Eğer farklı bir bakış açısıyla Kur'an'ı anlamak isteyenlerler için Serhat Ahmet Tan'ın kitaplarını öneriyorum.Ufkunuzu 2 ye katlar.Heleki Zül'karneyn adlı kitabını 2 - 3 kere okudum yine olsa bidaha okurum.
alın eşinizi yanınıza. meal olan mümkünse mehmet okuyan olsun açın istediğiniz bir sayfayı surenin başına gelin. şayet özel bir mesele-konu varsa onu bulun açın türkçe olarak okumaya başlayın. tane tane. ama şu bilinçle tabi. bu kitap bizim için yazıldı, bizim iyiliğimiz için. ölüme kadar olan çok kısıtlı süreçte dünya hayatı için; ölümden sonraki sonsuz olan süreçte ahiret hayatımız için. bu düşünceyi kafanıza yerleştirin. sonraki kelime ise şu:
bismillahirrahmanirrahim.
allah'dan yardım isteyin. okuyup anlamayı dileyin. anladıktan sonra hayatınıza en kolay şekilde aktarabilmeyi, teoriyi pratiğe geçirme kolaylığını dileyin. bunu isteyin. niyetinizde samimi olun.
sonra ayetler başlasın. akıp gitsin. ayetleri okuyun ve irdeleyin. sayfayı bitirmeye çalışmayın konuyu takip edin. konu hangi ayette bitmişse durun. sorun eşinize; hatun sen bundan ne anladın bana anlatır mısın diye. hemen size anladığını aktarsın. sonra siz ona ne anladığınızı anlatın. tabi bunlar için temelinizin olması lazım. hiçbir şey bilmeden başına oturursanız kaş yapayım derken göz çıkar daha kötü sonuçlar doğurabilir anti parantez kalsın bu. hasılı birlikte danışıklı bir şekilde ayetlerde kaybolun. üzerine notlar alın. merak etmeyin günah olmaz. defteriniz olsun oraya notlar alın.
bu anlattığım o kadar zevkli bir eylem ki. kesin deneyin. pişman olmazsınız. çünkü allah'ın rızası var bu işte. bu kesin bir şey. e eşinde yanında mis gibi. daha ne ister insan.
Biz her peygamberi, kendi kavminin lisanı ile gönderdik, ta ki onlara hakikatleri iyice açıklasın”(ibrahim Suresi, 14/4) mealindeki ayet çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Konu, vahiy dilinin, gönderilen peygamberin diliyle aynı olması durumundan kaynaklanıyor. O halde soruda yer alan, “Bizim de anlayabilmemiz için o zaman apaçık bir Türkçe Kur'an indirilmeli değil midir?” sorusu yerine, “Bizim de anlayabilmemiz için o zaman apaçık Türkçe konuşan bir Peygamber gönderilmeli değil midir?” şeklinde olmalıdır. Çünkü, Arapça konuşan ve Türkçe’yi hiç bilmeyen bir peygambere Türkçe bir kitap verilmesinin hiçbir mantığı yoktur.
O halde mertçe, “Allah niçin Türk'lerden de bir peygamber göndermedi?” diye bir soru yöneltmek daha doğru olur. Bunun cevabı çok açık ve çok basittir:
Allah, daha önce aynı asırda değişik milletlere onların içinden kendi dillerini konuşan değişik peygamberler göndermiştir. “Kendilerine uyarıcı bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir ümmet yoktur”(Fatır Suresi, 35/24) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir. Fakat, insanlık, iletişim, bilgi, görgü seviyesi bakımından eskiye göre çok daha mesafe katettiği bir çağda ilahî hikmet, bütün insanlığa tek bir Peygamber, tek bir Kur'an göndermeyi uygun görmüştür. Bu Kur'an da kıyamete kadar insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu netice veren prensipler, hükümler ve hikmetlerle donatılmıştır. Dünyamızın gittikçe bir şehir, insanların da bir şehrin insanları hükmüne geleceğini bilen Allah, onların hepsini aynı kitabın etrafında birleştirmeyi uygun bulmuştur.
Bununla beraber, eğer Türkler Allah'tan ayrı bir peygamber talep etme hakkına sahip ise, dünyadaki yetmiş iki millet de aynı hakka sahiptir. Bu takdirde yetmiş iki millete yetmiş iki peygamber ve yetmiş iki kitap göndermek gerekirdi. Aslında onların her birisinin dilinde bir kitap gelse bile, ruhları kararmış olanlar bununla da yetinmezler, her biri ayrı sahifeler ister. Nitekim aynı kafadarlar Arap oldukları halde, -kendi dilleriyle gelen- Kur'an’la yetinmemiş, her biri kedisine özel bir kitabın gelmesini istemiş, yani herkes peygamber olmaya aday olmuştur. “Bu beyler, bu öğütle/ Kur'anla yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel bir kitap, özel bir ferman ister”(Müdessir Suresi, 74/52) mealindeki ayette, bu kendini bilmez adamların anarşist ruhlarının portresi gözler önüne serilmiştir.
Allah'ın hikmetinin pergeli, insanların heva ve heveslerine göre dönmez. “Resulüm! Biz seni bütün insanlığa -rahmetimizin- müjdecisi ve -azabımızın- uyarıcısı olarak gönderdik. Lakin insanların ekserisi bunu bilmezler. ”(Sebe' Suresi, 34/28) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, Allah, Hz. Adem'in çocukları olan insanları en son peygamberle aynı vahyin çatısı altında -tevhidin bir simgesi olarak- bir araya getirmeyi ön görmüştür. Ne yazık ki insanların çoğu bu hikmeti bilmez.
Kur an, bozuk bir toplumu aşama aşama ayetlerle düzelten vahiy kitabıdır.
Başlangıçta içki ve şıra kıyaslanarak dikkat çekmiştir. Sonra namazdan önce içki yasaklanmıştır. Son olarak tüm sarhoşluk veren alkolu içecekler yasaklanmıştır.
Islam daki kölelik savaş esirliğidir. Bu esırlerde savaş meydanı ve geri hizmet askerlerinden alınır. Esir alınma sebebi düşman elindeki müslüman eserlerin can ve namus güvenliği içindir.
En başta esirler hakkındaki inen ayetlerle sonraki inen ayetler farklı olup adeta bir geçiş evresi izler.
Savaş ayetleri ise savaş anında geçerlidir. Savaşın sebepleride bellidir. Hukuku da.
20 küsür yıl boyunca ahlak, savaş, yardımlaşma, anlaşma, hukuk, ibadet, barış, güven gibi konularda bozuk bir toplumu kademe kademe düzeltmek ve insanlığa çözüm getirmiş bir kitabı, ayetlerin nuzul sebebini de bilmeden " roman " gibi okursan bu yargıya düşme tehlikesi vardır. Onun için mutlaka en az üç tefsir den faydalanarak,takılınılan yerleri de uzman bir kişiye sorarak okumak kur anı anlama yolunda olmaktır.
Ha sonunda insan iman eder mi? o kişiye bağlı bir durumdur.
" biz o kur an la iman edenlerin imanını, küfredenlerin küfürlerini artırırız "