kör sevdadan topal mektuplar

entry2 galeri0
    1.
  1. Hayatında hiç bu kadar kızıl görmemişti gökyüzünü. Kim görse, yıkım gelirdi aklına. Kıyam, tufan. Ama o kızıl saçlar, bir kemal'in aklına düşerdi. "dolaşmak için gerçekten güzel bir gece." Böyle bir kızıla yakışır olmalıydı yazacağı kelimeler. insanın içini okşayan bu yaz gecesinde bile yazamazsa ‘yazar’ demeyecekti kendine. Bırakacaktı bu işi. hırkasının önünü açarken düşündü. "ne yazmalıydı?" Elbette geceden bahsetmeliydi. kızıllığından, yıldızlarından… Ama sevse de kızılı, alışmıştı karaya. içinin karanlığını kapkara bir geceye yazacaktı ki; içine çekmeliydi kara kelimeler, kara gözleri…

    “Bazen çıkmaz olduğunu bile bile giriyorum sokaklara. Doğru yola çıkmayı beklemek ve her defasında baştan başlayıp oyalamak kendimi, sonu olmayan doyumsuz bir haz veriyor. Etrafında dolanıyorum, bazen çok yaklaşıyor ve hatta an geliyor ki her şeyin bittiğine ve her şeyin başladığına inanıyor, ama bir türlü seni bulamıyorum."

    “yollarca mektuplar var dilimde. ama topal bir sevda benimki. Yazamıyorum bir türlü, bir yerler kısa kalıyor.” Neden yazamıyordu artık? Gelecekten, kuşlardan bahsetmeliydi. Ağaçlardan belki… Sanırım daha olgunlaşmamıştı kelimeler. Kafasından bir dökülse şunlar, doğanın yedi rengine bezenecekti, en çok kızıla. Ama hamdılar daha. Neye ihtiyaçları vardı? Her gün sulamıyor muydu? Damla damla ve bol tuzluca… Sabırla bekliyordu ama sanki her damlada daha çok hamlaşıyorlardı. Sonra daha çok ağlıyordu. “yazmadan olmuyor. Ama sen ne zaman gittin, işte ben o günden beri yazamıyorum.” diye saçma bulduğu halde yazdı ve kalemi cebine attı. Bugün de okumak geliyordu içinden. aylardır geçmişte yazdıklarını okuyordu. Geçmişte yaşadıklarını yazıyor, okudukça tekrar yaşıyordu adeta… Geriye doğru açmaya başladı sayfaları.


    “bu gece de yine sokaklar var gözlerimin önüne serilmiş. Gündüzleri çocukların top oynadığı, manavın renkli meyve sebzelerini çıkardığı neşeli sokaklar. Mecbur kalmayan kimsenin hiçbir zaman girmeyeceği, savaşın durağan hali dar ve hüzünlü sokaklar. Evet, her gece… inişli çıkışlı, çiçekli, çöplü, tozlu, karlı, kaldırımlı sokaklar… her kallavi tepeciğinin ardında bir başka yol saklayan, bana seni soran her dehlizinde ve her çıkışımda hele şu yokuşu en çok seni özlediğim sokaklardayım yine.”
    .

    Birkaç satır okuyup çeviriyordu. Defterinin arasında eski, bir o kadar da renkli günlerden kalma siyah-beyaz bir fotoğraf buldu. Bakıyordu fotoğraftaki yüzüne. Ama göremiyordu siyahın beyazında aradığı mavi gözlerini. Bir ürperti geldi, rüzgarlıydı bugün hava. Defterini bir parmağı arasında kapadı. Bür gün tüm kelimeler daktilosunun tik taklı ritmine uyacak, dansedercesine yapışacaktı kağıtlara. Gezindi biraz, sağdan saptı bir sokağa. izbe bir mağazanın vitrinine yaklaştı. Uzun uzun baktı. Sanki biri içerdeki aynanın içinden çıkıp iki tokat atıp da onu kendine getirecekmiş gibi bekliyordu. Vuracak eller, gözlerinin ardına saklanmıştı, öyle dikkatli inceliyordu. iyice yaklaştı sonra. Burnu aynanın soğuk yüzeyine değiyordu. Gözbebeğinde kendini görüyordu şimdi. Mavi, siyah…

    ***

    “Her gece düşünüyorum yürürken. Seni aramak olmasa gelir miyim hiç buralara? Ne bulsam, ne görsem sen diye seviyorum. Bir gece bir aç görüyorum, tokluğumdan ve şu içimde yanan o-anlatamıyorum acısını, hazzını ateş değil sanki hem cennetten hem cehennemden bir parça- senden utanıyorum. Utanıyorum, üşüyen bir bebeciğin buza kesmiş burnunu görünce. Üzülüyorum, bir görsen ne çok sokak var. Bazen, evet bazen kızıyorum da sana, bir halka vereceğim sevgiyi benden aldığın için. Bir gülüşünle, üstelik…” altı aydır bu cümlelerin sonu gelmiyordu, başladığı mı bittiği noktada mıydı bilmiyordu ama nerde duruyorsa, orda bitiyordu tüm cümleler. Yüzündeydi elleri, ordan gözlerine gitti. Siyah gözünü kapattı,
    Sol eliyle dokundu okşadı. Sonra siyahı açıp maviyi kapattı. Her yer karanlık, sağ eli siyaha doğru yavaş yavaş sokuldu. Soğuk, ıslak camı eline alıverdi. Bir daktilo görüyordu masanın üzerinde. Yalpalayarak yanaştı. Ardı gelecekti cümlelerin. Ya o çıkacaktı bir gün ortaya ya da son bulacaktı bu arayışlar.

    “yalnız mıyım sanıyorsun? Bir sigara var ağzımın ortasında. Sol elimde kelimeler, sağdakinde kendi ellerinde parçaladğının yerine bakan ama görmeyen bir göz. Yürürken düşünüyorum evet, kaldırımları düşünmez miyim? Her yerindesin o taşların. Betonların arasından çıkmayı, yaşamayı başarmış bir cılız otun köklerindesin. Ayaklar altında ezilirken çığlığında gri taşların… ama bana sorarsan, en çok o yokuşun başındasın. Nefesim tıkanırcasına, hatta bir daha hiçbir zaman nefes alamayacakmışçasına koşarken sana, evet şu seni son kez gördüğüm yokuşun başından, hep var olacakmış gibi kayboldun. Çok güzeldin, ellerin kanlı. Ve çok yalnız. Kaldırımlar diyordum. Topuk seslerinin koltuğu, demiştir cemal süreya. Şimdi benim burda işim ne? Sen bir uğrayıp kaçan, kaldırımından göz atan şehvetimin yoluna. Ellerin evet kanlı, çoktan bir başka sokağa girmiş olmalısın.”

    topal kemal'in daktilosuyla tıkırdattığı son cümleler bunlardı. o gecenin sabahında, eski bir mağazanın kapısında kendi gözlerini oyarak intihar ettiğini gazetelerde okudu insanlar.
    1 ...
  2. 2.
  3. Okurken sonu gelsin istemiyor insan, dizelerin arasına öylece dalıp gidiyor. Yazar yazmış.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük