Köylerini basan haydutlar yüzünden ailesini kaybetmiş ve kimsesiz kalmış olan Yusuf'un olayları anlatılmaktadır. Kitabın adının kuyucaklı yusuf olmasının nedeni Yusuf'un Kuyucaklıda doğmuş olmasıdır. Kitabın yazarı Sabahattin Ali'dir. Sınavda soru geleceği için istemeye istemeye almıştım doğrusu ama okuyunca beğendim.
son zamanlarda okuduğum en karizmatik karakter.
harry potter okurken tom riddle karakterini inanılmaz derecede severdim.
kendisini tom riddle'a benzetiyorum bazı yönlerden. hayranıyım. hastasıyım. çok karizmatik, çok yakışıklı, çok delikanlı...
sabahattin ali nin 100 temel eser kapsamına alınan romanı. yazarın diğer romanları gibi bu da çok güzeldir. belki de okullarda " zorla " okutulan kitaplar arasında en değerli olanlarındandır. sabahattin ali' nin ustalığına şahit olmak için bir fırsattır.
okuyanı çok derinden etkiler ve yıllarca unutulmaz. Sabahattin Alinin usta kaleminden çıkmış, son derece romantik, duygusal bir eserdir. Okumaya başlanıldığında kitap bitirilene kadar okunulur, ara verilmez. Çünkü, neredeyse, bu eser kendini zorla okutur, okuyanı esir alır. Okunduktan sonra inanılmaz bir etkilenme ve duygu sağanağı altında kalır insan, üzülür, günlerce Yusuf ile Muazzezi düşünür. Okuyucusunu en çok etkileyen Türk romanlarının belki de en başta geleni, Kuyucaklı Yusuftur.
iyi bir Sabahattin Ali romanı.
Çok da iyi değil de neyse.
--spoiler--
Kitabın bir yerinde Yusuf karakterinin ağzından Muazzez'in ayakları, ayak parmakları, bazen terliklerini ayağından çıkarıp parmaklarına takması ve farkında olmadan oynamaya başlaması anlatılıyor. Bu sırada Yusuf da onun uzun parmaklı, ince ve sarıya yakın beyaz ayaklarına bakıp düşüncelere dalıyormuş.
Tamam, anladık ayakları güzelmiş de Muazzez'in; böyle mi anlatılır bu? Niye benim midemi bulandırıyorsun ki şimdi?
--spoiler--
kuyucaklı yusuf karakteri türk edebiyatının hiç kuşkusuz en "tuhaf" karakteri. bir yetim olarak büyüyen yusuf'un hikayesi, günümüz koşullarında çok kolay anlaşılabilecek cinsten bile değil hatta. ondaki hissiyat değişik bi şey. verdiği-vermediği tepkilerin ölçümü kolay yapılacak gibi değil. çoğu zaman saçma ve aptalca bile bulunabilir. ama yusuf dediğim gibi tuhaf bir karakter ve bu karakter çok iyi örülmüş.
"ölüm" teması ve kadın karakterlerin ruh hali çok başarılı bi şekilde kurgulanmış kitapta.
dönem insanının ilişkileri falan cidden çok ustaca.
değişik bi anlatım var kitapta, sabahattin ali anlatımı.
yalın ve hüzünlü bir o kadar da esir alıcı.
bırakmak elde değil, bir solukta kuyucak ve edremit'e düşüyorsunuz. sonra da orada kalıyorsunuz.
aile-komşuluk-arkadaş ilişkilerinin ve bürokrasinin çok başarılı bir şekilde gözlemlenip kaleme alındığı bu kitap mutlaka okunmalı.
kitaptan bir cümle:
"mesele memurların yaptığı işte değil, onların mevcut olmasında."
sabahattin ali üstadın başlayınca bitirmeden bırakamayacağınız romanıdır. osmanlı'nın son dönemlerindeki toplumsal yapı didiklenirken siz muazzez ve yusuf'un tuhaf aşkını okursunuz sayfa sayfa.
içiniz burkula burkula bir hal olursunuz roman boyunca.
Gözleriniz ağrıyana kadar elinizden bırakamayacağınız kitap, yalnız, içine kapanık Yusuf'un hikayesi.
Bütün hayatınca susmuş, hep içinde yaşamış adamın sonundaki çıkışı.
ertesi gün sınavda çıkıcak olması sebebiyle bana hayatımın en iğrenç gecelerinden birini yaşatan bit bit bit artı*k diye oda içinde naralar attıran sabahattin ali romanı.
edebiyat dersinde verilen, sınavda çıkacak diye okuduğumuz roman. eğer bu kitap o derste verilmemiş olsaydı ne sabahattin ali'yi tanıyor olacaktım, ne de kitaplarını.
bu kitabı beğenmeyen, hocalara neden verdiğini bir hesap sorma şeklinde dile getiren anne babalar da vardı. fakat çok sevgili okur yazar çocuklarının bestsellerden aylarca düşmeyen, edebiyattan yoksun o kitaptan okuduğunu gördükten sonra; hatta evinde bir kütüphanesi olmayıp, arada çocuğuna böyle kitapları almayı uygun gören anne baba olduklarını öğrendikten sonra onlardan böyle bir şey duymanın ne kadar da doğru olduğunu anladım.*
kitaptan alıntı:
''iki eliyle arkasındaki ağacın kabuklarına sarıldı. parmakları soğuk yarıkların arasına girdi. elini hemen geri çekti ve göğsüne götürdü. göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateşin çıktığını hissetti. aman yarabbi, ne kadar yalnızdı...''
bu anlatımla bu yalınlıkla içime dokunmuş sabahattin ali' nin okuduğum ilk romanıdır.
--spoiler--
Bereket versin, Anadolu'nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. Bunların en birincisi rakı dır.
--spoiler--
türk romanının ana sorunsalını değiştirip 1950'den sonraki yazılan romanlara öncülük eden bir toplumcu gerçekçi romanların prototipi sayılabilecek romandır. 1950'lere kadar türk romanı köy ve köylüyü daha genel ifade edersek anadolu'yu daha çok batılılaşmanın uzantısı olarak ele almıştır. (bkz: yaban) bu romanda ise sabahattin ali toplumsal yapının kendisini yönelerek onu sorgulamaya başlamıştır. bu meyanda bakıldığında türünün ilk örneğidir diyebiliriz.
romanda anlatılan konulardan birisi memur-çıkarcası ve eşraf ilişkileridir yani taşradaki iktidar ilişkileridir sözkonusu olan. ama romanda "sömürüye gereğince değinilmemekte... sömürünün ve baskının ekonomik içeriği yansıtılmaz"(ahmet oktay, bir yetimin romanı). bununla birlikte özlermler vasıtasıyla roman toplumcu gerçekçiliğie inkilap ettirilmekle birlikte "ıssız adam yusuf" un bireysel boyutu da korunmuştur.
roman bir anlamda anadolu'nun bir yansımasıdır. ezilen kesim-köylüler ve ezen kesin eşraf ve de bunların arasında kalmış bir kesim olarak ifade edersek memurlar. eşrafın binbir dalavereler ile yanına çekmeye çalıştığı kişidir memur. bu arada kalmışlık özellikle selahattin bey tarafından güzel bir şekilde ifade edilir. bu anlamda zaten memur üç türlü tepki verbilir, ya onlara uyar ve onların çıkarlarına muayyen hareket eder;yeni gelen kaymakamın davranışını bu meyanda tasnif edebiliriz ya da selahattin bey gibi ortada kalır veyahut da yaşar kemal'in teneke romanındaki gibi "boyun eğmeyen" memur olarak türlü dalavereler ve tehditler ile yıldırılır ve arkasından teneke çalınır.
selahattin bey ikinci tipe girer suya sabuna dokunmaz halktan yana olmasına rağmen pasifisttir. hatta romanda hilmi beylerin hatasını ve zayıf bir anını yakalamasına rağmen(şakir olayıdır) hiç müdahele etmez. bu aslında yazar tarafından kalp hastalığına hasredilmiştir ama bu hastalık da peyda olmasa müdahele edeceği şüphelidir.
bununla birlikte roman birbirini pekiştiren karşıtlklardan oluşmaktadır(berna moran, türk edebiyatına eleştirel bakış). şehir-doğa(kasabanın içi ve dışı özellikle selahattin bey'in kasabanın dışına çıktığında hissettiği rahatlık), aşk şehvet(yusuf-muazzez aşkı ile kasabaya hükmeden eşrafın evlerinde düzenlenen ahlaksız ilişkiler silsilesi), yapay insan-doğal insan karşıtlıkları ile örülmüştür. mesela kasaba-doğa karşıtlığı daha çok kasaba=eşraf doğa=yusuf şeklinde sembolize edilmiştir.
yusuf ise batı 18.yy da batı edebiyatlarında şumülli bir yer işgal eden le sovage noble kavramıın bir yansımasıdır. daha çok batıdaki gezginlerin yabanda gördükleri "bozulmamış adam"ın erdemleri konusunda övgüler düzmüşlerdir. bu meyanda yusuf daha çok doğal insanı ifade etmektedir. yusuf'un eğitimsiz olması daha çok bu düşüncenin bir yansıması gibidir. daha çok doğallığını korumak amacı güdülür. bununla birlikte yusuf'un bu dönemde yaptığı çkarımlar on yaşındaki bir çocuğun çıkarımları olamaz. aynı hata muazzez gibi evde büyümüş bir kızın bazı değerlendirmelerinde de açığa çıkmaktadır) yusuf'un akranlarından daha çok tecrid halde büyümesinin bir nedeni de aslında bu l'homme natural ve l'homme artifciel karşıtlığında yatar.
romanın özellikle üçüncü bölüümünde yusuf değişmeye başlar. ayrıca yapılan iş ve büroratik düzenin işleyişi insanın insani özelliklerini siler. onu kişiliksizleştirerek bir çarkın onsuz olunamayan dişlisi durumuna getirir(atilla özkrımlı, kuyucaklı yusuf) başlarda gördüğümüz o sağlam karakterli kahramanın yerine ise daha mütereddid kasaba hayatının değiştirip yabancılaştırdığı bir kahraman karşımıza çıkar ve kasabada barınamaz. nitekim romanın sonunda da kahramanımız dağlara çıkar. bazı duyumlara göre romanın ilk bölümüdür bu ikinci bölümü olan çineli kübra'nın bir başlangıcıdır. ama roman serisi yarım kalmıştır. diğer bölümler yazılmamıştır. zaten kübra ve annesinin ortadan kaybolması ve yazarın buna dair olarak okuyucuda soru işaretleri bırakması aslında bu iki karakterinin kayboluşu pek gerçekçi gelmedi; hem de bu bitmemiş roman serisinin ilkinde kayboluşları ve bir daha ortaya çıkmayışları romanı okurken bende onların bir daha ortaya çıkacakları beklentisini özellikle roomanın kurgusal bütünlüğü açısından incelendiğinde canlı tuttu.
romanda ayrıntılar en realist biçimde ve mükemmel bir şekilde kullanılmaktadır. romanın başındaki tasvirler ciddi anlamda hayranlık uyandırıcıdır ve gözlem gücü de bu inandırıcılığı artırmaktadır. ayrıntıların kullanılması bu meyanda çok önemlidir. yusuf'un kesik parmağı ve ileride askere gidememesi işte bu ayrıntıların kullanılması açısından önemlidir. tabi ki bu olay fathi naci'nin belirttiği gibi çehov'un aşağıdaki sözlerini gözler önüne getirir;
ama aynı ustalığı kübra ve annesinin birden ortadan kaybolmasında göremeyiz.
bunların yanındaki teknik anlamdaki eksiklikler de romanda günyüzüne çıkmaktadır. yazarın belki de kendini pratogonist ile fazla özdeşleştirmesinden kaynaklanabilecek olan yusufun çocukluk ile ilgili anılarının anlatıldığı bölümler etrafındaki çevre ile doku uyuşmazlığı yaşayan yusuf'un romanın başındaki çocukluk anıları yusuftan ziyade sabahattin ali'yi anlatmaktadır. romanın başlarındaki realist betimlemeler olmasına rağmen özelikle karakterler ile alakalı bazı tanımlalamar olsun kurgu olsun belirli yerlerde gerçekçi olmaktan uzaktır. ama bu teknik aksaklıklar kuyucaklı yusuf'un türk edebiyatındaki yeri özellikle toplumcu gerçekçi romanın öncüsü olması, yazarın sade ve gerçekçi üslubu onu önemli bir roman kılar.
Roman utanarak kendimize itiraf edemediğimiz gerçekleri gözümüze sokar, romanı okuduktan sonra artık daha cesuruzdur.
Bir cümle alıntı:
"Zaten Yusuf, senelerden beri hiç kimseye karşı kalbinde muhabbet beslemiyor ve bir insanı sevebilmesi için ona hayran olması lazım geldiğini anlıyordu."
Türk edebiyatının en melankolik kahramanıdır. Kaymakam olan manevi babası öldükten sonra gelen önlenemez çöküşü bu romanın trajedi hatlarını, elinde büyüyen muazzez'e olan aşkı ise romantizm hatlarını oluşturmuş. Velhasıl-ı kelam, okunması şart bir romandır. Sabahattin Ali'nin değirmen öyküsü ile kıyaslandığı vakit, keşke usta daha çok öykü yazsaydı diye düşündürmüştür.
sabahattin ali'nin yusuf'un farklı yaşamını ele aldığı, nefes nefese okunabilecek bölümlere sahip duygusal romanıdır. yusuf, dışı itibariyle sert görünsede içinde farklı ve geniş bir dünya barındırıyordur.
sabahattin alinin toplumcu gerçekçi romanı. kuyucaklı yusufun muazzeze olan aşkı çok güzel işlenmiştir. romanda yürekten vuran öğeler bolca yer almaktadır. mutlaka okunması gereken kitaplardan.