onun sesi
onun her kelimesi
onun her kokusu
onun her duruşu
onun her bakışı
onun her nefes alışı
onun sarfettiği her gözyaşı
onunla geçirdiğim her an
onunla yaşanan her hatıra
vee en önemlisi o...
kırık bir kalp.
zamansız hatırlanan hatıralar.
istense bile hatırlanamayan hatıralar.
bir şarkı.
bir koku.
bir ses.
bir kelime.
bir duruş.
bir bakış.
...
(thinkerbelle) arkadaşımızın bi benzeri hatta tam olarak benim anlatmak istediklerim..
çaresiz, muhtaç bir çocuk görmek. bir lira verince çocuğun yüzünün gülmesi, sevinmesi. biz neleri kendimize dert ediyoruz, bunların tek derdi yarın doyabilecek miyimdir.
insan tabiatıdır, kötü hissetmek moda tabirle fıtratımızda vardır. her hayat kendine zordur, her sıkıntı sahibine büyüktür. benim derdim seninkinden büyük tarzında karşılaştırmalar yapılamaz, sağlıklı olmaz. diye düşünmüştüm hep. taa ki kendimi gerçekten berbat hissettiğim zamana kadar.
mesleki olarak (fizyoterapist) yüzlerce insanla muhattabım. hepsi de sağlık sorunlarıyla boğuşmakta. biz de elimizden geldiğince katkı sağlamaya çalışmaktayız.
meslek hayatımın ilk zamanlarıydı. ilk seansta anamnez alınır. hastanın hikayesini içeren, hastayla ilgili tedavide gerekli gördüğümüz noktaları öğrenmeye çalışma olarak basitçe açıklayayım. dedim ya yeni mezunum. istanbul'da sosyoekonomik olarak çok iyi durumda olmayan bir semtte işe başladım. her aldığım anamnez boğazımda bir yumru sanki. öyle şeyler duyup öğreniyorum ki apışıp kalıyorum ambiyane tabirle. kimisinin eşi evinin önünde kan davası yüzünden kafasına sıkılarak öldürülmüş, kimisinin eşi kanserden ölmüş 2 yatalak çocuğuna bakmaya çalışıyor. bu tarz hikayelerin travmasındayım.
derken bir seansa 5 yaşında bir çocuk geldi annesiyle. ve benim için asıl şok başladı. çocuğun hastalığı. duchenne muscular dystrophy (#15100723). bir çeşit kas kastalığı. tedavisi yok. kaslar giderek eriyerek, zayıflayacak ve hasta solunum kaslarının yetersizliğinden vefat edecek. şöyle düşünün normal yürüyebilen bir çocuğun yürümesi gittikçe bozulacak, tekerlekli sandalyeye mahkum olacak ve ölecek. process bu şekilde ve kaçınılmaz.
fizik tedavi ile yapabildiğimiz şey çocuğunun kas yıkımını mümkün olduğunca yavaşlatmak, tekerlekli sandalyeye mahkum olmasını birkaç sene dahi olsa erteleyebilmek. yani kaçınılmazı geciktirmek.
neyse konuya dönelim. anne çocuğun hastalığının gidişatından haberdar. yani bir nörolog elindeki bir kağıda bakarak aileye çocuğunuzun 10'lu yaşlarda ölmesine sebep olacak genetik bir hastalığı var demiş. o ilk anki şok ve ölümcül üzüntü tahayyül bile edilemez elbette.
anneden çocuğun durumuyla ilgili bilgi alırken asıl öğrendiğim nokta beni şoke etti ve kendimi berbat bir şeymiş gibi hissettim. kadın eşiyle boşanma arefesindeymiş. doğal olarak 5 yaşında olan ve 'ben spiderman'ım diyerek sağa sola ağ atan bir çocuğun psikolojisi için felaket bir durum. boşanmanın nedenini sorduğumda aldığım cevap karşısında, erkek olmaktan dolayı utanç duydum.
duchenne yani dmd genetik geçişli resesif bir hastalık. yani anne taşıyıcıysa erkek çocuğun hasta olma ihtimali %50. yani maalesef anneden geçişli bir hastalık. benim minik hastanın babası da bu durumu öğrenmiş. çocuğun hastalığı yüzünden kadını suçlamış. zaten evladının günden güne eriyip sonunda vefat edeceğini öğrenen kadın eşinden destek beklerken bir de bu haksız suçlamaya maruz kalmış. inanılmaz bir acı. ve eminim o kadın da çocuğunun hastalığından kendini sorumlu hissetmiştir. bir erkeğin eşini böyle bir şeyle suçlayıp boşanma davası açması aşağılık bir davranış. hele boşanma sonrası yeni bir kadın bulup en kısa zamanda evlenmesini tanımlayacak kelime bulamıyorum. ayrıca bunu yapan adam da odunun teki değil, entelektüel birikimi olduğu her halinden belli olan bir adam.
şimdi 2 yıldır o minik spiderman'la birlikteyiz. günden güne ilerleyen hastalığına bir nebze olsun katkıda bulunmaya çalışıyoruz.
basit acılarımız var bizim. çoğumuzun öyle gerçek acıyı yaşayan insanları gördükçe kendimi kötü hissediyorum, o acıyla baş etmedeki başarılarını görüp onlara çok büyük saygı duyuyorum.
yalnız olmak evet evet adam akıllı yalnız olabilmek becerememek biriyle bir şeyler yaşamayı. her şeyi eline yüzüne bulaştırmak. dünyanın en kalabalık yerinde yalnız hissetmek. bunları topla kötü hissedersin zaten.