büyük abartı ve çarpıtmalar dünya nezdinde o kadar bilinir ki, lozan dahil kurtuluş savaşı ile türkiye dışında her yerde alay edilir.
bunun bir hazımsızlık olduğunu iddia eden eblehler mutlaka olacaktır fakat, gercek gün gibi ortadadır.
destanlastırılmıs bu savaş, su an içi bomboş ve tüm dünya devletlerinin alay ettiği bir konumdadır.
bu durumun en büyük sorumlusu olan inönücüler kına yakabilirler.
kurtuluş savaşıyla ilgili iddia edilen yanılgıların ortaya çıkarılmasını desteklemekle beraber*, bunların yobaz kafalı, halife uşağı, ümmetçi, atatürk ve onun kurduğu düzene karşı olan kişiler tarafından dillendirmesi, kanımca hiç de uygun değildir, hatta nefret uyandırıcıdır. çünkü, temiz bir niyetle yapılmamış hiçbir işten hayır gelmez. insanlar her zaman, söylenenden önce söyleyene bakarlar; söyleyen, söylediklerinden önce gelir. ben de bakıyorum da, kurtuluş savaşımızın yanılgılarıyla ilgili yorum ve iddiada bulunan bazıları sanki bunu, atatürk'e ve onun kurduğu düzene karşı bir karalama konusu olarak kullanıyorlar. sarıklılar sayesinde kurtuluş savaşını kazandığımıza inananların olduğu bir muhitte, bu söylediklerimi tuhafsamayın. insanlar inançları ve bir şeylere bağlılıkları doğrultusunda, gerçekleri şekillendirebiliyorlar.
kısaca; anlatmak istedikleriniz beni öylesine sağır ediyor ki, ne dediğinizi duyamıyorum.
Mahalle kavgası niteliğindeki Hz Muhammed zamanı savaşları öve öve bitiremeyen grubun bir şekilde Başbuğ Mustafa kemal emrinde verildiği için bir tarafına batan savaştır.
Ulan 10 tane adam birbirlerine giriyor adı Büyük savaş oluyor. Kurtuluş savaşında Yunan işgali bittikten sonra Karadenizde kovalanıp öldürülen yunan üniformalı rum çeteci sayısı 10binleri buluyor bir o kadarı da yakalnıyor bunun ki abartıldı oluyor.
Kaçaklar mı vardı evet vardı, kaçak olur da Çünkü hiç kimse anasının karnından Türk doğma şansına erişmez. Kurtuluş savaşında en fazla şehidi hangi il verdi? Kastamonu. işte onlar Analarının karnından öz be öz Türk doğma şansına erişenlerdi.
işte bugün de analarının karnından Türk doğma şansına erişemeyen zavallıların Türk'ün zaferine bok atma çabası ürünü saldırılara maruz kalır bu savaş.
kardeşim adamı hasta etmeyin. hangi savaşın tarafsız gözle aktarımı sözkonusu ki. çaldıran savaşı mı, waterloo savaşı mı, yüz yıl savaşı mı, malazgirt savaşı mı, bedir savaşı mı. hangisinde hiç bir şey saklanmadan, ya da atlanmadan olduğu gibi aktarım söz konusu. kurtuluş savaşının da sonuçlarına bakacaksın. kurtulmuş musun, kurtulmamış mısın. ona göre bir karar ver. ayıp değil, günah değil.
kurtuluş savaşı bir memleketin dirilişidir. bir halkın uyanışıdır.
özellikle vatanseverler tarafından bilgilendirilip bilinçli hale getirilmiş halkın topyekün mücadelesidir bu savaş. zaten anadolu halkının mayasında bulunan memleket sevgisi ve dindarlık da bu mücadelenin kazanılmasında büyük etkendir.
bunun dışında, biz aktarılanların yanlı bilgiler olduğunu düşünüyorum. yani savaşlarda mücadele edip de şu an ismini bilmediğimiz çok insan var. bu insanların büyük kısmı halifelik makamına bağlı ilen başlarında mustafa kemal gibi birisi bulunuyor. ve savaş bitene kadar bu konuda bir sıkıntı olmuyor.
ayrıca bu savaş gerçekten de yokluklar ile kazanılmıştır. bu bakımdan bu savaşı küçümsemek de doğru değil. savaş sırasında kimse bizim dostumuz değildi. hala da değil. siyaset çıkardır. menfaattir. bu bağlamda bize destek oluyor gibi gözüken memleketlerin çıkarları bu yönde olduğu için bize destek oluyor gibi gözüktüler.
allah bilir kapalı kapılar altında neler konuşuldu? misak-ı milliden neden tavizler verildi? bunların da araştırılması gerekir. ezber bozmak gerekiyor yani.
Bir avuç asker tarafından kazanıldığını herkesin itiraf ettiği kaçanların vs. sayılarını vererek, ama nedense bunda herkesin bir hiciv aradığı savaş...
Evet, bir avuç asker tarafından kazanıldı, hatta Rauf Orbay'ın anılarından hareketle, subaylar cephe gerisinde ellerinde beylik tabancaları ile kaçmaya çalışanları tek tek vurdu, sonuç olarak yine de kazanıldı...
Ancak yok kapitalis fransa ile antlaşma imzalandı, Rusya'dan silah alınarak kazanıldı, zaten yunanlar kendileri kaçtı gibi ısrarlı ısrarlı yorumlar yapanlarımız var, neye hizmet anlamıyorum o da...
Aklı az çok yerinde olan ve biraz karşılaştırmalı tarih okuyan (ilkokul 3 tarih kitaplarından okumayan) herkes anlar ki, büyük taarruz denilen o aktiviteye kadar, zaten sırasıyla Toros dağlarının bir ucundan diğerine, kimilerinin yine bu sözlükte "Mahalle savaşı" diye adlandırdığı kuvay-ı milliye'nin gerilla taktikleri, etkisini göstermiş zaten yunanların direncini kırmış bu topraklarda artık kendi istedikleri o ülkeyi kuramayacaklarını anlamalarını sağlamış, götün götün geri de çekilmelerini sağlamıştır...
Hatta bunda da anıları merak edilen Çerkez Ethem'in katkısı büyüktür. Çerkez Ethem'de o dönemin en sağlam Mafyasıdır... Evet Mafyası, onun da düzenli bir ordusu falan yoktu yani, komutan değildi, çetesi vardı ve insanların elinde kalan tüfekleri vs. de zorla alınmasını sağladı, kurulan kısıtlı düzenli orduya verilmesini sağladı...
Yani analarımız, nene hatunlarımız cephedekilere kurşun doldururken babalarının hayrına doldurmadı evet, Çerkez Ethem'in ve Atatürk'ün yakınlık kurduğu bazı Mafyaların korkusundan doldurdu...
efendiler biz askeri değil, milleti giydiriyoruz. elbiseyi alan üç gün sonra firar ediyor.
fevzi cakmak 1920
bu milletin övüneceği bir tek kurtuluş savaşı var, anılarımı yazıp onun da tadını kaçırmayayım.
rauf orbay
kurtuluş savaşı tarihi aslında bildiğimiz gibi değildir
atilla ilhan
annem izmir'de yandi.
panionis-galatasaray macindan bir pankart
cerkez ethem'ín milli davanın kazanılmasında çok emeği vardır.onun o akibete sevk edilmesinde ismet inönü'nün tahriklerinin rolü büyüktür.
riza nur
sonuç belli olmuştu. ordu, 1643 şehit, 4.981 yaralı ve 374 esir vermiş, 18 top, 47 ağır, 34 hafif makinalı tüfek kaybetmişti. elde yalnız 28.825 tüfek kalmıştı. gerçek buydu. 'kaçak sayısı?' 'tam sayı belli oldu. Şaşırmaya hazır ol:30.809 'neee? 'Üstelik bunların 30.122'si de tüfeği ile kaçmış. o yüzden elimizde az tüfek kaldı.
yunanistan'da anadolu mağlubiyeti nedenleri devamlı aranmakta ve işlenmektedir, yüzlerce eser yayınlanmıştır bu konuda ve sürdürülmektedir... 1925 doğumlu yazarın tek kitabıyla kurtuluş savaşı öğrenilmez...
anti-emperyalist oldugu iddia edilen kurtulus savasi esnasinda emperyalist fransa ile antlasma imzalanmistir. en az rte kadar icli disli bir durum varmis.
1. dünya savaşı sonrası işgal edilen topraklara bakıldığında ne olduğu ortada olan savaştır. yıllar boyu anadolu'yu çorak bırakmış, ilgilenmemiş, sırtını dönüp sadece savaşlarda hatırlamış osmanlı'nın tarihe gömülüp vatandaşını temel alan bir ideolojik sisteme sahip türkiye cumhuriyeti'ni doğuran savaştır.
dünyanın en büyük savaşı diyeni ilk defa gördüm. haa doğru aslında saldırmak için önce sallama çay gerek.
onu temel alıp kendi fikrini benimsetmeye çalışmak gerek.
kurtuluş savaşı emperyalizme karşı verilmiş ve kazanılmış ilk savaştır. bu savaş sadece türk insanına değil,
dünyadaki her ezilen millete örnektir.
ingiliz mandasına hasret olanların ne bok yemeye bu topraklarda yaşamaya hakkı var onu da anlamıyorum.
bu ülkenin topraklarında yaşamamla gurur duyduğum birçok şeyden biri. Okudukça,izledikçe kendimden geçtiğim, ağladığım ve yeniden doğmanın ne olduğunu şu anda anladığım yegane kahramanlık türküm. Sarışın kurtlarım, kara osman'larım, istanbul'lu azınlıklar, Mehmet Çavuş, makineli tüfekler, mermi taşıyan kağnılar hepsi, benim gerçekliğim. Kaçanlar, kalanlar, ölenler, yaralananlar hepsi benim acım.
bunlara, bu başlıklara rağmen, hatta durumumuzu ve yapmamız gerekenleri baştan sona açıklayan atatürk'ün gençliğe hitabesi'ne rağmen, başımızdakilerin yaptıklarını görmemize, bilmemize rağmen sessiz kalmak, birşeyler yapmamak ve olacakları beklemek, kısacası %47... "nankörlük" ten başka bir şekilde nitelendirilebilir mi...
ingiliz baskısıyla ordu komutanlığından alınan mustafa kemal,askerlikten istifa eder..gerçekçilikten uzaklaşmadan,hayale kapılmadan,büyük bir sabırla,bütün anadolu'yu yurtseverlik ve bağımsızlık bayrağı altında toplamaya koyulur...mustafa kemal atatürk önderliğindeki ordumuz ve yine onun bir araya topladığı halkımızın elde avucta hiçbir şey yokken,galip devletlere,yunan ordusuna,ermenilere karşı silahlı mücadeleye girişmeyi cılgınlık sayanlar coktur..silahları elinden alınmıs türk ordusu nun bu tarihteki gücü 35-40 bin kişidir..oysa türkiye deki işgalcilerin sayısı 400 bin i bulacaktır..yoksul,bitik anadolu,o kadar işgalciyi ve onbinlerce icerdeki haini yenmeyi başaracaktır...milli mücadele işte bu mucizenin,bu onurlu çılgınlığın adıdır... *
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık-tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
Küzeydoğuda Güzelim-dağları
ve dağlarda tek
tek
ateşler yanıyor.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
Akarçay belki bir akar su,
belki bir ırmak,
belki küçücük bir nehirdir.
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip
ve kılçıksız yılan balıklarıyla
Yedişehitler kayasının gölgesine girip
çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflâtun
kırmızı
beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde
Altıgözler Köprüsü'nün altından
gündoğuya dönerek
ve Konya tren hattına rastlayıp yolda
Büyükçobanlar Köyü'nü solda
ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp
gider.
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük,
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu,
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel
Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
Saat 3.30.
Halimur - Ayvalı hattı üzerinde
manga mevziindedir.
izmirli Ali Onbaşı
(kendisi tornacıdır)
karanlıkta gözyordamıyla
sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
Sağda birinci nefer
sarışındı.
ikinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, inönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
ibrahim,
korkmıyacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
birbirine böyle vurmasalar.
Ve izmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :
tavşan korktuğu için kaçmaz
kaçtığı için korkar.
Saat 4.
Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.
On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı
mevzideki biricik silâhsız adam :
ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
durdu boyun büküp
el kavuşturup
sabah namazına.
içi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır.
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.
Saat 4.45.
Sandıklı civarı.
Köyler.
Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
Çukurova beygiri
kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
dizkapaklarında kan,
kantarmasında köpük...
ikinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
bir başka horoz vardır :
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar herhal onu çoktan kesip
çorbasını yapmışlardır...
Saat beşe on var.
Kırk dakka sonra şafak
sökecek.
«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu,
Darülmuallimin mezunu
Nurettin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
konuşuyor :
-Bizim istiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
bilmem ki, nasıl anlatsam,
Âkif, inanmış adam,
fakat onun, ben,
inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Meselâ, bakın :
«Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
Hayır,
gelecek günler için
gökten âyet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz
vaadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair.
«Kim bilir belki yarın... »
Saat beşe beş var.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı :
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın
yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtırasını
ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu.
Yüzbaşı sordu :
- Saat kaç?
- Beş.
- Yarım saat sonra demek...
98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
Birinci ve ikinci ordular
baskına hazırdılar.
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
beygirinin yanında duran
sarkık, siyah bıyıklı süvari
kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak
baktı saatına :
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz...
Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar :
Karahisar güneyinde 50
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.
Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
Aslıhanlar civarında
30 Ağustosa kadar.
Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk frenk uşağı...
Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.
Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»
Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,
buraya gönderenler öldürdü seni... »
Sonra.
Sonra, 31 Ağustos günü
ordularımız izmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan
Deli Erzurumluydu.
Devrildi.
Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı,
baktı karşıya.
Gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
Sonra...
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
yüzlerini toprağa döndüler...
Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız
ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
yaratıyordu da.
Ve kılıçların,
nalların,
ellerin
ve gözlerin pırıltısı
ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu :
«Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim... »>
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde izmir'e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti izmir rıhtımından Akdeniz'i.
Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...