daralır duvarlar bazen gelir üstüme
sıkılır bir sıkılır yüreğim
gözlerim, karanlık istiyor lâkin
yoruyor yalnız geceler
sigaramı yaktım, fırladım attım kendimi
belki bir yol bulurum sokaklarda
pervane gibiyim döndüm durdum
aklıma niye geç geldin köhne liman
yanaşır limana, açılır kapılar
deli bir sevda yükü, almıyor gemiler
ne olur beni de yükleyin, götürün
bakalım ne zaman, sonum nerede
edip akbayram'ın, hayat verdiği bir şaheser. bakışların dalma, el-ayak titreye titreye sigara yakma sebebi bir yerde... pusudaki şişeyi, öğlenin bir saatinde kollama sebebi. bildiğimiz, duyduğumuz anda kafamızda kurmakta hiç ama hiç zorlanmadığımız liman işte.
Ağlamalı mı, ağıt mı yakmalı yoksa. Ya da çarmığa gerip bu yüreği bütün günahlarından arınıncaya kadar kanatmalımı?
Söyle ne yapmalı gidişinin ardından?
Gülüşün güneş olmuşken yüreğimde, gidişin karanlığım oldu.
Bir türkü tutturdum dilime ve düştüm yokluğunun ardında kalan o haritasız yollara. Yol boyu sordum seni; masalıma ortak olmuş anka kuşuna. izlerini hiç gözünü kırpmadan alıp götüren rüzgarlara ve gidişinin ardından hep benimle birlikte olan seni bulabilme ihtimaline.
Yoksun işte!
Hiçbir yol yetmeyecek seni bulmaya biliyorum; ama yüreğe söz geçirilebilseydi sevginin ne anlamı olurdu ki!
Şimdi kan akıtıyorum o sarhoş gecelerdeki mağrur bakışına. Yanımdayken olmayan rakıma ortak olacak kimsem yok şimdi. Yalnız içiyorum, seni özlüyorum, gözyaşlarım yetmiyor içimdeki yangını söndürmeye.
Sana ben en güzel sabahları getirdim, yağmur sonrası rengarenk gökkuşağını, avuçlarımda bıraktığın gözyaşlarını ve yüreğimi.
Ne olur içeri al beni! Bu aşkı taşıyacak takatim kalmadı artık; bitkinim bir çay koy sıcacık sarılışının üzerine ve uzan yorgun kirpiklerime. Ceketimin cebine bak; Sana gökyüzünün gözyaşlarını, biriktirdiğim yağmurları getirdim.
Sakın ağlama! Kan kaybetmiş bir aşka ağlamak acıdan başka bir şey kazandırmaz bize.
Saatleri ayrılığa çoktan kurmuşlar geceyle gelen gölgeler, yazık ki bilmiyorlar sensiz uyumayacağımı. Ben bütün umutlarımı sana adadım, senin için geceye dost olup düşlere kucak açtım, tütün sarısı parmaklarımla ardına onca mektup yazdım. Her geçen gün bittiğimi tükendiğimi hissettim; ama yılmadım. Hayallerimde dahi seni bir başkasıyla paylaşmadım. Şimdi karşımda duruyorsun ve yine o mağrur bakışlar hakim gözlerine bu defa sarhoşta değilsin. Sakın bir şey söyleme mem zindanda ölürken zin içten kanamıştı: Yokluğuna yapılacak hiçbir şey yok. Sen gittiğinden beri yağmurlar durmayı öğrenemedi bu kentte.
Sen güneşimdin benim hayat denen hücreme sızan, şimdi giderken bıraktığın karanlıkta boğuluyorum. Serseri bir rüzgar gibi savrulmak istiyorum senin olduğun yere, saçlarına. içimde yeni filizlenen bir isyan gibisin, kendime bu kente ve yağmurlara karşı. Dedim ya sen gittiğinden beri yağmurlar hiç durmadı.
Öksüz bıraktığın bu kent gün doğumuna gebe şimdi. Ve gözlerim günaha davetkar gözlerini arıyor. içiyorum seni yıllanmışlığınla yudum yudum, neden deme sakın! Hayyam boşuna söylememiş: Bir yudum kızıl şarap bir nefes yar dudağı satmışım cehennemi gönlüm bu aşka razı. Şimdi körpe aşkımızdan büyük dağlar var aramızda; sen mavi bir deniz oluyorsun o koca kentte, bense burada o denize ulaşmak isteyen bir ırmak gibiyim. Günler uzayıp gittikçe ömrüm kısalıyor yokluğunun cehenneminde. Ölmek bir şey değil; Bu kent öksüz kalacak.
Ben seni tahminlerinin ötesinde sevdim sevgili! Yanan bir ateşte akan bir suda uçurumun kenarında yaşama tutunmuş bir dağ kırlangıcı gibi, hayatını avcılardan sakınan bir rüzgarla yaşamı talan edilen bir kırlangıç gibi. Şimdi yoksun; şimdi ayrılık var. Vuslatı arzulasa da yüreğin bilirim ki dönmek zor. Sensizliğin ertesinde gözyaşlarım tutarsız, kan çanağı gözlerim. Etme gel yağmurlar durmayacak yoksa! Yürekte son demi yaşarken, son kadehini içerken rakının, ve geceye boyun bükerken yine kandırmaya çalışıyorken kendimi yine yanımdaymışsın hissini yaşamaya çalışırken kasetteki türkü bir balyoz gibi indi başıma. “Ama senden ayrı gezen yürek değil beden oldu. Olsun. Ben yüreğimi yüreğine çatmışım, tütün sarmışım umut kırmışım, güz yağmurları düşer eşiğime ıslanırım. Ve intihar kıyısı uçurumlar büyür ardın sıra.
Gittin, ne umarsız ne çaresiz! bozguna uğrattın bütün hayallerimi, kan damlıyor bıçkılanmış düşlerimden, gülücüklerim ölüyor bilmiyorsun. Sormadım sebebini demir alırken yüreğimden o özlem denizine, ağlamadım hiç. Gittin. Ne vicdansız ne yargısız, uykularımı aldın elimden rüyalarımı, gece penceremde bir soğuk hasret, sabahlarımı aldın bilmiyorsun. Oturup dertlenmedim hiç, güneşimi götürürken akşam kızıllığına, Gittin. Ne kitapsız ne Allahsız, seçeneğim olmadı gidişinle, ne dur diyebildim sana, ne bir sebep bulabildim yarınıma. Ömrümü aldın bilmiyorsun. Hesapsız kitapsız yaşadığım bu son gece kulaklarını çınlatırcasına haykırıyorum, duy beni sevdalım gidiyorum. Ölüyorum. Artık yaşamı bir vebal gibi asmıyorum boynuma. O en ücra köşesinde sakladığım bir şey vardı sevda hücremde, ne parmaklıklar korkutabildi onu, ne soğuk duvarlar. Yıkılmadı sensizliğin ardından, hiç takmadı yokluğunun gardiyanlarını hakimin kırdığı kalem umurunda bile olmadı. Saklanan bir fecr-i-sadık gibi doğacak günü bekledi hep, ne var ki ben astım onu hiç düşünmeden öldürdüm umudumu. Şimdi ne kara giymekte ak kağıtlar ne de kalemler tükenmekte, yaşayamadığım çocukluğumun son oyununu oynuyorum ölmekle.
Ölüyorum.
Ağla yaralım ağla gidiyorum. Birazdan bu akşam diye bir şey olmayacak, ben olmayacağım yarın olmayacak. En kötüsü sen olmayacaksın. Şarapla yıkanmış gökyüzünün o masmavi derinliğinde cilveleşir vesikalı istanbul, gramafon tadında bir meçhul şiir içki masasında mezeye dost olur. Kapat kapılarını umarsız, bir gece vakitsiz gelirim yanına yorgun kirpiklerinde bir uyku dilimi gibi uzanırım, ve o en sevdiğin şarkıyı söylerim sana kör gecenin lal diliyle. "Sigaramı kaptım fırladım attım kendimi belki bir yol bulurum sokaklarda pervane gibiyim döndüm durdum aklıma niye geç geldin köhne liman?" *