şoförü. hızlı gittiği için cet(jet) denir
möörsüz: (mühürsüz) eski muhtar
deli memet: kendisi balıkçı ama biraz dengesiz
alman ahmet: kendisi hayatında bir kere, 1 hafta için almanya'ya
gezmeye gitmiştir.(anladın sen)
kuş isa: eşek şakasına maruz kalıp uçacağını sanarak damdan atlamış saf bir adam
topal hanif: topal bir kasap
lütfü hoca: köydeki herkesi elinden geçirmiş emekli öğretmen. baba adam.
terzi: bir düğünde oynarken pantolonu kıçından yırtılmış, aslen berber
çakal: zamanında yukarıdaki bakkaldan mal alıp 50 metre aşağıdaki bakkala satmış
gelin: düğünü yağmur yüzünden iki kere ertelenmiş evli, yaşlı bir teyze
sadece tatillerimi geçirdiğim cennetti. tabi bu duygumda çoçuk olmamın ve insan, olay, nesne ve canlıların sadece iyi taraflarını farkedebilmemin rolü büyüktü.
saat 11, ne bileyim aslında 11 gibi yani. ufağım saatle falan ne işim olur.
bembeyaz kireçli duvarları olan kerpiç evde uyanmışım. havada oksijen değil de başka birşey var sanki, yiftincecik.
at kendini avluya sapsarı güneş, sıcak mis gibi. 1 dakika sonra, ne misi ya yandım kavurmaya başladı, anında ensemi. bir nota bile ses yok, o kadar sessiz.
arada tavuk gıdaklar sadece. belli belirsiz, kaç içeri, kaçmak mı, girmek mi, ondan belli belli belirsiz.
oda serincecik uzan yatağa, bak tavana. 2-3 sinek, bulmuşlar serin yeri, tekdüze vızzzzzz sesiyle dönüp duruyorlar. odanın köşesinde yere dökülmüş 4-5 teneke buğday var. yanlarındada orta boy karpuz ve kavunlar. zıpla buğdayların üstüne otur. serincecik.
akşam serini çıkınca meydanda kurulacak oyunları düşün.
zaman, gel sana olmayan servetimin yarısını vereyim. sen de bana o günlerden birini yaşat.
olmaz demek, o servete, o anın güneşinin bir saniyesini bile alamam ha, hakkaten çok pahalıcısın sende. ben bi dolaşıp geleyim o zaman.
kaçmak isteriz ya bazen, bavul bile almadan meçhul bir yere gitmek isteriz. kimse görmesin, kimse bilmesin isteriz. artık canımız yanmasın isteriz, huzurlu bir şekilde son bulsun ... isteriz işte, ama ben biraz sık isterim bunları. meçhulum köyümdür. başımı okşayan anne gibi, kucağını açmış bana bakar rüyalarımda. köy evimizde gezinir dururum, tepelerden gelen rüzgar tülü havalandırır. arı geçer kulağımın arkasından, rahatsızlık hoşnutluğa dönüşür. gözlerim usul usul dans eden sineklere takılır. saatin tik takları yankılanır büyük tahta evde. dönerim kendi etrafımda, yüzümde bir gülümseme. dedemin takunyaları yarı yolda çıkar ayağımdan. koşmaya başlarım büyük ağaçtaki salıncağa. ismi önemli mi? salıncak ağacım o benim. yanımda getirdiğim yastığı sıkıştırınca iplerin arasına, başlar sessiz sedasız salınma. başım bir yana düşmüş, ciğerlerimde bayram. beynimde şen şakrak kuşlar, artık yavaştan ötmeye başlamış cırcır böcekleri...