Sözlüğümüzün bir tanesiydi , saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür.
elleri ufacık, gözleri dört defa lacivert.
ve her ne hikmetse o da bana gönüllüyüdü.
öyle bir sevdim ki onu dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim,
evleniriz gibi geldi bana.
evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi.
sahil bahçesinde gazoz içerekten gizli gizli mal-ü hülya kurardık.
sonra da çarşılara giderdik.
eşya beğenirdik elden düşme.
aynalı konsolumuz, topuzlu karyolamız bile olacaktı.
Onun her an her bi daim yanında olacaktım ama olmadı gitti.
nereye mi? paraya gitti abicim paraya...
nikah resimlerimizi de çektirmiştik.
sonra karpuzcu raşit ağabeyinin kayınbiraderine borç ederekten nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.
ama o takmadı, takamadı uçuverdi elimden.
meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine.
gelinliğini hususi diktirmişler, benim gibi kiralık tel duvak almaya kalkışmamışlar.
öyle sevindim ki. mesut ve bahtiyar olsun diye dualar ettim.
ben de birbirimize ettiğimiz sözleri ettiğimiz yeminleri unuttum.
bir daha mahalleye gelmedi, gelemedi.
bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş dediler.
senede birkaç ay zaten avrupa'daymış dediler.
zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler, unuttum ben de.
hiç aklıma gelmedi. hatırlamıyorum bile,
hatırlamıyorum...