-birkaç adım daha yürüdüm arabaya doğru, ayaklarımın altındaki kumlar siyah siyah çatırdadı.
“babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır,” dedi bir ses o sırada çıtırtıların arasından; bu cümle senin kitaplarından birinde yer alıyor, öyle değil mi?
-sivrihisar’dan afyon istikametine dönü de aşağıkepen köyü’ne yaklaştığımda, insanınn içini yakıp kavuran bir sesle ince halil, “itikadın tam tut” adlı türküyü söylüyordu. o türkünün “insan dediğin bir tek yapraktır” dizesiyle naşlayan ikinci kıtasına gelmişti ki, yolun solundaki kavaklar hışırdadı birden.
babanızı kaybetmişseniz ve özellikle uzun süre hastalıkla cebelleşmişseniz mutlaka ama mutlaka okurken kendinizden bir şeyler bulacağınız, sayfaları çevirirken boğazınızın düğümlenip ağlamamak için kendinizi zor tutacağınız bir hasan ali toptaş eseri.
Okuduğum ilk Hasan Ali Toptaş eseri. Akıcı bir kitap. Karakterler, betimlemeler gayet başarılı kendinizden veya çevreniz bir kaç şey yakalıyorsunuz ama sonlara doğru sıkmadı da değil. Çok fazla tekrara düşmüş gibime geldi. Arabayla denizliye gitmesi, beyaz atın kişnemesi, kişneyen telefon sesi, dağlara bakıp dalması, sigara tüttürmesi. Biraz zorlama olmuş gibime geldi. 250 değilde 150 sayfa olsaymış tam yerinde olurmuş.
sözcüklerine dokunulası, hem çok sade hem de çok renkli bir anlatıma sahip olan Hasan Ali Toptaş romanı. Bence sadece içli yüreklere dokunabilecek cinsten.
Birkaç alıntıyla etkilendiğim kısımları özetlemem gerekirse ;
"Birisi önünde durup, hüküm Allah'ın, başın sağ olsun, dediğinde babam yeniden ölüyordu çünkü. Sonra bir başkası geliyor yeniden, bir başkası geliyor yeniden, yeniden, yeniden ölüyordu."
diğer kitaplarının aksine hasan ali toptaş'ın karakterlerinin konuşmalarını fazla 'ince' bulduğum kitaptır. bu anlamda belki postmodern duruşunu korumak istemişse de yanlış bir metod olmuş. karakterleri tam olarak kanıksamanıza engel oluyor. içlerinde dostoyevski yaşatan taşralılar elbette var ama gereksiz bir 'ağdalı' türkçe; karakterlerin içselliğinin tam karşılığı değil.
anlatıcının eylemlerinde çok sık tekrara düşmesi-özellikle soğuk havada,balkonda sigara içme tekrarları- bir noktadan sonra okuyucuyu sıkan, kitabın görüntü halini düşüren bir tempoya sahip.
baskı sayısı 30'u aşmış hasan ali toptaş romanıdır. everest yayınları'na geçmesiyle ve bu kitabı yayımlamasıyla şöhretini artırdı toptaş. imza günleri, kitap fuarları vs. eskiye nazaran çoğaldı. hasan ali toptaş'ın tabi bu kitapla gözbebeği haline gelmesi sahte bir durum. kitap, akış tekniği olarak yalın bir tarzda. yani önceki kitaplarına göre daha anlaşılır bir kitap ve bu da büyük bir kitlenin okuması için yeterli bir sebep. facebook, twitter ve hatta instagram'da bol bol, kitaptan altı çizili satırların paylaşılmak istenmesi büyük gereksinim(!) ama kitap, türkçenin ve türk edebiyatı'nın karakolları arasında yer alacak türde. kuşlar yasına gider'den sonra gelecek kitapla birlikte toptaş'ın nereye doğru evrildiğini göreceğiz.
ismini kapatarak okusam hasan ali toptaş'tan çok ercan kesal'a yakıştırırdım belki. ama hayalkırıklığına uğradığım sanılmasın harika anlatıyor yine toptaş, dile istediğini yaptırabilen bir adam çünkü.
çürümeyi, tükenmeyi, durduğun yerde eskiyip un ufak olmayı anlatan hikayenin ortasında, hiçliğin ortasında ya da bozkırın ortasında ise yaşayanından başka kimsenin umursamayacağını sandığımız insanlar, yerler, hayvanlar ve dertler var. bu kitap yazılmadan var olmuş, kitaptan sonra nefes almaya devam edecek karakterler var. hepsinin ortak yanı da son nefeslerine ağır ağır ilerlemek işte.
Üstad bu sefer postmodern tarzından biraz uzaklaşmış ve klasiğe kayan bir anlatım biçimi kullanmış. Fena da olmamış. Daha insanı içine çeken bir roman olmuş bu. Konusu da daha ilgi çekici olsaydı 10 puan verebilirdim kitaba. Dili ise muazzamdı gene.
Toptaş'ın her eserini dikkatle okumuş biri olarak, beni biraz şaşırtan, beklentimi dumura uğratan bir roman. Yani gerçekten ya Hasan Ali Toptaş geçmişte çıtasını çok yükseltti ya da bu, "aradan çıkıversin" tarzı bir roman olarak yazıldı. Beni kitaba baglayabilen en önemli şey anlatılan yer ve mekanları yakinen biliyor olmamdı. Bunun dışında evet altını çizdiğim satırlar elbette var ama, "Hadi Hasan'ım Ali! Bitir artık şu romanı da işimize gücümüze bakalım" dedim resmen. Bilmiyorum kafam çok karışık ama sanırım bu Toptaş la alakalı değil. Benim onu koyduğum yer ile alakalı. Yoksa belki de roman çok güzeldir. Olabilir. Belki..
Romanı az önce bitirdim. Daha önce yazmış olduğu romanlara nazaran daha kolay okunabilir bir kitap. Belki de daha önce yazdıkları daha zor metinlerdi. Lakin içerik diğerlerinden tamamen farklı.
Kısmen otobiyografik roman mı bu soruları soruluyor yazarın kendisine. O da " bence yazar bu bir otobiyografik romandır" demediği sürece o roman otobiyografik değildir diyor.
Kitapta yazarın kendi hayatında izler var bu doğru. Ama mevzu farklı.
Yolculuk temalı, eskimiş, geçmiş vakti dolmuş, ölümü yaklaşmış hayatın, insanın, eşyanın bu dünyadaki gidişatı üzerinden ciddi ve özel bir baba oğul ilişkisi anlatılmış.
Türküler, yollar, atlar ve daha nice bu güzergahın unsurları gene delicesine tutkulu ve derin bir üslup ile anlatılmış.
Dün listelerde görünce odanın ortasına koşup zafer kazanmış teknik adam gibi havaya zıpladım.
Ülke karışık, ben zihnimi arındırıp gelicem. Merhaba hasan ali Toptaş, tekrar hoş geldin.
Yalnız, kapak konusunda iletişim kitaplarını arayacağız sanırım. Hasan ali Toptaş gibi bir lezizcümleleryazarı'na derin kapaklar iyi gidiyordu. Bu biraz o havayı almış.
Ekleme: her ne kadar hasan ali hoca'mız bu kitap otobiyografik roman değildir dese de kendi hayatından bir baba-oğul kesiti okuttu bizlere. Bayağı bir altı çizili cümle ile bitti kitap.
Cümle kurmayı, beste yapmaya benzeten ve kitap yazarken sanatçılıktan zanaatkârlığa geçmenin şart olduğunu belirten bir yazar en kötü ne yazabilir ki? Alın okuyun Hasanım Alimi...