kurtuluş savaşı

entry231 galeri37 video1
    24.
  1. 25.
  2. 26.
  3. iman gücüyle kazandığımız zafer olarak bize öğretilmiştir. iman gücüyle savaşıp kurtulan bir ülkenin şimdi imanın ''i'' sini ağzına alanı rejim düşmanı olarak görmesi kafalarda soru işaretleri bırakmaktadır.
    1 ...
  4. 27.
  5. Kurtuluş Savaşı neden yapılmış ki? Cumhuriyeti kurmaya ne gerek vardı? Mondros, Sevr bizleri Avrupa ve Avrupa devletleri ile bütünleştiren, bizi onlarla birleştiren anlaşmalar ve belgeler değil miydi?

    Avrupa içimize girmişti. Siyasetiyle, şirketiyle, okullarıyla, gazetecileriyle ve tabii askeriyle... Tam olarak bütünleşmiştik. Elitimiz, siyasetçimiz, iş çevrelerimiz bu bütünleşmeyi büyük ölçüde onaylamışlardı.

    Yabancı orduların askerleri ile futbol maçları yapıyor, turnuvalar düzenliyorduk. Biz Avrupa'ya daha o zaman girmiştik. Elitimiz onlarla daha o zaman iç içe, kucak kucağa oturmuştu. Türkiye bölünmüş de ne olmuş sanki? Ermeni'si, Rum'u ve diğerleriyle gül gibi geçinip gidiyorduk.

    Bu bütünleşmeyi bozmaya ne gerek vardı. Hazır bütünleştiğimiz Avrupalıları ülkemizden çıkarmak için onlarla savaşmaya ne gerek vardı? Şikâyet edecek ne vardı ki? Avrupalılar biz ne zarar vermişlerdi ki? Elitimiz memnundu, gerisi de hiç önemli değildi. Köylü, gariban kimin umurundaydı ki?

    - Şirketleri buradaydı: Ne güzel, iç ticaretimizi, dış ticaretimizi, dokumamızı, tütünümüzü, gazımızı, elektriğimizi, demiryollarımızı, denizyollarımızı onlar idare ediyorlardı. Bütün bunlar Batılılaşmanın, Avrupalılaşmanın unsurları değil miydi sanki?

    Bu Avrupalı ve Batılı şirketleri kovarak suyu, elektriği, gazı, demiryollarını millileştirmeye ne gerek vardı? Daha sonradan özelleştirerek tekrar aynı şirketlere satmaya çalışacağımıza en baştan onlara hiç dokunmamak daha uygun olmaz mıydı?

    - Sonra ne gerek vardı Mustafa Kemal 'in misyoner okullarını kapatmasına, onların faaliyetlerini yasaklamasına? Şimdi teşvik etmiyor muyuz? Devlet liselerini, üniversitelerini bile ingilizce, Fransızca, Almanca dili ve hocalarıyla donatmıyor muyuz?

    - Mondros ve Sevr bu bölgeyi ve insanlarını Avrupa'nın ve Amerika'nın himayesi altına bir güzel sokmuştu. Şimdilerde, onların ordularını içimize sokmak için Meclis'lerden karar çıkarmaya çalışıyoruz. Karar çıkmıyor, adamlar bize kızıyorlar. O zaman hazır gelmişler, yerleşmişler; karar çıkartmaya bile gerek yoktu ki.

    Gül gibi geçinip gidiyorduk. Esnaf memnun, kiliseler dolu, Avrupa ve Amerika parası akmayacak mıydı? Beyoğlu'nun eğlence yerleri de dahil olmak üzere...

    Kim demiş 'Kurtuluş Savaşı' diye?
    Kim çıkarmış bu Kurtuluş Savaşı'nı? Adamları kovmuşuz, hem de savaşarak. Yalnız askerlerini değil şirketlerini, misyonerlerini, okullarını da göndermişiz. Cumhuriyet diye, bağımsızlık diye, Atatürk ilkeleri diye kopmuşuz Batı'dan.

    Utanmadan şirketlerini ve okullarını bile millileştirmişiz. Halbuki biz Tanzimat'la birlikte, Avrupa'yla bütünleşmek için ''Gayri millileşmeyi, bir milli politika olarak benimsememiş miydik''?..

    Avrupa'yla bütünleşmek istiyorsan ulusal değil ''gayri milli'' olacaksın.

    - Bak, bazı büyük sermaye çevreleri ne güzel söylüyorlar; her şey gayri milli olmalı diyorlar. Mallar dışarıdan gelsin, akıl, kültür ne varsa dışarıdan gelsin. Din, eğitim dışarıdan gelsin demiyorlar mı?

    - Bazı tarikatlar da bu görüşü savunmuyorlar mı?

    Ulusal bir şey yoktur, bize Avrupa ve Amerika himayesi gerekir demiyorlar mı? Bizim askerlerle olmaz, bize onların askerleri uyar diye düşünmüyorlar mı?

    1919-1923 arasında ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yaptığımız hataları şimdi düzeltiyoruz.

    - Balta Limanı Antlaşması'na rahmet okutan Gümrük Birliği belgeleri imzalıyoruz.

    - Avrupa Birliği'ne bir güzel, ''tek yanlı bağlanıyoruz'' .

    - Eğitimimizi gayri milli hale getirip misyoner okullarına destek veriyoruz.

    - Türk Hava Yollarımızı, Tekelimizi, denizyollarımızı, sigaramızı, telefonumuzu yeniden yabancı şirketlere teslim ediyoruz.

    - Kısacası yeniden Avrupa'nın ve Amerika'nın himayesi altına giriyoruz. Aynen işgal yıllarında olduğu gibi, aynen Mondros, Sevr yıllarında olduğu gibi Batı ile bütünleşiyoruz.

    Evet değerli sözlük kullanıcları/yazarları bütün bu yazdıklarıma ''Bu bir cennet'' diyenler var; bu, ''Yeniden cehennemin içine girmektir'' diye düşünenler var.

    Ya siz hangi taraftasınız?
    1 ...
  6. 28.
  7. fatma hatunun düşmandan gizli cepheye ekmek taşırken, kucağında ağlamaya başlayan bebeğini, düşman onları fark edip cephe yerini öğrenmesin diye, kendi elleriyle şehit ettiği savaş, bunun gibi binlerce örneğe, modern zamanlarda modern sevrler imzalayarak,pek de güzel teşekkür ettiğimiz savaş..
    1 ...
  8. 29.
  9. filminin yapılmasını şiddetle arzuladığım savaş. hatta bizzat türk yapımcılar yapsa ama yeterli imkan ve bütçe olmadığı için zor gibi şimdilik. yapsak bile düdük bir filmden öteye geçemez gibime geliyor. braveheart, the patriot, gladiator, the last samurai, troy ve benzerleri gibi birçok tarihi savaş filmi çekmiş ve hali hazırda malzeme arayan hollywood yapımcıları, bizim kurtuluş savaşımızı da keşfederlerse kıllı parayı ve oscarları götürecekler. atatürk'ü de gerard butler canlandırır. demedi demeyin.
    0 ...
  10. 30.
  11. kadinin erkegin turkun kurdun birarada olup sadece bir dusunce bir amac icin birarada bulunup memleketini kurtarmayi dusunen zihniyetin savasidir.
    0 ...
  12. 31.
  13. Saat 2.30.

    Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır.
    Gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    Ve şimdi gece olduğu için
    ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın,
    daha küçük kaldığı için
    ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
    evimize, aşkımıza ve kendimize dair
    sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını
    seyrediyordu Kocatepe'den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.
    Düşman üç saatlik yerdedir
    ve Hıdırlık-tepesi olmasa
    Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
    Küzeydoğuda Güzelim-dağları
    ve dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyor.
    Ovada Akarçay bir pırıltı halinde
    ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
    Akarçay belki bir akar su,
    belki bir ırmak,
    belki küçücük bir nehirdir.
    Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip
    ve kılçıksız yılan balıklarıyla
    Yedişehitler kayasının gölgesine girip
    çıkar.
    Ve kocaman çiçekleri eflâtun
    kırmızı
    beyaz
    ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
    haşhaşların arasından akar.
    Ve Afyon önünde
    Altıgözler Köprüsü'nün altından
    gündoğuya dönerek
    ve Konya tren hattına rastlayıp yolda
    Büyükçobanlar Köyü'nü solda
    ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp
    gider.

    Düşündü birdenbire kayalardaki adam
    kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
    Kim bilir onlar ne kadar büyük,
    ne kadar uzundular?
    Birçoğunun adını bilmiyordu,
    yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel
    Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da
    geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

    Dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    Paşalar onun arkasındaydılar.
    O, saatı sordu.
    Paşalar : «Üç,» dediler.
    Sarışın bir kurda benziyordu.
    Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    Yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    Bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.

    Saat 3.30.

    Halimur - Ayvalı hattı üzerinde
    manga mevziindedir.

    izmirli Ali Onbaşı
    (kendisi tornacıdır)
    karanlıkta gözyordamıyla
    sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
    baktı manga efradına birer birer :
    Sağda birinci nefer
    sarışındı.
    ikinci esmer.
    Üçüncü kekemeydi
    fakat bölükte
    yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
    Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
    Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
    tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
    Altıncı,
    inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
    memlekette toprağını ve tek öküzünü
    ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
    kardeşleri onu mahkemeye verdiler
    ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
    ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
    Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı.
    Çanakkale'de, inönü'nde, Sakarya'da yaralandı
    ve gözünü kırpmadan
    daha bir hayli yara alabilir,
    yine de dimdik ayakta kalabilir.
    Sekizinci,
    ibrahim,
    korkmıyacaktı bu kadar
    bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
    birbirine böyle vurmasalar.
    Ve izmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :
    tavşan korktuğu için kaçmaz
    kaçtığı için korkar.

    Saat 4.

    Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.
    On ikinci Piyade Fırkası.
    Gözler karanlıkta, uzakta.
    Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
    Herkes yerli yerinde.
    Tabur imamı
    mevzideki biricik silâhsız adam :
    ölülerin adamı,
    kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
    durdu boyun büküp
    el kavuşturup
    sabah namazına.
    içi rahattır.
    Cennet, ebedî bir istirahattır.
    Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
    meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
    Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.

    Saat 4.45.

    Sandıklı civarı.
    Köyler.
    Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
    çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
    Çukurova beygiri
    kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
    dizkapaklarında kan,
    kantarmasında köpük...
    ikinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
    atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
    Geride, köylerde bir horoz öttü.
    Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
    ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
    Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
    bir başka horoz vardır :
    baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
    Düşmanlar herhal onu çoktan kesip
    çorbasını yapmışlardır...

    Saat beşe on var.

    Kırk dakka sonra şafak
    sökecek.
    «Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
    Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,
    On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
    ve onların genci, uzunu,
    Darülmuallimin mezunu
    Nurettin Eşfak,
    mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
    konuşuyor :
    -Bizim istiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
    bilmem ki, nasıl anlatsam,
    Âkif, inanmış adam,
    fakat onun, ben,
    inandıklarının hepsine inanmıyorum.
    Meselâ, bakın :
    «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
    Hayır,
    gelecek günler için
    gökten âyet inmedi bize.
    Onu biz, kendimiz
    vaadettik kendimize.
    Bir şarkı istiyorum
    zaferden sonrasına dair.
    «Kim bilir belki yarın... »

    Saat beşe beş var.

    Dağlar aydınlanıyor.
    Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
    Gün ağardı ağaracak.
    Kokusu tütmeğe başladı :
    Anadolu toprağı uyanıyor.
    Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
    ve pırıltılar görüp
    ve çok uzak
    çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
    bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
    ön safta, en ön sırada,
    şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

    Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın
    yaşı yirmi birdi.
    Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
    kalktı ayağa.
    Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
    Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
    öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
    bütün ömrünü ve hâtırasını
    ve yedi buçukluk bataryasını
    ağlanacak kadar küçük buluyordu.

    Yüzbaşı sordu :
    - Saat kaç?
    - Beş.
    - Yarım saat sonra demek...

    98956 tüfek
    ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
    yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
    bütün âletleriyle
    ve vatan uğrunda,
    yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
    Birinci ve ikinci ordular
    baskına hazırdılar.

    Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
    beygirinin yanında duran
    sarkık, siyah bıyıklı süvari
    kısa çizmeleriyle atladı atına.
    Nurettin Eşfak
    baktı saatına :
    - Beş otuz...
    Ve başladı topçu ateşiyle
    ve fecirle birlikte büyük taarruz...

    Sonra.
    Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
    Bunlar :
    Karahisar güneyinde 50
    ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

    Sonra.
    Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
    Aslıhanlar civarında
    30 Ağustosa kadar.

    Sonra.
    Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
    Esirler arasında General Trikopis :
    Alaturka sopa yemiş bir temiz
    ve sırmaları kopuk frenk uşağı...

    Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.
    Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»
    Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,
    buraya gönderenler öldürdü seni... »

    Sonra.
    Sonra, 31 Ağustos günü
    ordularımız izmir'e doğru yürürken
    serseri bir kurşunla vurulan
    Deli Erzurumluydu.
    Devrildi.
    Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
    Baktı yukarı,
    baktı karşıya.
    Gözler hayretle yandılar :
    önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
    her seferkinden kocamandılar.
    Ve bu postallar daha bir hayli zaman
    üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
    seyredip güneşli gökyüzünü
    ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
    Sonra...
    Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
    ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
    yüzlerini toprağa döndüler...

    Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
    Kan içindeydi yüzü gözü.
    Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
    Kaçanı kovalamıyordu yalnız
    ulaşmak da istiyordu bir yerlere
    ve sadece kahretmiyor
    yaratıyordu da.
    Ve kılıçların,
    nalların,
    ellerin
    ve gözlerin pırıltısı
    ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
    Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
    ve şu türküyü duydu :
    «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
    Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
    bu memleket bizim.

    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benziyen toprak,
    bu cehennem, bu cennet bizim.

    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu dâvet bizim...

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim... »>

    Sonra.
    Sonra, 9 Eylülde izmir'e girdik
    ve Kayserili bir nefer
    yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
    öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
    Güneyden Kuzeye,
    Doğudan Batıya,
    Türk halkıyla beraber
    seyretti izmir rıhtımından Akdeniz'i.

    Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
    Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
    Türk halkı bağışlasın bizi,
    onlar ki toprakta karınca,
    suda balık,
    havada kuş kadar
    çokturlar;
    korkak,
    cesur,
    câhil,
    hakîm
    ve çocukturlar
    ve kahreden
    yaratan ki onlardır,
    kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...

    Nâzım HiKMET
    1 ...
  14. 32.
  15. ingiliz baskısıyla ordu komutanlığından alınan mustafa kemal,askerlikten istifa eder..gerçekçilikten uzaklaşmadan,hayale kapılmadan,büyük bir sabırla,bütün anadolu'yu yurtseverlik ve bağımsızlık bayrağı altında toplamaya koyulur...mustafa kemal atatürk önderliğindeki ordumuz ve yine onun bir araya topladığı halkımızın elde avucta hiçbir şey yokken,galip devletlere,yunan ordusuna,ermenilere karşı silahlı mücadeleye girişmeyi cılgınlık sayanlar coktur..silahları elinden alınmıs türk ordusu nun bu tarihteki gücü 35-40 bin kişidir..oysa türkiye deki işgalcilerin sayısı 400 bin i bulacaktır..yoksul,bitik anadolu,o kadar işgalciyi ve onbinlerce icerdeki haini yenmeyi başaracaktır...milli mücadele işte bu mucizenin,bu onurlu çılgınlığın adıdır...
    *
    0 ...
  16. 33.
  17. bunlara, bu başlıklara rağmen, hatta durumumuzu ve yapmamız gerekenleri baştan sona açıklayan atatürk'ün gençliğe hitabesi'ne rağmen, başımızdakilerin yaptıklarını görmemize, bilmemize rağmen sessiz kalmak, birşeyler yapmamak ve olacakları beklemek, kısacası %47... "nankörlük" ten başka bir şekilde nitelendirilebilir mi...
    0 ...
  18. 34.
  19. kurtuluş savaşının kazanılmasında türk ulusunun kaybedecek birşeyi olmaması önemli bir etmendir.
    0 ...
  20. 35.
  21. türk ulusunun, bağımsızlığa olan tutkusu, inancı, dirayeti, birlik ve beraberliği ile kazandığı savaştır.

    (bkz: almanya kaybedince biz de kaybetmiş sayıldık)
    0 ...
  22. 36.
  23. 37.
  24. bu ülkenin topraklarında yaşamamla gurur duyduğum birçok şeyden biri. Okudukça,izledikçe kendimden geçtiğim, ağladığım ve yeniden doğmanın ne olduğunu şu anda anladığım yegane kahramanlık türküm. Sarışın kurtlarım, kara osman'larım, istanbul'lu azınlıklar, Mehmet Çavuş, makineli tüfekler, mermi taşıyan kağnılar hepsi, benim gerçekliğim. Kaçanlar, kalanlar, ölenler, yaralananlar hepsi benim acım.
    1 ...
  25. 38.
  26. dünyanın en büyük savaşı diyeni ilk defa gördüm. haa doğru aslında saldırmak için önce sallama çay gerek.
    onu temel alıp kendi fikrini benimsetmeye çalışmak gerek.

    kurtuluş savaşı emperyalizme karşı verilmiş ve kazanılmış ilk savaştır. bu savaş sadece türk insanına değil,
    dünyadaki her ezilen millete örnektir.

    ingiliz mandasına hasret olanların ne bok yemeye bu topraklarda yaşamaya hakkı var onu da anlamıyorum.
    3 ...
  27. 39.
  28. çarpıtılarak içi boşaltılmış, efsaneleştirilmiş savaştır. gerçek hali ile, bugün getirildiği halinden cok daha şanlıdır.
    1 ...
  29. 40.
  30. 1. dünya savaşı sonrası işgal edilen topraklara bakıldığında ne olduğu ortada olan savaştır. yıllar boyu anadolu'yu çorak bırakmış, ilgilenmemiş, sırtını dönüp sadece savaşlarda hatırlamış osmanlı'nın tarihe gömülüp vatandaşını temel alan bir ideolojik sisteme sahip türkiye cumhuriyeti'ni doğuran savaştır.
    3 ...
  31. 41.
  32. anti-emperyalist oldugu iddia edilen kurtulus savasi esnasinda emperyalist fransa ile antlasma imzalanmistir. en az rte kadar icli disli bir durum varmis.
    4 ...
  33. 42.
  34. o kadar hos bir masaldir ki ilkokul musamerelerinde dik durmamizi saglar.
    1 ...
  35. 43.
  36. yunanistan'da anadolu mağlubiyeti nedenleri devamlı aranmakta ve işlenmektedir, yüzlerce eser yayınlanmıştır bu konuda ve sürdürülmektedir... 1925 doğumlu yazarın tek kitabıyla kurtuluş savaşı öğrenilmez...
    1 ...
  37. 44.
  38. selanik'teki isci ayaklanmalari bu savasin sonucunu etkilemistir.
    2 ...
  39. 45.
  40. efendiler biz askeri değil, milleti giydiriyoruz. elbiseyi alan üç gün sonra firar ediyor.
    fevzi cakmak 1920

    bu milletin övüneceği bir tek kurtuluş savaşı var, anılarımı yazıp onun da tadını kaçırmayayım.
    rauf orbay

    kurtuluş savaşı tarihi aslında bildiğimiz gibi değildir
    atilla ilhan

    annem izmir'de yandi.
    panionis-galatasaray macindan bir pankart

    cerkez ethem'ín milli davanın kazanılmasında çok emeği vardır.onun o akibete sevk edilmesinde ismet inönü'nün tahriklerinin rolü büyüktür.
    riza nur

    sonuç belli olmuştu. ordu, 1643 şehit, 4.981 yaralı ve 374 esir vermiş, 18 top, 47 ağır, 34 hafif makinalı tüfek kaybetmişti. elde yalnız 28.825 tüfek kalmıştı. gerçek buydu. 'kaçak sayısı?' 'tam sayı belli oldu. Şaşırmaya hazır ol:30.809 'neee? 'Üstelik bunların 30.122'si de tüfeği ile kaçmış. o yüzden elimizde az tüfek kaldı.

    cilgin turkler'den bir bolum
    8 ...
  41. 46.
  42. çerkez ethem'in anılarından okumayı istediğimiz savaş. ben demiyorum, münevver ayaşlı diyor.
    1 ...
  43. 47.
  44. yanılsamadan ibarettir.

    çünkü halife yoktur.

    çünkü sultan yoktur.

    çünkü artık müslüman burjuvazi vardır.

    çünkü artık bir hanedanın adını değil bir ulusun adını taşımaktayızdır.
    0 ...
  45. 48.
  46. Bir avuç asker tarafından kazanıldığını herkesin itiraf ettiği kaçanların vs. sayılarını vererek, ama nedense bunda herkesin bir hiciv aradığı savaş...

    Evet, bir avuç asker tarafından kazanıldı, hatta Rauf Orbay'ın anılarından hareketle, subaylar cephe gerisinde ellerinde beylik tabancaları ile kaçmaya çalışanları tek tek vurdu, sonuç olarak yine de kazanıldı...

    Ancak yok kapitalis fransa ile antlaşma imzalandı, Rusya'dan silah alınarak kazanıldı, zaten yunanlar kendileri kaçtı gibi ısrarlı ısrarlı yorumlar yapanlarımız var, neye hizmet anlamıyorum o da...

    Aklı az çok yerinde olan ve biraz karşılaştırmalı tarih okuyan (ilkokul 3 tarih kitaplarından okumayan) herkes anlar ki, büyük taarruz denilen o aktiviteye kadar, zaten sırasıyla Toros dağlarının bir ucundan diğerine, kimilerinin yine bu sözlükte "Mahalle savaşı" diye adlandırdığı kuvay-ı milliye'nin gerilla taktikleri, etkisini göstermiş zaten yunanların direncini kırmış bu topraklarda artık kendi istedikleri o ülkeyi kuramayacaklarını anlamalarını sağlamış, götün götün geri de çekilmelerini sağlamıştır...

    Hatta bunda da anıları merak edilen Çerkez Ethem'in katkısı büyüktür. Çerkez Ethem'de o dönemin en sağlam Mafyasıdır... Evet Mafyası, onun da düzenli bir ordusu falan yoktu yani, komutan değildi, çetesi vardı ve insanların elinde kalan tüfekleri vs. de zorla alınmasını sağladı, kurulan kısıtlı düzenli orduya verilmesini sağladı...

    Yani analarımız, nene hatunlarımız cephedekilere kurşun doldururken babalarının hayrına doldurmadı evet, Çerkez Ethem'in ve Atatürk'ün yakınlık kurduğu bazı Mafyaların korkusundan doldurdu...

    Yine de kazanıldı mı kazanıldı... Gerisi Traş...
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük